Mutlu Yıllar

Ay viş yu e meri krismıs. Noel Baba oldum ben. Ho Ho Ho

http://www.dancingsantacard.com/?santa=6522719

Yapacak bir sürü iş varken baş ağrısı yüzünden saatlerce uyumak, hayattan soğutur.

Bir migren günü.

Migren denen adı batasıca hastalıktan muzdaribim a dostlar. Şu satırları yazdığım anlarda da bir migren gününün kalıntılarını yaşıyorum ve kısaca bir migren gününü anlatmak istedim.

Öncelikle migren nedir ne değildir bir bakalım. Migren tıbbın hala nasıl oluyorsa tedavisini bulamadığı, kalıtsal olarak geçen ve sadece krizler başladıktan sonra daha az ağrılı geçirmek için ilaçları olan bir baş ağrısı çeşididir. Ben de bu şerefsizi annemden aldım. Bir migren günü başladığını önce beyninizdeki yavaşlamayla ve görme bozukluklarıyla belli eder. Ciddi bir şekilde bulanık görmeye başlarsınız. Bunun ardından hafif bir mide bulantısıyla birlikte beynin yanlarından başlayıp ortada birleşen rezalet bir baş ağrısı saplanır.

Bu andan sonra yapabileceğiniz pek birşey yoktur. Yanınızda varsa acilen apranax vs güçlü ağrı kesicilerden yutarsanız belki bir derece daha az şiddetli geçebilir kriz ama artık o kriz girmiştir. Tek yapabileceğiniz karanlık bir odaya girip saatlerce uyumaktır. Uyumak derken, o derece bir baş ağrısıyla uyumak da kolay olmaz tabi ki. Kafanızı yerinden söküp atmak istersiniz. Ölmeyi cidden istediğiniz anlar olur. Ölsem de bu ağrı bitse. Neyse sonunda uyumayı başarırsanız uzun süre uyuduktan sonra ağrı azalmaya başlayınca kalkıp tuvalete gidersiniz. Krizin bitmeye başladığının göstergelerinden biri mide bulantısının artmasıdır. İçinizi klozete boşaltıp yatağa geri dönersiniz. Biraz da uyku iyi gelecektir. Uyursunuz. Sonunda sıkılıp artık kalkayım dersiniz ağrı iyice azalınca.

Dikkat edin iyice azalınca diyorum, bitince değil. Çünkü ağrı tecrübe ettiğim kadarıyla hemen hemen bir 10-15 saat süre boyunca tam anlamıyla bitmiyor. Bu ağrının iyice azaldığı evrede artık beyin sersemlemiştir. Şuursuz şuursuz takılırsınız. Şakaklarda bir sızı sürekli ben daha bitmedim der. Siz bu şuursuzlukla tıp adamlarına hala bu işe bir çare bulamadıkları için küfrederken blogunuza yazı yazabilirsiniz.

Mekan mimi aldım.

Kelebenk'ciğim mimledi beni. En sevdiğimiz mekanları yazıyormuşuz. Aklıma geldiği sırayla yazayım.

Matrock
Lise hazırlıktan beri aksatmadan gittiğim tek mekan. İlk zamanlar daha bir sıcaktı sanki, zamanla bayağı değişti, büyüdü ama yine de hala kendimi evde gibi hissederim. Gidip bir çayla oturup gazete okumak, karda mahsur kalınca saatlerce çıkmamak, vakit geçirmek gerektiğinde veya tanıdık biri arandığında uğramak falan güzel şeyler bunlar. Gidin bir çay için 3 saat oturun.
Adres: Benetton'dan girdikten sonra yolun sonundan sağa dönün, ilerdeki okulun bitişiğinde.

Kadir Has Üniversitesi
Evet, burası esasen bir üniversite tabi ki, bir eğitim yuvası falan. Fakat benim için bir bardan, cafeden daha eğlenceli olmuştur her daim. Kendi okulumda tanıdığım insan sayısı 4-5 kişiyi geçmezken bu okulda kapıdan girerken güvenlikçilerle bile selamlaşırım. Çoğu öğrencisindan daha çok vakit geçiririm, gece kalırım arada. Genel olarak en eğlendiğim mekanlardan olmuştur. Adres : Haliç kıyısında kocaman üniversite.

Maroon

Yine liseden beri gittiğimiz mekanlardan biri. Ne zaman gitsem boş, ne zaman gitsem sakin. Müzikleri güzel, birası fena değil. Alt kattaki koltukları da rahat. Eh daha ne olsun? İçmek için hala güzel bir mekan. Adres : Nevizade'ye girince Mest'e doğru giderken sağda.

Küçük Beyoğlu
Kışın değil ama yazın gidilmesi gereken bir mekan tabi ki burası. Bir zamanların arka sokağı. O zamanlar da güzel bir sokaktı, şimdi masa sandalyelerle de güzel bir mekan oldu. Başta da söylediğim gibi yazın gitmek lazım ki hem serin bir sokakta oturup içebilin hem de fıs fıs diye tepenize su sıkılsın iyice serinleyin, bir yandan da bira falan serinletsin tabi, oh. Adres: Demirören inşaatınnın bittiği yerden Emek sinemasına doğru dönün, yolun sonundan sola dönün aha o sokak.

Asmalımescit
Şimdi burası tabi ki sokağın adı. Fakat oraya gittiğimde hep oturduğum kafenin adını bilmiyorum. Bir teyze işletiyor, Babylon'un arka kapısının orada. Ufak bir mekan. Maybe hanım götürmüştü hatırladığım kadarıyla ilk kez, tarçınlı kurabiyesi pek güzeldi. Geçenlerde test ettim ki hala güzel. İsterseniz çay kahve, isterseniz alkol alabileceğiniz hoş, güzel müzikli bol bol gidilesi mekan. Adres : Tünele doğru giderken işte Asmalımescit Sokağı'nda Babylonun arka kapısına gelmeden köşede.

Bereket Döner
Muhteşem soslu döneriyle, vazgeçilmezimiz. Karşsındaki Mercan da fena değil ama her türlü Bereket Döner, Bereket döver. Fiyat/performans oranında da çok üstün bir mekan Bereket. İçimiz dışımız döner olsa da gitmekten vazgeçemediğimiz yer. Adres: Ağa Camii'nin karşısındaki sokak.

Yeter şimdilik bu kadar mekan. Yazarken de zorlandım aslında, mekan konusunda çok muhafazakarım, yeni yerleri denemeyi pek sevmiyorum bu nedenle gittiğim yerler çok sayılıdır. Neyse efendim, ben de Laf-ı GüzafCeren'i bir de Maybe'yi mimliyorum.

Shell

Zeytinburnu girişindeki, Topkapı yolunda, Belgratkapı durağının gerisinde bulunan Shell; geçen günden sonra benim için çok özelsin. İlerde birgün arabam olursa kesinlikle senden benzin alacağım her zaman.

Fark

Spor olsun diye sevişmekle skor olsun diye sevişmek arasında sadece bir harf fark var.

Acilen Oyuncu Aranıyor

Çekmeye çalıştığım kısa film için herşey hazır olmasına rağmen oyuncular konusunda sürekli sorun çıktığı için bir türlü çekimlere başlayamıyorum. Bir de burdan duyurayım istedim belki ilgilenen çıkar.

Acilen;

20-25 yaşlarında olan veya öyle gösteren, genel olarak güzel yüzlü, Fahişe rolünde oynamayı kabul edecek bir bayan oyuncu (sarışın olması ekstra tercih sebebidir.) aranmaktadır.


İlgilenenler için mail adresim yanda da var da, buraya da yazayım. conradbundy@gmail.com
Hadi bir el atın da çekelim şu filmi.

Edit: Bir de erkek oyuncu arıyordum, buldum.

Tırnak

Elden, tırnaktan gidiyoruz da; bu sefer kendi ellerimden yola çıkarak aklıma birşey takıldı. Şimdi şu an tırnaklarım biraz uzadı ama kesmeye üşeniyorum. Farkedip merak ettiğim şeyse uzun tırnakla gezmeyi bir hayat biçimi haline getiren genellikle bayan arkadaşlar bu tırnaklarla klavye nasıl kullanıyor? Ben şu an yazarken ciddi ciddi zorlanıyorum da...

El

Ellere karşı fazla hassaslığım vardır, bilen bilir. Bir kızın yüzü, vücudu falan ne kadar güzel olsa elleri çirkinse bi itici gelir. Neyse bu farklı bir yazının konusu olabilir de söylemek istediğim şey için altyapı hazırlamam lazımdı. Yoksa kim ne bilecek neden buraya yazacak kadar etkilediğini bugün gördüğüm ellerin beni. Evet, otobüste karşımda oturan kız. Sana sesleniyorum okumayacaksındır, gerçi laptop çantan vardı nete giriyorsundur da nerden bileceksin okusan da senden bahsettiğimi ama, o nasıl ellerdi ya allah aşkına. Benim ellerimden daha bir erkeğe aittiler. Resmen ellerim Emel Sayın'ın elleri gibi kalıyordu seninkilerin yanında. Resmen bütün yol moralim bozuldu lan. Hadi kıllarını almıyorsun bari azıcık tırnak bakımı yap. Öf yeter, hatırladıkça canım sıkıldı valla.

Nekromantik

Zombiyle sevişen teknik olarak nekrofil mi sayılır?

Yeter Artık

Yönetimin dinmek bilmeyen taraftar düşmanlığı yeniden sahnede. Temmuz ayında haksız cezalar ile grubumuz üzerinde oynanmaya başlayan oyun ikinci perdesiyle karşımıza çıktı. Kadim dostumuz KFY (Kill For You) grubu lideri Hakan Özkaraca (Sarı Hakan) ve grup üyesi Engin Divrik hiç bir yasal dayanağı, kanıtı, şahidi olmayan uydurma bir senaryoyla cezalandırılmaya çalışılıyorlar. Hatta bir başka olay bahane edilerek Engin Divrik gözaltına alınıyor ve kendisine Eskişehir deplasmanına ilişkin bir suçlamada bulunuluyor.

Yönetimin isteğiyle belirlenen liste tüm hukuk kurallarını ihlal eden anlayış tarafından idari cezalara maruz kalıyor. Bu hak, hukuk dinlemeyen zihniyet devlet büyüklerinide kandırarak yalanlarla, iftiralarla süsledikleri senaryolarını hayata geçirmeye devam ediyorlar.

Dün GFB'ye, bugün KFY'ye yapılanlar yarın diğer tribün gruplarınında başına gelmeden bu hukuksuzluk karşısında sesimizi yükseltmeliyiz. Marsilya tribün grubu lideri Santos'a yapılanlara karşılık bir çok Fransız tribün grubu ve Fransa dışından tribün gruplarının dayanışması hepimizin aklında. Hatta Marsilya takımının bu dayanışma içindeki rolü de hepimizce bilinmekte ancak burada durum biraz farklı çünkü bu senaryoyu tezgahlayan bizzat kulüp yönetimimizdir.

Sayın Ali Koç'un açıklamalarıyla yumuşayan yönetim-tribün gerginliği ne yazıkki dün yaşananlarla yeniden başlangıç noktasına geri dönmüştür.
Eskişehir, Arsenal ve Galatasaray maçlarında tribünlerdeki sorunlarımızı ikinci plana atarak elimizden geldiğince takımımıza destek olmaya çalıştık. Ancak bu desteğimize karşılık olarak daha fazla yalan ve iftira dolu saldırılar devam etmiştir.

Mtk maçıyla başlayan senaryolar başta ağabeyimiz olmak üzere bir çok kardeşimizin haksız yere ceza almalarıyla devam etmişti. Bu dönemde tüm tribün gruplarımız ve özellikle kadim dostumuz KFY grubu bizlerle dayanışma içinde bulunmuş, gerek açıklamalarla gerekse tribündeki protestolarla aldığımız haksız cezalara karşı seslerini yükseltmişlerdir. Tüm grupların ortak hareket etme çabalarına o dönemde öncülük edenlerden Hakan Özkaraca'nın (Sarı Hakan Ağabey) çabalarıyla, girişimleriyle ve özverisiyle GFB'ye olan destek gittikçe büyümüştür.

GFB'ye olan desteğin büyümesi yönetimi rahatsız etmiş ve KFY grubundan arkadaşlarımız ve dostlarımız kulübe görüşmeye çağrılmışlardır. Ancak KFY grubu öncelikle GFB ile olan dayanışmayı düşünerek bu görüşmeyi kesin bir dille reddetmiştir. Tüm bunlar yönetim tarafından hazırlanan ve cezalandırılmaları için senaryoya dahil edilen isimlere KFY üyelerinide eklemiştir.

Antalyaspor ile oynanan lig maçı sonrasında Engin Divrik gözaltına alınarak kendisine ve Sarı Hakan Ağabey'e maç yasağı ve para cezası verildiği bildirilmiştir.

Bu haksızlıklar karşısında susmayacağımızı ve protestolarımızı büyüterek devam ettireceğimizi herkese duyuruyoruz.

Stadımızı kendi taraftarları için yasaklı bölge haline getirmeye çalışan zihniyet ne kadar iftira atarsa atsın ne kadar yalan senaryo üretirse üretsin bu mücadelemiz devam edecektir. Kendisine Fenerbahçeliyim diyen herkes seyirci değil taraftarsa bu mücadelenin
içinde görev almak zorundadır.

Tüm bu haksızlıkların son bulması, başta grubumuz ve KFY üyelerine verilen haksız cezaların kaldırılması için daha önce olduğu gibi tüm demokratik yolları kullanacağımızı ve haksız cezalar karşısında Başbakanlığımıza attığımız faxlar, mailler yönetimimizin devlet büyüklerini yanlış yönlendirmesi ile yine sonuçsuz kalırsa büyük bir yürüyüşle Ankara'da Başbakanlığa gideceğimizi tüm taraftarlarımıza duyuruyoruz.

Bu haksızlık karşısında susan bizden değildir.


Genç FENERBAHÇELİLER

Hakikaten yeter artık. Aziz Yıldırım'ın bu yaptığı bir değil iki değil. Sene başında sormuştum amacın ne diye başlık atarak bir yazımda yine soruyorum, cevabını bilerek. Amacın ne? Başkansız kulübe başkan bulunur ama taraftarı transfer edemezsin. Hakan Ağabey'e ve Engin Ağabey'e geçmiş olsun. Artık ne olacaksa olmalı. Gerekirse o stad yanmalı. Fenerbahçe kendini Fenerbahçe'den büyük görmeyenlere kalmalı.

devam...

İşten güçten bir yoğunluk oldu yazamadım günlerdir birşeyler. Yazmayı bıraktım sanılmasın. Devam ederim ara ara.

Ayıp evladım ayıp

Aslında yazmamaya karar vermiştim bu arama sonuçlarını fakat bunu yazmamak olmaz.

"Ayıp kızların memeleri pipileri gözükecek videoları"

Evladım, hadi belli ki bazı şeyleri merak etmeye başlamışsın onu anlıyoruz da, ayıp kızların pipisi olmaz. Hatta kızların pipisi olmaz benim bildiğim kadarıyla. Ha bazı yanlış fotoğraflar görmüş olabilirsin pipili, kız görünümlü insanlar falan. Onlar ayrı. Eğer daha bu yaşta onlar ilgini çektiyse bir şeyler yapmak lazım da n'apsak bilemedim. Sen en iyisi ayıp kızların memelerini arat sadece.

Muro

Bir de biz bugün Muro'ya gittik. Neden bu kadar az salonda gösterime girdi anlamadım da Beyoğlu' nda sadece iki salonda var. Gittiğimiz salon da neredeyse full çekiyordu. Daha fazla salonda girse sanki hasılatta daha fena bir rakam yaparmış gibi geldi. Kendi stratejileri tabi bilemem. Bu haliyle de Pana Film'in büyük miktarda kâr edeceği garanti. Filmin sonunda da zaten devam filminin gelebileceğini hissettirdiler. Umalım da gelsin. Zira 2 saat içinde bu kadar güldüren film yapmak kolay iş değil. O zaman, halaya devam, Muro'ya selam...

Voli

Wall-e ne tatlı şeysin lan sen. Şimdi diğer sevdiğim animasyonların hakkını yemeyeyim de, misal Ice Age, izlediğim en güzel animasyon olabilir Wall-e. Biraz geç izledim ama hiç izlememekten iyidir. Kesinlikle izleyiniz, izletiniz.

Avangard

Geçen hafta içinde iki konser çektik Yiğit ve Mehtap'la da, hayatımda büyük yenilikler oldu açıkçası. Avangard jazz rock diye bir türde müzik yapan bir grup dinlemiş oldum mesela. Avangard jazz rock ne lan? Bildiğin saksafonsuz falan jazz yapıyosunuz diyemedim tabi onlar daha bilir de neyse. Fena değillerdi yine de. İkincisi ise aklı olanın gelmeyeceği bir organizasyonmuş aslında. 16 tane baterist 2.5 saat içinde sırayla çıkıp solo performans yapacak diye gidip de kafasını yoranlara kameramın başından hayretle baktım. Müzik çok tuhaf oluyor bazen.

Aşk nedir?

Geçtiğimiz günlerde Burçak Evren'in dersinde "3 kareyle aşkı anlatın." tartışması insanların bakış açılarının ne kadar değişebileceğini gösterdi bir kez daha. Tartışmalar yüzünden karelere birşey söyleyemeden ders bitti fakat ben de burdan sorayım belki birşeyler paylaşmak isteyen olur. Haydi bana 3 fotoğraf karesiyle aşkı anlatın. Evet iğrenç öğretmen tribi oldu ama idare edin merak ettim birşey yazan olacak mı diye. Bana göre karelerden biri belirsizliği, biri kavuşamamayı biri de saplantıyı anlatmalı. Mutluluğun benim aşk tarifimde yeri yok.

3 Aralık 2007

Blogu 3 Aralık 2007'de açmışım yahu yoğunluğa geldi, unuttum birinci yılı geçtiğimi. Bir yılda bununla birlikte 468 gönderi olmuş. Daha ne kadar devam eder bilmem, yazma sıklığım azalsa da bırakmayı pek düşünmüyorum, yazarım ara sıra yine. Haydi iyi ki doğmuş anti-biyotik.blogspot.com

Kırmak Mecburi

Bugün Yiğit'le tavlaya yeni bir soluk getirdik. Neden damada söylesen o saçma "yemek mecburi" kalıbı tavlada da uygulanmasın ki? Uygulanabiliyor tabi ki. Çok da eğlenceli oldu. Eğer birinin açığı varsa öteki bir şekilde onu kırabilecek bir zat atınca kırmak zorunda. Deneyin bir kere çok eğleneceksiniz.

Bu formanın hakkını verenler asla yalnız kalmaz.

Unifeb&CK yine mükemmel bir iş ortaya koymuş. Hele bir de organizasyonun 1 (bir) günde yapılmış olması da ayrıca tebrik edilmesi gereken bir olay. Böyle devam ederse birkaç yıla FDL'nin fotoğrafları gibi bizim tribünün fotoğrafları da Avrupa'da gezecek.

Maç yorumu yapmak ise istemiyorum yine. Oynanmış bitmiş maç üzerine "Ne güzel koyduk." tan öte yorum yapmayı pek sevmiyorum. Zaten önce yolda yürürken sonra otobüs beklerken gol diye sıçradım, son 25 dakikayı izleyebildim. Gönül isterdi ki tribünde olayım ama napalım artık nisandan sonra İnönü'de kapatırız eksiği. Ha unutmadan; ...uçan kuşlar, martılar...

İNLEYEN NAĞMELER
RUHUMU SARDI...

Kadir Has Üniversitesi'nde Sansür


Kadir Has Üniversitesi yönetimi Sinema Kulübü HasSinek'in izinli, imzalı afişlerine sansür uygulayıp gizlice kampüs içindeki panolardan toplatmıştır. Sinemada sansüre alışkın bu topraklar. Demek ki sıra sinema kulüplerinde. Sansür hakkında ayrıntılı bilgiye kulübün internet sayfasından ulaşabilir, destek verebilirsiniz.

Sen de bu yazıyı kopyalayıp bloguna, internet sitene koy destek ol.

Liberte Pour Santos

5149


Spor müsabakalarında satılması, kullanılması ve taşınması yasak olan madde ve cisimler

MADDE 11. - Spor alanlarında; her türlü silâh, kesici veya delici alet, sis bombası, ses bombası veya maytap gibi patlayıcı, parlayıcı, yanıcı, yakıcı maddeler ile taş, metal gibi fırlatılabilecek veya yaralayıcı nitelikte sert cisim veya tehlike arz edebilecek veya müsabaka düzenini bozabilecek diğer maddeler ile alkollü içecekler ve çevreyi kirletecek nitelikte konfeti ve benzeri cisimler bulundurulamaz ve satılamaz.

Şu güzelliği stadın içini bırakın dışında bile yasaklayanlar, bizi sırf meşale yaktık diye gözaltına alıp maçı izlememizi engelleyenler "ACAB"a bir gün akıllanacak mı?

Yağmur Rengi

"Sık düşünü" dedi kız. Yağmurlu bir sonbahar öğleni yer yer sararmaya başlayan çimenlikli tepede uzanmış kara bulutların üzerlerine ağlamasını izliyorlardı. Yağmur damlaları yüzünden gözlerini tam açamadıkları için tamamen kapatıp düş kurmaya başladılar. Elleri birleşikti. Islanmaları, yattıkları yerin çamurlaşmaya başlaması, belki de hasta olacak olmaları hiç umurlarında değildi. O anda maddesel varlıklarıyla değil düşlerindeki uzayda yaşıyorlardı.

Kız düşünde ilk tanıştıkları yerdeydi. Çocuk yine önündeki sandalyede oturuyordu. Acaba omzuna dokunup "Pardon sence ruhumun rengi ne?" diye sormasaydı, çocuk "Yağmur rengi" demeseydi çocuk onunla tanışır mıydı? Çocuğun onunla nasıl tanışıcağını düşledi kız. O cevabı veren birinin ilk sorusu da heralde normal olmazdı. Düşledikleriyle eğlenirken kirpiklerinden süzülen yağmur suları içine bir miktar tuzlu su karıştı. Tanışmama ihtimallerini düşlemeye başlamıştı. Uzun zamandır onsuz bir hayatı düşünmüyordu. Sadece düş olarak bile olsa onsuzluk hissi vücudunu hiç kimsenin acıtamayacağı kadar acıtmıştı.

Çocuk kızın yanağında süzülenleri görmedi. Fakat elini tutan elden ruhuna geçen bir his bir tuhaflık olduğunu farketmişti. Gözünü açmadan düşünü daha da sıkmaya başladı. Kızın hislerini içinde hissetmeye çalışıyordu. Çok zamandır bunu fiziksel temasta olmadıkları zamanlarda bile yapabiliyordu ama bu sefer olmuyordu. Sanki avucuna deyen derinin sahibini bilmiyordu. Kızın elini daha sıkı tutmaya başladı. Sıktıkça, kolundaki damarları bütün gücüyle koşan bir atın damarları gibi ortaya çıktıkça kızın eline daha da yabancılaşıyordu. Adeta avucunda bir buzu sıkıyormuş gibi daha sıkı tutmaya çalıştıkça parmak aralarından sızıp kayboluyordu. Sonunda gözlerini açtı. Kızgın, üzgün bulutlar yağmaya devam ediyordu. Yüzünü kıza döndü.

"Pardon sence ruhunun rengi ne?" dedi çocuk. Kız kırmızı gözlerle çocuğa bakarken "Artık yağmur dindi." dedi. Çocuk bir şey demeden yattığı yerden kalktı ve kıza bakmadan uzaklaşmaya başladı. Yağmur yağmaya devam ederken kızın ruhundaki gökkuşağı çocuğa uzanıp onu geri çekmek ister gibiydi...


Belki devam eder...

I love love - Agent Casey (Chuck Sezon 2 bölüm 7'den)

4 kişilik bölüm mü olur lan?

İstanbul Üniversitesi'nde alışık olmadığımız hareketler oluyor. Sabah sınava giriyorsun akşamüstü notun açıklanıyor. Ben alışık değilim bu hıza başım döndü vallahi. Tabi bu süratte sınava 4 kişinin girmesinin etkisinin büyük olduğunu da söylemeliyim. 4 kişinin seçtiği bir bölümde okumak da ilginç ama eğlenceli bir şeymiş. 4. senemde hocalarla ilk defa tanıştım ki ne işime yarayacak? Belki derdimi anlatıp kolay geçerim derslerden. Neyse böyle işte. Deniz balıkları sistematiği de bitti gelsin Denizel Fanerogamlar.

Hemzemin

Önceki evde imam evin içinde ezan okuyor diye şikayet ediyordum. Şimdiki evde evin içinden tren geçiyor. Sesten tren modeli tahmin etmece oynuyorum.

Mazorgazm

Tan Tolga Demirci ödevi verdiğinde üşenmiştim aslında. Verilen bir konu üzerine film yazmak pek hoşuma giden bir şey değildir aslında. Fakat sonradan aklıma gelen fikirler beni bu olaya ödevden çok kendim için yaptığım bir film olarak bakmaya itti. Hoşuma gitti. Yönetmenliğini yapacağım ilk kısa film olacağı için biraz heyecanlıyım ama çok ilginç olacağa benziyor. İsmimiz "Mazorgazm". Konumuz intihar. Hadi bakalım.

Düşün Taşın

Evet, taşındım. Böyle uzun süre yazmayınca birden yazmak da zor oluyormuş. Yeni bir ev, yeni komşular. Alışılması gereken şeyler. Düzen yeni yeni oturuyor. Telefon bugün bağlandı mesela. Bir de vizeler başlamasaydı çok güzel olacaktı ama neyse artık. Alışmak lazım.

Dreamgirl

Önce bunu tekrar okuyunuz...

Evet o rüyamdaki kızı bu sabah otobüste tekrar gördüm. Aylar sonra görmüş oldum. Ama yanına gidip de "Eee pardon, ben seni rüyamda gördüm de, bence tanışmalıyız." diyemedim tabi ki. Siz olsanır der miydiniz? Diyemezdiniz tabi ki.

21

21 yıldır inip çıktığım sokağın girişindeki merdivenler, 21 yıldır ittiğim ağır apartman kapısı, 21 yıldır çıktığım kirli, sarmal merdivenler, 21 yıldır geçtiğim kapı eşiği, 21 yıldır girdiğim tuvalet, 21 yıldır yüzümü yıkadığım lavabo, 21 yıldır oturduğum, yemek yediğim, oyunlar oynadığım salon, 21 yıldır uyuduğum, oyun oynadığım, yazılar yazdığım, ders çalıştığım, film çektiğimiz, seviştiğim oda, 21 yıldır camdan bakınca gördüğüm sokak, 21 yıldır uyumadan önce gördüğüm duvar, 21 yıldır içinde gezindiğim daire, elveda.

Bir şeyden ayrılırken ona olan alışkanlığımız sevgimizden daha çok acı veriyor.

Rüya Bilmecesi 12

Ne zamandır Rüya Bilmecesi yazmıyordum. Yine de tam bir öykü halinde yazamayacağım, çünkü rüyanın genel akışını hatırlayamıyorum. Fakat genel hatlarıyla; Feridun Düzağaç çok yakın arkadaşımmış, arıyor beni içmeye gidelim falan diyor. Ben de gidip İstiklal'de bi yerde Feridun'la buluşuyorum. Sonra Yiğit geliyor falan. Bir süre sonra ne olduğunu hatırlamıyorum ama bir şeyden kaçıyoruz. Tel örgülere tırmanıp atlıyoruz. Öyle de acayip bir şekilde bitiyor. Üf hiç olmadı, keşke tamamını hatırlayabilsem, çok eğlenceliydi eminim.

Şşşşş

Bunu saymayız efendim, seneye yine bekleriz.

Not: Fotoğraf Fenerbahce.com'dan alıntı.

Asansör

Bugün hayatımda ilk defa asansörde kaldım. Gönül isterdi ki Asansör filmindeki gibi Arzu Yanardağ falan olsaydı asansörde ama şans bu ya işte biz 7 hayvan erkek kaldık. 10-15 dk süren bu macerada o kadar ufak alanda ne kadar eğlenebilir bunu test ettik sanırım çok ilginçti. Zaten daha binerken hoca (Umut Oray)yla birlikte hadi hoca bekler diye asansöre koşmadan belliydi bir eğlence olacağı.

Asansör sönüp ışık sönünce eğlence alevlendi. Telefonunu çıkarıp fotoğraf çekenler, Arzu Yanardağ hatırlatmama "Of sırayla..." diyen bir hoca, 190 boyu kalıplı vücuduyla önce inceden tırsan sonra alenen korktuğunu belli eden arkadaş, "Eh kurtulamayacağı heralde sigara yakalım bari" geyikleri, gülmekten oksijeni azalan bir asansör. Biraz daha kalsaydık eminim azalan oksijenin vereceği uyuşuklukla daha ne eğlenceler çıkardı ama herşeyin fazlası zarar tabi. Neyse haftaya yine kalırız belki.

Yanık Helva

Yandı gülüm keten helva dedim ben bugün. Mutlu oldum. Ne güzel deyimmiş. Ne zamandır kullanmıyordum.

Burçak Evren

Sinemayla biraz ilgilenenler Burçak Evren ismini duymuştur. Ünlü sinema eleştirmeni ve araştırmacısıdır kendisi. Yazdığı kitaplar, gazeteler vesaireden vakit bulup da MSM'de Türk Sineması ve Sinema Tarihi dersi hocam olması sayesinde tanışmış olduk kendisiyle. Kısa ve öz söyleyebilirim ki ben bir hocayı bu kadar çok nadir sevmişimdir.

Daha ilk dersinde yaşından beklenmeyecek bir sevecenlik ve iyi iletişim içerisinde olduğunu göstermişti. Fakat bilerek sinirimizi bozduğu da olmadı değil. Yavaş yavaş anlaşılıyor ki bir insanın söylenilen hiçbir şeyi beğenmemesi ya da beğenmemiş gibi yapması aslında sizin iyiliğinizi istediğindendir. Söylediğiniz şeyden daha iyisini bulabilmek için hırslanırsınız. Hep daha iyiyi, daha doğruyu ararsınız. Burçak Evren'in de yapmaya çalıştığının bu olduğunu düşünüyorum. Eleştirilerini de bu gözle okumak lazım bence. Sinema eleştirmenlerine pek saygı duymazdım. Aman işte oturdukları yerden yazarlar ancak. Ellerine bir kamera almışlıkları mı var? derdim. Şimdi Burçak Hoca'nın eleştirme kriterlerini öğrenince en azından onun yazdıklarına saygı duyarak bakacağım.

İzlemediği Türk filmi olmadığını ve Türkiye'deki film arşivinin yüzde 80'inin kendinde olduğunu iddia etmekte kendisi. Bir parça sallama payını düşürerek doğru olduğunu kabul edebiliriz. Bu durumda da nasıl bir deliyle karşı karşıya olduğumuzu görürüz. İkinci dersindeki fotoğraf okuma çalışmasında gösterdiği bir fotoğrafa 15 dk boyunca aklımıza gelen her yorumu yaptığımız halde hiçbirini beğenmemesi, artık ne olabilir ki bu fotoğrafın anlamı diye kıvranırken "Bu fotoğraf bana hiçbir şey anlatmıyor, sadece bomboş bir grafik saçmalaması." demesiyle de sevgimi kazandı.

Son olarak bugün önümüze koyduğu bir senaryo konseptini anlatayım. Biz sınıfça çıkamadık işin içinde yorumlarla yardım ederseniz sevinirim. Filmimizin konsepti iletişimsizlik. Evli çiftimizden adam 35 kadın 30 yaşında. 5 yıldır evliler. Adam ressam, kadın müzisyen. İkisi de İstanbullu. İyi ailelerden geliyorlar. Hiçbir maddi sıkıntıları yok. Kültürlüler, entellektüeller. İkisi de Müslüman ama dine bakış olarak bir farkları yok. Tamamen sağlıklılar ve düzgün bir cinsel hayatları var. Çocukları yok. Harika bir evleri, hizmetçileri var. Adam çok yakışıklı, kadın çok güzel. Bir de bütün bunlara ek olarak birbirlerine aşıklar. Cevap bulmamız gereken soru; bu çift arasında neden iletişimsizlik çıkar. Hadi bakalım yardım edin.

6

"Remember, remember the sixth of November"

Koşuşturmalardan daldık unuttuk 6 Kasım'ı. Neyse efendim kulaklar çınlasın. Gecikmeli de olsa unutma, unutturma diyelim.

Aslan Sütü

Rakı ne güzel birşey değil mi? Bence öyle. Rakı sevmeyen insanları anlamıyorum. Bunu babama söylediğimde alkolü yasaklıycaklar zaten yakında dedi. Ben onu mu diyorum yahu. Adam alkol alıyor. Birası, votkası gırla. Ama rakıya gelince " Iyyy rakı mı? İçmem ben iğrenç." sensin lan iğrenç. Deyyus çok sinirlendim bak. Rus'un votkasını Fransız'ın şarabını lüpür lüpür götürürsün bizim rakımıza ıyy iğrenç. Yok ya! Dağılın lan! Rakı içmeden gelmeyin karşıma. Ağzınızı koklayacağım.

Edit: Lan şimdi tekrar okuyunca sanki babama sinirlenmişim gibi olmuş. Yok öyle birşey. O tam bir rakı fanatiğiydi tansiyon derdi çıkıp alkol yasaklanana kadar. Ben de ondan aldım bu hayranlığı. Şimdi karşısında içmek aslında vicdansızlık mı acaba? Neyse götüür.

Altüst

Büyük bir hevesle indirdiğim filme uygun altyazı bulamamak tüm hevesimi altüst ediyor. O filme konsantre olduğum için diğer izlemediğim filmleri de izleyesim gelmiyor. Açıp How I Met Your Mother izliyorum. Buna bir çare bulmak lazım.

Have you met Ted?

Adamlar hiç üşenmemiş zaman makinesini icat etmiş. 2015 civarı bir yıla gidip bir süre beni izlemişler. Sonra geri dönüp Ted Mosby diye bir karakter yaratıp dizi çekmişler. Ne gerek var bu kadar uğraşmaya bir dizi uğruna canım.

Ulan!

Ulan tam çok ilginç bir tecrübe yaşayıp uyuryazarlığı tatmışken, divxplanet.com a girince karşıma çıkan Mc Donald's reklamı aklımı çıkardı. Girin bakın efendim birşey içmeden halüsinasyon gördüğümü sanmama neden olan şeyi görün.

Uyur - Yazar

Conrad:
ben fenerbahçe maçlarında karaboorsa yapanlardan biriyle tartışmş rkadaş
Conrad:
ama adam ne arkaya ilerliyomuş

Az önce sevgili Pia'ya bunu yazdım. Daha doğrusu yazmışım. Çok ilginç bir tecrübe yaşadım sanırım. İlk defa uyur-yazarlığı gördüm. Yazmaya başladığım şeyi hatırlıyorum. Karaborsacılarla ilgili birşey anlatıcaktım mesaja başladığımda. Ortasına gelince uyumuşum ama parmaklarım o dalma anında rüya gibi gözümün önüne gelen şeyi yazmaya devam etmiş. Resmen uyur-yazar olmuşum.

Coriolanus

Sizi adi köpek sürüsü! Siz konuştukça burnuma,
Çürümüş bataklıklardan yükselen iğrenç dumanlar geliyor;
Gömülmeden yer üstünde kalmış,
Soluduğum havayı bozan pis kokulu insan leşleri
Benim için ne kadar değerliyse,
Sizin sevginiz de o kadar değerli.
Ben sizi sürüyorum!
Olanca şaşkınlığınızla burda kalın!
Dilerim her cılız söylenti yüreğinizi titretsin!
Düşmanlar üstünüze geldiğinde,
Tolgalarının tepesinde sallanan tüyler
Yılgınlık estirsin içinize!
Sizi savunanları sürgün etme gücünü hiç yitirmeyin;
Ta ki, kendi başına gelmeden
Hiçbir şeyi kavrayamayan cehaletiniz,
Şehirde, yine kendinizin en büyük düşmanı olan
Sizlerden başka kimseyi bırakmasın
Ve sonunda hepinizi bir başka ulusa,
Tek bir kılıç sallamalarına gerek kalmadan
Sefil bir halde tutsak düşürsün!
Sizin yaşadığınız şehirde yaşamak züldür benim için;
İşte o şehre arkamı dönüp gidiyorum.
Yaşanacak başka yerler de var!

-Caius Martius Coriolanus (William Shakespeare)

Kazıkçı

Yiyecek, giyecek, eşya hatta sex binlerce yıldır parayla olsun takasla olsun bir alışveriş çerçevesinde el değiştirmiştir. Basittir bu alışveriş herşeyin karşılığı olan değer verilerek verdiğin değerin karşılığını alırsın. Arada bir kazıklanılan durumlar olur tabi ki ama o da ticaretin cilvesidir diyelim. Asıl önemli olan, kazık yenmemesi gereken daha soyut bir alışveriştir. Değer alışverişi. Birisine verdiğin değerin karşılığında verdiğinden çok daha az değer alıyorsan ve bunu bariz bir şekilde hissediyorsan, işte o milyarlarca liralık kazık yesen üzülmeyeceğin kadar üzer insanı. Mutsuz olursun.

Mutsuz da olsan, üzülsen de bu kazıkçılardan kolay kolay uzaklaşamazsın. Klasik alışverişte kazık yediğini anladığın bir kişiden bir daha birşey almazsın olur biter. Bu durumda ise genellikle bir daha ondan alışveriş yapmayacağım diyemezsin. Zaafın vardır ki bence zaafların en kötüsü bir insana olan zaaftır. Verdiğin değerin karşılığını ne kadar az alırsan al o aldığın değer zaafın yüzünden seni az da olsa mutlu eder. O küçük mutluluğun yüzü suyu hürmetine daha büyük üzüntüleri göğüslemeye alışırsın. Zaafından kurtulmadıkça o kazıkçıdan kurtulamazsın. Belki de kurtulmak istemezsin.

Ne normal ticarette ne de değerlerin bazen gözlerle bazen sözlerle el değiştirdiği ilişkilerde kazık atmaya çalışmamak lazım. Her insanla değer alışverişi yaparken aldığınızı iyi tartıp ona göre karşılığını vermeye çalışın. Ne kadar zaafınız olsa da.

Canım ciğerim

Herkesin arkadaşım dediği ya da tanıdığı, konuştuğu bir sürü insan vardır. Hadi bu konuştuklarınıza da arkadaş diyelim. Bazı arkadaşlar vardır sadece futbol konuşursunuz. Bazılarıyla sadece sanat sepet. Bazılarıyla sırf geyik yaparsınız. Vesaire vesaire örnekler uzar gider. Hele bir de bunların hepsini birden yapabildikleriniz vardır ki onlar candır, ciğerdir, kuzudur, sarmalanılasıdır.

Neler Oluyor

Cihangir'in meşhur entel kahvesinde sandalyelerin havada uçtuğu, insanların tekme tokat birbirine girdiği bir kavga çıkıyor. Leo Carax'ın Mauvais Sang filmini beyin fırtınasıyla analiz etmekte olan sinema öğrencileri hocalarıyla birlikte camlara dizilip 10 dk olayları izliyor.

Eve dönüş yolunda Yedikule'den geçerken shuffle yine cinliğini yapıp Yeni Türkü'den Yedikule'yi çalıyor.

Hayatında Shakespeare okumamış bu blogun sahibi ara sınav olarak Shakespeare'in bir oyunundan tirat oynamak için hazırlanmaya başlamak zorunda kalıyor.

Hayat iyi mi kötü mü karar verilemiyor. Bazen çok eğlenirken bazen mutsuzluktan ağzını açacak güç bulunamıyor. Unutulup yeniden hissedilen duygular bünyeye zarar veriyor.

Aşık olduğum zaman çok sıkıcı oluyorum.

1 Güfte 12 Beste

İstiklal Marşı'nın bestesi için açılan yarışmaya katılan 12 bestenin çalındığı konserin tekrarını izliyorum ya da daha çok dinliyorum şu anda NTV'den. Müziğin teknik kısmından hiç anlamam. Enstruman çalmayı, solfeji falan bilmem. Belki de yıllardır kulağımızda, beynimizde yer etmiş bir ezgi olduğun için de öyle geliyor olabilir ama gerçekten en marş gibi olan beste İstiklal Marşı olmuş. Diğerleri ancak güzel birer klasik müzik eseri olurmuş gibi.

Sıksana Lan

Özellikle aksiyon filmlerinde çok sık kullanılan bir sahnedir. İki düşman karşılaşırlar. Birinde silah vardır ötekinde yoktur. Bir şekilde kavgaya tutuşurlar. Silahı olan ve senaryonun önümüze getirdiği üzere çoğunlukla şerefsizin önde gideni, çiğ süt emmiş kanıbozuk herif çeker silahın düşmanına doğrultur. Düşmanı, mağrur delikanlı, sağlam karakterli, yetim hakkı yememiş on numara insan hiç etkilenmez bu tehditten. Silahın üstüne doğru yürür. Kimi zaman göğsünü kimi zaman alnını silaha dayar. Ve tam bu anda o büyülü emri verir. "Sıksana lan!", "Sık ulan!". Şerefsiz olanın eli titremeye başlar ve yiğit delikanlı sırtını silaha dönüp giderken arkasından silahı titreyerek ve zaman zaman gözünden yaş akarak tutmaya devam eder.

Ben bu sahneyi görmekten bıktım, senarist arkadaşlar yazmaktan bıkmadı. Daha kaç kez kullanılacak bu kalıp? Gerçek hayatta var mıdır acaba böyle bir olay? Yer mi o anda öyle sıksana demek? Bilmem, bilemem.

Tarlabaşı Kadınları

Dünya yuvarlaktı, gökyüzüyse mavi,
Biz ortalarını boyardık.
Şekil bozulsa da,
Severdik biz bu semti.

Ben çektim, Maybe photoshopladı.

Yağmur Duası

Yağmur Duası

Ben çektim Maybe photoshopladı.

Üşenme

Blogger yasaklanmadan önce günlerdir birşey yazmamıştım bloga. Ya yazmaya pek vaktim olmuyordu ya da aklıma yazmaya değer birşey gelmiyordu. Blogger yasaklanınca çok sinirlendim. Hep birşeyler yazasım geldi. Sonra da neyse girebilsem yazardım diyip boşverdim. Evet, vtunnel'den falan girebilirdim ya da wordpress e taşınabilirdim bazıları gibi ama üşendim onlara da. Şimdi yasak kalktı, yine yazacak birşey bulamıyorum. Düşünmeye de üşeniyorum. Neyse artık düşünebilir, bulur, yazmaya da üşenmezsem karalarım birşeyler. Yeter ki yasaklar olmasın.

Limit

Ne kadar hızlı gidebilecek olursan ol karşına kısıtlamalar çıkacaktır.

Temize Çekmek

Vay anasını. Temize çekmek diye bir deyim vardır ya hep duyardım. Bu sene resmen ben de yapıyorum. Derslerde hızlı hızlı not tutuyorum, sonra eve gelip temize çekiyorum. Çok değiştim ben bu sene çok.

Pişman

Yardımın İçin Teşekkürler isimli son kısa filmimizin kurgusu hala bitemedi, bilen bilir. Umarım bir ara bitecek, kısmet. Tabi bu demek değil ki boş duruyoruz. Uzun zaman önce yazdığım bir senaryoyu değerlendirmeye karar verdim. Yine yönetmen olarak ismim geçmeyecek fakat çok acayip şeyler var aklımda, bakalım. Yakında çalışmalara başlıyoruz. Filmimizin ismi "Pişman", türümüz korku. Hadi hayırlısı.

Karakter

Bir ödev için karakter analizi yapmam lazım. Hayali de olabilirmiş, çevremizden biri de. Hem çevremden hem hayali gibi birini seçtim. Mutlu Ceren Cangöz'den iyisi var mı sizce?

Yenilik

Bir süredir uzun uzun birşeyler yazamıyorum, zira pek vaktim yok olduğunda da yorgunluğumdan ve üşengeçliğimden yazacak birşey düşünmüyorum. Fakat bugün şöyle bir yazayım da neler oldu bitti içimi dökeyim istedim.

Geçtiğimiz hafta uzun zamandır almak istediğim sinema eğitimi için Müjdat Gezen Sanat Merkezi'ne başladım. Zamanımın büyük çoğunluğunu oranın dersleri ya da ödevleri alıyor. Hiç de şikayetçi değilim bu durumdan, hayatımda ilk defa derslerden zevk alıyorum. Sanki bir yerde oturmuşuz da sinema sohbeti yapıyoruz hocalarla. Hocalar da tabi genelde sektörün içinden gelen deneyimli ve sinema bilgisi oldukça iyi insanlar olduğu için sohbetlerin tadına doyum olmuyor. Okul ve hocalar açısından tek hayal kırıklığım oldu, ondan bahsetmem lazım.

Senaryo dersine kelimenin gerçek anlamıyla Türkiye'nin "en" tecrübeli senaristi Safa Önal Bey girmekte. Guinnes rekorlar kitabında dünyada en fazla senaryosu filme çekilmiş insan olan Safa Bey 80'ine merdiven dayamış bir duayen. Bunları bilince tabi insan bu kişiden senaryo dersi alacağı için heyecanlanıyor. Bu heyecanla girdiğim ilk dersten sonra ise zerre heyecan kalmadığını söyleyebilirim. İnsan ne kadar "büyük sanatçı" da olsa, ne kadar yaşlanmış da olsa daha tanımadan etmeden tüm sınıfı aşağılama, yerin dibine sokma hakkına sahip değildir. Tabi ki yaşının getirdiği ego problemleri, aslında eğitimci olmamasının verdiği eksiklikler olabilir. Bunlar daha ilk dersten ben sizinle ders yapmak istemiyorum, söyliyeyim de yerime birini bulsunlar demeyi gerektirmemeli. Neyse, devam ederse de artık elimden geldiğince bişeyler kapmaya çalışacağım ama pek faydalı bir çalışma ortamı olacağını düşünmüyorum.

Bu olay dışında Oyunculuk Yönetimi dersine gelen Aykut Oray ders anlatırken sürekli gözümdeki "katil" görünümü silinmiyor. "Vatandaşa cart curt yok" falan diyecekmiş gibi geliyor. Yapımcılık dersinde sektörün piçliklerini öğreniyorum. Kamera, Işık, Dramaturgi falan derken günler eğlenceli geçiyor. Halimden memnunum kısacası.

Yeni yeni insanlarla da tanışıyorum haliyle. Birbirinden tamamen alakasız karakterlerde insanlar tanımak gerçekten iyi oluyor.Bazıları önyargılarımı fena halde sarstı. İnsanları görünümüyle yargılamanın yanlışlığını bir kez daha gördüm. Şimdiden bazılarını sevdim. "Bir" kısmını daha çok sevdim. Neyse efendim, yenilikler iyidir. Mutlu eder insanı.

Saklambaç

"Kimileri yaşarken kimileri saklanır"
dedi Maybe. Ben deklanşöre bastım.

Ashes Of Time Redux

Filmekimi'nde dün izlediğim Ashes Of Time Redux, Çinli yönetmen Wong Kar Wai'nin filmi. Uzun uzadıya yazmaya pek de gerek yok. Zaten hem üşeniyorum, hem de halim yok. Fakat böyle fotoğraflarla dolu bir film görmek, duygusal aksiyon filmi nasıl oluyormuş öğrenmek, şiir gibi masal gibi bir film izlemek istiyorsanız kesinlikle bu filmi izleyin.

Palermo Shooting

Hayatımda ilk defa bir filmden yarısında çıktım. Ne kadar kötü film olursa olsun çıkmazdım o kadar para vermişim hiç olmadı uyurdum. Ne hikmetse şimdiye kadar da hiç böyle sıkışmamıştım. Kastım kastım ama bir yere kadar. Sonuç 5 kişinin ayağına basarak salondan çıkan biri, abartısız 3 dakika süren bir iş,çiş. Palermo Shooting de yalan oldu haliyle. Eleştiri yazamayacağım o yüzden.

Yorgun

Okul, öteki okul, filmekimi,ödev derken yoğunluktan uyuycak vakit bulamaz oldum ki bırak yazı yazmayı. Yazacağım ama yine de arada biriksin de biraz. Yorgunum bu ara.

Oh Be!

14 yıllık öğrencilik hayatımda ilk defa girdiğim derslerden zevk alır ve işime yarayacak birşeyler öğrenir oldum. Dünya varmış ya. Sigara içmesem 5 saat blok yapsınlar isteyeceğim. O derece memnunum.

Yine mi?m

Yine mimlenmişiz. Mellökız bu sefer mimi atan. Son doğumgünümü anlatmam gerekiyormuş bu mim gereğince. Anlatalım hadi pek bir olayı da yok ya.

Yaz başlangıcında doğan bir insan olarak doğumgünlerimde genellikle arkadaşlarını yanında bulamayan veya çeşitli sebeplerle dışarı çıkmaya fırsat bulamayan biriyimdir. Ha bana sorarsanız özellikle doğumgünümün kutlanmasını da önemsemem. Hatırlayan olursa hoşuma gider de olmazsa da umursamam. Neyse efendim. Son doğumgünüm de yine tam final haftamın ortasındaydı. Zamanında doğumgününda ÖSS'ye girmiş adamım, final de ne ki? Bu sene Yiğit ve Ceren insanları Amerika'dalardı doğumgünümde. Canlarım sabretmişler, saati saymışlar bizim saatle doğumgünüme girildiğinde arayıp bağıra çağıra kutladılar, mutlu oldum gece gece. Yattım uyudum. Ertesi gün evden hiç çıkmama planıyla uyandım. Hesapta ertesi günkü finale çalışacağım. Azimle çalışmaya da başladım. Arada kutlamalar falan geliyor, teşekkür ediyorum. Tuana'm aradı sonra, yoğun baskı uyguladı. Taksim'e gitmek zorunda kaldım. Otobüste bile ders çalışarak gittim tabi ki. Mihrimah Sultan diye bir yerdelermiş gittim yanlarına. Bu arada otobüsteyken İrem ve Fulya da Taksim'de olduklarını söylemişlerdi. Tuana'ların yanında biraz oturup İrem'le Fulya'nın yanına gittim. Bi süre sonra şimdi niye öyle olmuştu hatırlamıyorum. Arkamdan Tuana da geldi. Biraz da orda oturduk bu arada Pınar da katıldı. Sonra kalkıp Matrağa gittik. Biraz da orda oturduk- ne kadar ilginç-. Sonunda yeterince vakit geçirmiş olan bünyemi mecburen kaldırıp tekrar ders çalışmak üzere eve götürmek zorunda kaldım. Eve gelip derse devam ettim. Bir doğumgünüm de böyle bitti. Hediye? Hatırladığım kadarıyla kimse birşey almadı. Ne önemi var canım. Alsanız da olurdu lan ama.

Ben de mimleyeyim birilerini. Kameralarımızı Maybe ve Jülide hanımlara çeviriyoruz.

Standart Operating Procedure

Filmekimi'ndeki ikinci filmimiz ise Errol Morris'in Ebu Garib hapisanesinden sızan işkence fotoğraflarıyla ilgili çektiği belgesel Standart Operating Procedure. Yiğit Bey'in "Aman ne olacak Amerikalılar bizi sikti diycekler." diye özetlediği filme yalanım yok ben de o beklentiyle gittim. Gördüğüm şey farklı çıktı.

Bir kere belgesel olaylara Irak'lı mahkumların değil Amerikan askerlerinin gözünden bakıyor. Genel olarak "Evet iğrenç adamlarız biz. Siktik. Ama sor bir niye siktik?" tavrı hakim belgeselde. Çıplak mahkumlarla olan fotoğraflardan hatırlayacağımız Lynndie England isimli kadın asker filmde belki de en çok konuşan, itiraflarda bulunan kişi. Böyle gerçek ve rahatsız edici olayları bizzat yapanlardan dinlemek insanın sinirini bozuyor. Yaptıkları şeyleri anlatmayayım şimdi çünkü tavsiye ediyorum bu filmi tavsiyeme uyup izlerseniz önceden bilmiş olmayın. Fakat askerlerden birinin anlattığını anlatmalıyım filmde tek güldüğüm kısımdı çünkü. "Mahkumlara uyumamaları için sürekli yüksek seste müzik dinletmem söylendi. Önce hip-hop dinlettim. Mahkumlar hip-hop hurraaa demeye başladı. Heavy metal, Metallica'ya geçtim. Bir süre sonra sağırlaştıkları için uyuyabilmeye başladılar. Sonunda country çalınca çıldırdılar. Sorguya gitmek için sıraya giriyorlardı."

Filmin müziklerini yıllardır Tim Burton'ın müziklerini yapan Danny Elfman yapmış. Müzik kullanımı gerçekten başarılı. Gerilicek yerde geren, rahatlatılacak yerde rahatlatan müzikler ustaca kullanılmış. Müziğin yanında çok emek ve para harcandığı belli olan bol efektli canlandırmalar da belgeselin atmosferinin kurulmasında etkili oluyor. Zaman zaman fazla konuşmalardan tempo düşse ve sıkıcı olmaya başlasa da canlandırmalar tam zamanında yetişiyor. Yönetmeni bu konuda gerçekten başarılı sayabiliriz.

Fim belgesel olduğundan ötürü eleştirebileceğimiz bir oyunculuk yok bu konuyu geçebiliriz. Son sözlere gelirsek; film gerçekten anlatmak istediğini anlatabilen bir belgesel. İlgiyi de kısa sürelerde kaybetmek dışında genelde kendinde tutmasıyla amacına ulaşıyor. Ebu Garip'teki olaylara bir de farklı açıdan bakmak isterseniz bir şekilde izleyin bu filmi. Tavsiye ediyorum.

Genova

Filmekimi'nde bugün izlediğim iki filmden ilki olan Genova, Michael Winterbottom'ın son filmi. Başrollerde ısrarla bana benzetilen - evet o bana benziyor, ya ne olacaktı? - Colin Firth , Willa Holland ve Perla Haney - Jardine oynuyor. Psikolojik dram diye kitapçıkta türü açıklanan bu filmimsiyi biraz yerin dibine sokup çıkaralım.

Ya da önce iyi gördüğüm şeyleri yazayım kısaca da baştan böyle eleştirmek için eleştiren adam rolüne bürünmeyeyim. Colin Firth genelde inandırıcı bir oyun oynamış. Surat ifadelerine baktığınızda evet bu adamın karısı ölmüş iki kızıyla kalkmış İtalya'ya gelmiş diyorsunuz. Oyunculuklardan bir de Perla Haney-Jardine isimli ufaklık biraz başarılı sayılabilir. Çığlık ata ata ağlayışları kesinlikle sinir bozucu olmayı başarmış. Filmin yönetmenliğine de çok başarısız diyemem. Yönetmen muhtemelen filmin sinir bozucu olmasını, sürekli insanın bir beklenti halinde olmasını istemiş ve başarmış. Zaman zaman gerilimin yok yere arttığı bölümlerdeki kamera kullanımı da o "aslında bir numara yok ama siz yine de gerilin" amacına uygun kullanılmış.

Dedik ya filmde sürekli bir beklenti var. Bir üniversite hocasının karısı ölüyor. Adam da kızlarını alıp İtalya'ya taşınıyor. Peki bu bir film olmaya yeter mi? Sonrasına bir olay gelseydi, bir sonuca bağlansaydı kesinlikle fena bir film olmazdı. Malesef gelmiyor. İtalya'ya taşınırlar. Eee? Orda yaşarlar, büyük kız İtalyan erkekleriyle sevişir, küçük kız annesinin hayalini görür, adam öğrencilerinden biriyle öpüşür. Bu ne arkadaşım? Ben normal hayat izlemek istesem oturur sokakta yoldan geçenleri izlerim. Sürekli bir gerilim veriliyor filme. Sürekli şimdi bir şey olacak ve film rayına oturacak, bir konu başlayacak diyorsunuz ama böyle diye diye bir bakıyorsunuz film bitmiş.

Ay yok. Yeter bu kadar. İnsanın sevmediği filme eleştiri bile yazması çok zormuş. Bütün yazma isteğim kaçtı. Yeter bu kadar. İzleyemediyseniz üzülmeyin, indirmeye falan da uğraşmayın. Vaktinize yazık.

Ah Kevin, Vah Portakal

Belki bildiğiniz üzere bugün Altın Portakal Film Festivali başladı. Biz bilmiyorduk. Hatta bugün ne ara başlayacak bu festival diye konuşuyorduk ki eve geldim açılışı gördüm. Ülkenin en büyük ve uluslararası çevrelerde en çok bilinen festivali olması münasebetiyle takip edilmesi gereken bir festival. Bunun yanında yine az önce öğrendiğim üzere bu sene Kevin Spacey sinema öğrencileriyle atölye çalışmaları yapmak için Antalya'ya geliyormuş. Festivale gitmeyi tabi ki isterdim ama asıl bu haber beni yıktı. Kevin Spacey yahu. Kevin Spacey. Evet tekrar tekrar yazarak inandırmaya çalışıyorum kendimi. Kevin Spacey. Vay Kevin'ım , hele Spacey'im

Çetvolk

Chatwalk'ta bir yerdeeeeeyim. Beni bulsanaaaaaa.

Ne acayip yahu. İnsanlar böyle hatları arıyor. Hatta bunun gibi hatlardan kazanılan paralarla üniversite bile kuruluyor. Vay anasını ne acayip dünya. Böyle bir fikir lazım bize işte. Vallahi üniversite kuracağım. Tamamen bilime ve eğitime hizme aşkıyla yanıp tutuşuyorum. Para kazanma isteğiyle bir ilgisi yok. Maksat gençlerimiz üniversite okusun. Tabi belli bir fiyat karşılığında. Eh kaliteli hizmet için lazım o da n'apalım.

Colin Firth

Geçtiğimiz günlerde birbirinden alakasız 3 insan beni bu arkadaşa benzetti. Yazacaktım ilginç geldiği için de unutmuştum. Yarın gideceğim filmde oynadığını görünce aklıma geldi. Postacı Ceren hanım hatta Bridget Jones'u izleyememiş "aa Memet lan bu." diyerek. Tamam, nazar değmesin eli yüzü düzgün adam. Bence benzemiyorum diyerek yorumumu ekleyeyim. Bir kere adamın kocaman alnı var yahu.

Filmekimi 2008

Yarın her Ekim ayında ucuza güzel filmler izlememize yarayan Filmekimi başlıyor. Yine güzel filmler var gördüğümüz üzere. Her sene olduğu gibi yine haftaiçi gündüz seanslarından yani ucuz biletlerden uydurabildiklerimizi aldık. Zaten özellikle galalara bilet almanın mantığını çözebilmiş değilim. İlla sinemada izlemek istiyorum dediğiniz bir filmse zaten en geç bir ay sonra vizyona giriyor gala filmleri.Neden 7-8 YTL'ye izleyeceğiniz filme 15 YTL veresiniz ki? Ha benim gibi evde izlesem de olur diyorsanız torrentin gözünü seveyim. Yabancı kardeşler çalışıp hemen düşürüyor nete. Bilet aldığım filmleri izledikçe kendimce burda yorumlamaya çalışacağım. Umarım çoğu güzel çıkar. Sabahın 11'inde uyumak için Taksim'e gitmek istemem.

Aylık akbil çilesi.

Akbilimde aylık yüklüyken evden çıkmadığım gün olduğunda kendimi kötü hissediyorum. Tamam, rahatlık falan hiç düşünmeden etmeden istediğin şeye basıp, ordan ona ordan ona aktarma yapabiliyorsun. Ah akbilim bitti derdin olmuyor. Fakat "Ulan acaba verdiğim paraya değdi mi?", "55 YTL bağladık çıkarabilecek miyim?" gibi düşünceler de akıldan eksik olmuyor. Ayın geneline önceden baktığınızda çok fazla geziceksiniz, kıçınız yer görmeyecek ve haliyle aylık parası çıkmakla kalmayıp kâra geçeceksiniz gibi geliyor. Aylığı yükleyip ay başladıktan sonra da yazının başında da dediğim gibi 1 gün bile olsa evden çıkmadığımda kendimi normal kötü hissediyorum. Tamam ulan bir dahaki ay 55 YTL lik yükleyeceğim.

Führer


Son zamanlarda daha bir anlamlandı bu fotoğraf.

Dizim geldi.

Lost'la başladı hepsi. Lost Lost diyip duruyorlardı, neymiş bu Lost bir bakalım diye izlemeye başlamıştım. Başlayınca durulmuyor tabi kolay kolay. Eldeki DVD ler bitince kaldığımız yerden indire indire devam ettim. Sezonların başlangıcını iple çektim, hafta hafta nete düştüğü gün indirip izledim pek çok kişi gibi. Ben dizi izleyebilen bir insan değildim. Hepsi Lost'la başladı.

Sonra Heroes katıldı yanına bu yaz sıkıntıdan. Daha önce izlemeyi deneyip sıkıldığım bir diziydi kendisi. Bu sefer uyuştu kanlarımız. İki sezonu 10 günde bitti. Geçtiğimiz haftalarda üçüncü sezon başladı yine başladım indir-izle-hard disk dolunca DVD yap döngüsüne. Lost'a daha çok varken iyi olabilirdi tabi. Sadece Heroes'la kalsaydı.

Bir de Chuck çıktı başımıza. Özel istek üzerine indirmiştim ilk sezonunu. İzlemek gibi bir niyetim pek yoktu başta. Sonra biraz meraktan biraz da hem de izlerken altyazılarda bozukluk varsa ayarlarım diye başladım izlemeye. Sardı arkadaş. Çabucak bitti birinci sezon. Hiç bekletmedi Chuck kardeş beni ikinci sezonunu hemen başlattı. Heroes'un yanında bir de onu indiriyoruz, izliyoruz, hard diski dolduruyoruz.

Daha yine özel istek üzerine indirilmiş bir adet How I Met Your Mother 1. sezon beklemekte. İzlemeli miyim izlememeli miyim bilmiyorum. Sanırım dayanamayıp izleyeceğim onu da. Bir de ona sarılalım bakalım. 4 sezon varmış şimdiye kadar. Lost başlayana kadar iyice dizi hastası olalım bakalım o zaman ne olacak. Prison Break, Dexter falan demeyin hiç bulaşmayacağım onlara. Zaten Prison Break gereksizmiş anlattılar hiç merakım kalmadı.

He tabi bir de unutmadan "kendi gününde, kendi saatinde" imajını inatla koruyan Kurtlar Vadisi başlayacak ki unutmadığım sürece tüm saçma eleştirilere rağmen onu da izleyeceğim. Tespihim yok ama vallaha bak. Bu arada tabi yapılması gereken bir sürü iş var. Demem o ki; dizi izlemiyorsanız hiç bulaşmayın. Arada bir film izleyin işte oh 1.5-2 saat bitti gitti. En güzeli.

Duyumlar

Uzun bir süre için malesef son lig maçıma gideceğim bugün. Arsenal ve Porto maçlarına giderim tabi muhtemelen ama Nisan sonu Mayıs başına kadar haftasonları hiçbir maça gidemeyecek olmak bünyeyi sıkıyor biraz. Gelecek için katlanılması gereken zorluklar. Asıl bahsetmek istediğim bu değil, hayatımın o bölümüyle ilgili yazı bir ara yazarım.

İki gündür internete pek giremediğim için forumlardan, bazı arkadaşlardan uzakta kalmıştım. Dün gece bir anda gelen bilgi bombardımanı neye uğradığımı şaşırttı. Bu akşam Fenerbahçe - Kayserispor maçı var biliyorsunuz. Fakat dün aldığım duyumlardan ve okuduklarımdan sonra bu maçın skoru kesinlikle ikinci plandadır benim için. Yağmurlu, sıkıcı bir havada, gergin atmosferde gireceğiz maça. Neyle karşılaşacağımızı hiç bilmeden. Çok kişinin ağzında olan bir laf benim de ağzımda. "Bu akşam ne beste söyleyeceğiz diye düşünmek yerine neyle karşılaşacağız diye düşünüyoruz." Duyumları buraya açık açık yazmanın gereği yok. İlgili olanlar zaten haberini almış veya okumuşlardır. Tek diyebileceğim; umarım hepsi yalan olur.

Gergin bir şekilde girdiğimiz maçtan neyse doğru değilmiş söylenenler diyerek çıkarız. Gider Yoğurtçu'da maç sonrası biramızı içip evimize döneriz. Tabi maç sonucu ne olursa olsun, duyumların akıbeti ne olursa olsun kimsenin padişah olmadığını unutmayalım. Bir de, gerekirse koridorda izleriz.

İsim-siz?

Bir aralar isimsiz bir aşık vardı bu blogun yorumlarında. N'oldu ona acaba çok merak ediyorum. Bu gibi durumlar bir erkek için çok zordur. Ben de o zamanlarda yazmadım buraya ama kendi içimde yaşadım o zorluğu.

Şimdi erkek yanınız diyor ki "Aha kız bana aşıkmış. Kim acaba? Güzel mi? Tanışsam anlaşır mıyız?" evet, bu ve buna benzer sorular çokça akıl kurcalıyor. Cevaplarını alabilmek için de insan kız tarafının tanışmak için bir hamle yapmasını bekliyor. Fakat bir de mantıklı yanımız var ki o da "Lan ya biri keklemeye çalışıyorsa. Zokayı yutup da elaleme rezil olmayalım." gibi yaklaşımlarla olaya temkinli bakıyor. Bu iki yanın çarpışmasında (evet yanlar, Fırat Budacı gibi benim de yanları var.) genellikle kazanan mantıklı yan oluyor. Çünkü tanımadığın, yüzünü bile görmediğin birisi var bir tarafta, kız olduğu bile kesin değil. Keklenip de herkese rezil olmak var öteki tarafta. Haliyle riske girmeye değmeyecek bir yatırım olarak görülüyor bu durum.

Yine de insan içten içe bir heyecan duymuyor da değil. İsimsiz yorumcum eğer bu yazıyı da okuduysan bi mail at yahu. Bak ben yine temkinli davranırım sana bozulmak yok. Yine de merak ediyorum kimsin nesin. Hadi öptüm canım byes.

Çok Şeker

"Alayına isyan, inadına şeker bayramı."
Bir bayram daha bitti. Evde artan çikolatalara, şekerlere, baklavalara saldırma zamanıdır. Dalın çocuklar. Şeker koması oley!

Biz Vefaspor'luyuz Ulan!

Muhteşem taraftardan bir kesit :)

Amatörden Bank Asya'ya 2

Vefa maçı bitince Çağatay, Sirius ve Kaptan Orta Kapı'yla vedalaşıp Kasımpaşa'ya gidecek otobüslerin gelmesini bekleyen Karşıyaka'lı arkadaşların arasına karıştık. Aralarından biriyle olan tribün-olaylar muhabbeti eğlenceliydi. Karşıyaka - Karagümrük kardeşliği de gerçekten çok ilginç gelmiştir bana. Bir İzmir takımı İstanbul'a deplasmana geliyor, taraftarları belki de İstanbul'un en belalı semtlerinden birinde konaklıyor. Neyse efendim güne geri dönersek, iftar saati yaklaşınca herkes yolluklarını yaptırır. Biz de dönerlerimizi yaptırıp otobüsleri beklemeye başlarız.

Otobüse bindiğimizde hala iftar olmamıştı ve biz de ayıp olur diye yiyemiyorduk yemeğimizi ama otobüsün arkasından burnumuza gelen kokular pek de böyle bir hassasiyete gerek olmadığını anlatıyordu. Bir yandan elimizde dönerlerimiz, tıklım tıklım bir deplasman otobüsü Unkapanı köprüsünü geçtik. Taşlama ihtimaline karşı cam patlamasın diye millet camlara yüklenirken Yiğit'in elinden dönerle camı tutuşu gerçekten güzel bir sahneydi. TRT'nin önünde otobüslerden inip stada doğru inmeye başladık. Polisin gerçekten çok iyi aldığı önlemler sonucunda stad girişine inen bayırdayken üst yoldan gelen birkaç taş dışında hiçbir olay olmadan turnikelere geldik. Turnikeler tabi ki bir süre sonra patladı, büyük bir yığılmayla stadın içine attık kendimizi. Kasımpaşa'nın stadı gerçekten güzelmiş. Zeminiyle olsun, tribünleriyle olsun çok modern bir stad. Adı hariç sevdim. Maçın başında KSK tezahuratlarının iyi duyulduğunu söylüyorlar ama sonra performans düştü.Bu arada ilk yarının sonlarına doğru KSK tribününe tek başına yollayan deli bir anda ortamı gerer ama gerginlik çabuk atlatılır. KSK golünün gelmesiyle ortalık yıkılır. Stadda Karşıyaka marşları inlemektedir. Fakat Kasımpaşa durumu eşitleyince Karşıyaka tribünlerinin performansı iyice biter. Karşılıklı atışmalar başlar. "Dışarda kaçanın....." . Atar-giderlerle maç 1-1 sona erer. Kasımpaşalıların maç bittikten sonraki "Recep Tayyip Erdoğan" tezahuratı da maça Karşıyaka tribününden girmekle ne kadar iyi bir seçim yaptığımı gösterir.

45 dk'lık bekleyişten sonra yine polisin büyük önlemleri ve çevik kuvvet eşliğinde staddan çıkıp bayırı yukarı yürümeye başlarız. Bayırın başına çekilmiş olan KSK otobüslerine İzmir'li kardeşler biner biz de iki İstanbul'lu polis kordonundan sıyrılıp Şişhane'ye yürürüz. Biz yürürken otobüsler yanımızdan geçerken gördüğümüz üzere birkaç taşlama sonucu kırılan otobüs camı dışında büyük bir olay olmadan gergin bir maç biter. Bir günde iki güzel maç geçirmiş yorgun bünyeler kendini eve atar.

Amatörden Bank Asya'ya

Dünkü programımızı yazmıştım. Akşama da maçların hikayesini yazarım demiştim ama bugüne kaldı artık sağlık olsun. Çok güzel bir gün olduğunu belirtip yazıya geçebilirim.

Sıkıntılı havayla evde yeterince daralan bünye biraz da erkenden atar kendini dışarı. Vefa Stadı'na vardığımda bazıları evinden daha yeni çıkarken bazıları daha otobüstedir. Etrafta gezinmeye başlayınca Karşıyaka'lıları görürüm. Karşıyaka - Karagümrük kardeşliği sonucu akşamki maç için İzmir'den gelen Karşıyakalılar Karagümrük'ün içinde, lokalinde konaklamaktadırlar. Ortam tamamen yeşil-kırmızı-siyah. Vefa maçı başlamaya yakın Yiğit gelir stada tam o anda liseden arkadaşlarla karşılaşırız gireriz stada. Vefa atkılarımızı da boynumuza takmayı unutmayız tabi ki. Maç hazır beklerken maça girelim demiş olan Karşıyakalıların Vefa'ya verdiği destekle başlar. Bu sırada Sirius aramıza katılır. Oyun ortada giderken ne yazık ki göremediğim ve sanırım çevremdekilerin de görmesine engel olduğum bir golle Vefa'mız 1-0 öne geçer. Maç devam ederken Yiğit Karşıyaka'lı biriyle muhabbeti koymuştur. Hedef belli, akşamki maça KSK tarafından gireceğiz. Bu arada Vefa'mız bir gol daha bulur 2-0. Golü atan oyuncunun sevinci gerçekten görülmeye değerdi. Devre olur, çıkıp dışarıya akşamki maç için
biletlerimizi alırız. Yine bir atkı alışverişi yaptıktan sonra tekrar tribün. İkinci yarı sıkıcı bir oyunla başlar. İyice sıkılan ve tribün yapmak isteyen bünyeler daha fazla dayanamaz. Çoluk çocuğun elinde oyuncak olmuş davul Kaptan Orta Kapı'ya geçer. Önce 6-7 kişiyle tezahuratlara başlarız. Bizim sesimiz adeta bir çağrı gibi olmuştur. Karagümrük gençleri, Vefa'lı amcalar da bize katılır. İkinci yarı gayet güzel bir tribün oluşur bir anda. "Buraya buraya bizim takım buraya!" Vefa 2-0 galip.

Günün ikinci yarısına ikinci yazıyla devam edelim de yazı çok uzun gözüküp göz korkutmasın.

mini mani "mim"i mo

Bir mimlenme vakasıyla daha karşı karşıyayız. Bu sefer pası Mutlu Ceren Cangöz'den aldım yazının sonunda başkasına atarım. Bakıyoruz konumuz neymiş? Vazgeçtiğiniz hayalleriniz. Lan hayalden neden vazgeçeyim ki diye düşünerek başlıyorum ama dur bakalım çıkar belki birşeyler. Hmm.

Mesela 10 yaşımdayım. Basketbola yeni başladığım zamanlar. İBB'ni minik takımında oynuyorum, yaşıma göre boyum uzun olduğu için de birazcık sivrilmişim. Bizi bir gün topladılar Ülker'e seçmelere götürdüler. Seçmelerde sanırım dikkat çektim antrenör anneme gelsin bu çocuk bikaç kez daha antrenmana çıksın demiş. Seçildim gibi birşey yani. Fakat salak çocuk aklı; o gün seçmeden sonra Ülker'in yıldız ya da genç takımının antrenmanını izlerken hocalardan birinin bir çocuğu tokatladığını görürüm. Vay efendim gitmem ben böyle yere. Tabi İBB'de el üstünde tutuluyoruz. Canım istediğinde gidiyorum antrenmana. 10 yaşındaki Mehmet bu sahne üzerine Ülker'e gitmeye korkar. Halbuki de nasıl hayal kurmuştum ilerde Fenerbahçe'ye transfer olurum diye. Neyse efendim birkaç yıl geçer aradan bu sefer Ülker'deki ismimi, numaramı bulan Vefaspor çağırır beni. Gideriz, bu sefer daha aklım başımda ya. Kabul ederim tekliflerini, ilk transferimi yapıp Vefaspor'da oynamaya başlarım. Hayaller geri döner tabi Fenerbahçe'de oynuyorum, Galatasaray maçı 10bin seyirci önünde Abdi İpekçi'de. Farkı açmışız son saniyelerde alley-hoop'la tribünleri iyice coşturuyorum. Formamı atıyorum tribünlere, kucaklaşıyoruz. Tezahuratlarına katılıyorum. Tabi bu hayallere ulaşmak için çok antrenman yapmak, çok çalışmak gerektiğini de çabuk farkediyorum. Fazla disiplinli çalışmaya yatkın olmayan bünyem antrenmanlardan bıkıp 2. sezonda isyan ediyor. Kulübü bırakıyorum. Hayallerden de vazgeçmiş oluyorum.

Evet basketbolcu olup Fenerbahçe'de oynamaktan başka vazgeçtiğim bir hayalim gelmedi aklıma. Daha önümüzde çok vakit var neden vazgeçeyim ki ama? Yazıyı bitirirken pası Jitterbuggin Bats'e atıyorum. Hadi yaz bakalım sen nelerden vazgeçtin.

Futbol Pazarı

Bir pazar gününü daha futbolla geçirmek için arkadaşlarla yola düşüyoruz. Yiğit, Kaptan Orta Kapı, Vamos Bien'in sevilen yüzü Çağatay ve belki zaman zaman blogda yorumları da olan Sirius'la birlikteyiz. Güzel bir gün olacağını düşünüyorum. Programımız şudur:

16.00 Vefaspor - Bağlarbaşı (Vefa Stadı)
20.00 Kasımpaşa - Karşıyaka (RTE Stadı)

Bizce çok güzel bir program oldu. Gönül ikinci maça Karşıyaka tarafından girip adrenalin yaşamak isterdi ama sanırım biletleri bitmiş. Neyse sağlık olsun. Akşam maçların hikayesini taşırım bloga. Yine "Futbolu sevmiyorum ama yaşasın tribün kültürü!" diyerek yazıyı bitireyim.

Temassal Flört

Mesela otobüstesiniz, otobüs biraz kalabalık gibi ama tam da böyle konserve halinde değil. Yanınızda hoş bir kız ya da kızsanız hoş bir erkek var. Tanımadığınız biri tabi ki. O da sizi hoş bulmuş olacak ki aslında hareket edebileceği bir alan varken etmiyor ve bir şekilde temasta kalıyorsunuz. Omzunuz sırtına deyiyor, kolunuz koluna deyiyor vs. İki taraf da bundan rahatsız olmuyor ve teması kesmiyor. İki taraftan biri durağı gelince iniyor ve bu kısa ilişki de böyle bitiyor. İşte ben bu flörtsel durumlarda çok eğleniyorum.

Not: Bu durum kesinlikle ford/fordçuluk değildir. Ford dediğiniz şey kız tarafının rızası dışında gerçekleşir. Benim anlattığımda alan memnun satan memnun. Gençler birbirini beğenmiş, birbilerine temas etmek istemişler. Evet durum budur.

Jean

-Jean Amerika'nın şalvarıdır.
-Eee?
-İşte şalvar abi.
-Yani?
-Böyle hani giymemeliyiz bence.
-Sebep?
-Jean Amerika'nın şalvarıdır.
-Yürüyün gidin lan manyak mısınız arkadaşım? Reklamsever bir insan olarak beni reklamdan soğuttunuz. Aklınızı başınıza devşirin. Jean Amerika'nın şalvarıdır diye reklam mı olur lan? Amerika'da bir giyim firması da şalvar Türkiye'nin jeanidir dese nolurdu? Ben söyliyeyim hiçbir şey olmazdı. Çünkü öyle saçma sapan şey olmazdı. Sinirleniyorum muntazaman.

Süper

Sabah saatleri, bu saatlerde işler yoğun oluyor hep. Yine yoğun. Uluslararası bir şirkette çalışıyorum. İlerde bir gün başka bir yere geçmek istediğimde CV'mde ışıl ışıl parlayacak bir şirket. Kendimi de beğendirdim galiba. Bazen kullanıldığımı hissediyorum ama yok yok. Müşteriler beni çok seviyor. Birçoğu mekana arabasını park eder etmez beni istiyorlar. Eh istemekte haksız da sayılmazlar.

Haklılar tabi ki. Tabi ki beni isteyecekler. Ağzımdan çıkan herşey süper. Şimdiye kadar süper olmayan bir hizmet verdiğim olmadı. Tam da istedikleri gibi. Dolayısıyla memnun olup yine beni istiyorlar. Yine bazen kullanıldığımı hissettiğim gibi ağzımdan çıkanların bana ait olmadıklarını, sanki başka bir yerden geldiklerini de hissediyorum ama yok yok. Bu kadar süper şey benden başkasının üretimi olamaz.

Ahmet Ağabey var birlikte çalıştığımız. İşe ilk başladığımdan beri elimden tutar. Bir yerlere geldiysem onun da payı vardır bunda. Müşterilerle genelde birlikte ilgileniriz. Fakat anlamıyorum bütün işi ben yaparım parayı ona verirler. Daha şimdiye kadar bir bahşiş bile aldığımı hatırlamam. İşte bu yüzden bazen kullanıldığımı hissediyorum. Biz burda müşteriye süper hizmet verelim parayı Ahmet Ağabey alsın oh ne ala.

Yine bir gün müşteriye hizmetimi sunuyorum. Süper hizmetimi. Dedim ya süper olmayan bir hizmetim yoktur benim. Neyse efendim, ağzımdan süper şeyler çıkarken birden kitlendim. A-a gelmiyor. Zorluyorum, ıkınıyorum yok. Ağzımdan tek birşey çıkmıyor. İşte o an o süperliğin benim olmadığını ilk hissettiğim andı. Ahmet Ağabey yetişmişti hemen beni müşterinin önünden alıp o ilgilenmişti. O gece hep o anı düşündüm. Neden kitlenmiştim?

Ertesi gün içimi dolu dolu hissediyordum. Sabah yoğunlukta yine işe başladık. Ahmet Ağabey daha uyanamamıştı galiba, sersem gibiydi. Müşteriyle ilgilenirken yine elimden tuttu ama elimi erken sıktı. Bütün üstü başı ağzımdan gelen süper sıvıya bulanmıştı. "Amına koduğum pompası." dedi. Çok kırıldım. O an kaçıp gitmek istedim işyerinden. Hortumum izin verseydi sessizce ağlayabileceğim bir yere kaçardım. Kaçamadım.

Sürttür

50 küsür yaşlarındaki iki amcanın muhteşem diyaloğu:

-Abi dilim sürçüyor.
-Diline sürteyim.

Ti-Ti

Bir marka düşünün ki bir araştırma yapılsa ülkede en nefret edilen marka çıkabilir. Bir de reklam şirketi var. Bu markanın yöneticileri gelip bu reklam şirketinden yeni tv reklamları için fikir proje vs istiyor. Kreatif grup başlıyor çalışmaya, düşünüyorlar taşınıyorlar kesin bir sürü fikir buluyorlar. Bir tanesi de alalım başlı başına bir antipati abidesi olan yazar-oyuncu bir kadını, yanına da M. ve F.'siyle birlikteyken göze hoş gelen ama yalnız başına iticilikten iticiliğe koşan bir müzisyen koyalım. Bunlar seri reklamlar halinde kah birbirlerine iğrenç espriler yapsınlar, kah bağıra bağıra izleyenin sinir sistemine tecavüz etsinler.

Bu fikir de diğer fikirlerle birlikte nasıl oluyorsa kreatif direktörün de masasından onay alıp geçiyor. Firmaya sunum yapılmadan önce muhtemelen şirketin genel müdürü de bakıyor ve bu fikrin hangi akla hizmet yazıldığını sormayıp onayı basıyor. Firmanın yetkilileri sunumu dinleyip nasıl bir kafa yüksekliğindeler, nasıl bir ruh halindelerse bu fikri seçiyorlar. Hiç kimse durumun garipliğinin farkına varılmıyor. Metin yazarları reklamı daha antipatik hale nasıl getiririz diye çalışarak metinlerini yazıyor. Set kuruluyor, oyuncular oynuyor, kameralar çekiyor. Bütün aşamaları tamamlanan reklam tv kanallarına yüklü miktarda para ödenerek veriliyor.

Şimdi soruyorum, arkadaşım iyi misiniz? Zaten nefret edilen bir markayı neden böyle bir reklamla iyice tiksinilecek hale getiriyorsunuz? Kafanız güzeldi desem öyle olsa eminim çok daha iyi fikirler çıkardı. Harcadığınız paralara yazık. Ayrıca da nasıl insanlar reklam ajanslarında vs. çalışıp para kazanırken ne beyinler işsiz geziyor bunu da anlıyoruz. Neyse efendim sözün özü, senden ölesiye nefret ediyorum TürkTelekom, ne kadar uğraşırsan uğraş daha fazla nefret ettiremezsin parana yazık.

Kazım Kanat

İzlerken en çok eğlendiğim spor yazarlarındandı. Özellikle Ahmet Çakar'la olan atışmalarını izlemek adeta komedi filmi hissi veriyordu. Kızamıyordum bu adama ne kadar yanlış konuşsa da. Farklı bir havası vardı. Safçaydı falan ama iyi niyetliydi ve aklından geçeni konuşuyordu. Bu yaştan sonra küpe takıp tvye öyle çıkmaya başlamıştı. Kanseri yenmişti ama zatüreye yenildi. Beni sabah sabah çok üzdü. Başımız sağolsun, mekanın cennet olsun Kazım Kanat.

Ders

Aynı yıl içinde hem Denizel Makro Algler hem de Film Grameri dersleri alacak olan tek kişi benim değil mi?


Futbolu sevmiyorum ama yaşasın tribün kültürü!

Mamamimi mimi maykrofon şov

Joleney hanım mimlemiş. Bu mimi de kim çıkardı acaba? Bu maili 50 kişiye gönderirsen pandalar halay çekecek mailleri gibi ilerliyor. Neyse zinciri bozmak ayıp galiba bozmayalım o yüzden.
1-blog yazmaya ilk ne zaman başladın?
2007 sonuydu. Aralık gibi. Önce Maybe hanımın blogunda konuk 1-2 şey yazmıştım. Sonra neden ben de yazmayayım ki bir blog diyiverip başladım. Aaa bakın şimdi blogun adı konusunda da Maybe'den yardım almışımdır burda onu da açıklıyayım. Ayrıca taktikler falan da vermişti de pek uygulayamadım gidiyoruz öyle.

2-blog yazısı konularının belli bir çizgide olmasına özen gösteriyor musun?
E tabi bi tarz yaratmak lazım bir yerde. Gerçi zaten anlatmak istediğim şeyler genel olarak aynı tarz olduğu için konular belli bir çizgide ilerliyor. Misal bir Rüya Bilmecesi etiketim var ki herkes okumalı herkes gülmeli. Onun dışında Fenerbahçe çizgisinde gidiyorum tabi ya nolacaktı? Genel olarak çizgim şudur ki okuyan sıkılmasın. Ben bir bloga baktığımda 10 dk mı verip bi yazısını okuyup sıkıldıysam küfrediyorum yazara. Ağzım bozuktur benim.

3-blog yazmayı ne kadar sürdüreceksin?
Nasip kısmet meselesi bunlar. Durup dururken oh my god artık kendimi inzivaya çekmeliyim, havuçlarım kanıyor, bütün dünyanın yükü sırtıma bindi diyip de blogu kapatmam. Yazma sıklığım düşer belki ama yine de blogger denen olay sürdükçe bu blog açık kalacaktır. Ara ara girer yazarım birşeyler.

4-blog yazmak senin için eğlenceli bir uğraşken,şimdi artan bekleyiş yüzünden zorunlu bir hal almaya başladı mı?
Yok öyle birşey. Ayrıca kim o bekleyiştekiler? Bi mail falan atsalar da gözlerinden öpsem. Öyle fan derecesinde takipçilerim olduğunu sanmıyorum. Ha bir ara bi isimsiz gelmişti o da sonra noldu kim bilir? Velhasıl, aklıma birşey gelince girip yazıyorum işte. Ha eğer derseniz ki biz hayranınız her gün yaz ama gel bak arada da görüşelim bi bira ısmarlayalım takılalım falan. Valla yazarım her gün en az 3 yazı. Bunu yaparım.

5-blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor musun?
Uuu nelerden feragat etmiyorum ki? Bazen sıçmıyorum desem inanır mısınız?
İnanmazsınız. İnanmayın tabi lan manyak mıyız? Ben buraya yazı yazmak için sıçmayacağım siz de buna inanıcaksınız. Çatır çatır afedersin.

Eveet bir de şimdi benim mimlemem lazım sanırsam. O zaman Postacı Ceren olsun,
Kaptan Orta Kapı olsun bi de Laf-ı Güzaf'cığım olsun.

Mahalle

Bu yazıyı aslında dün yazacaktım ama o kadar üşendim ki bugüne kaldı. Zira önceki gece benim evin olduğu sokakta oturan bir adam evinde kendini öldürmüş. Allah rahmet eylesin ne var bunda diyebilirsiniz tabi ama durun okuyun. Dün Yiğit'le konuşurken tekrar hatırladım da normal bir mahalle gibi görünen mahallemde bu olay bir değil iki değil.

Sene muhtemelen 1994-95. Sakin bir Pazar sabahı kahvaltı yaparken cam kırılması sesleri eşliğinde bir çığlık ve ardından güm diye bir ses gelir. Çocuk aklında yer eden ama fazla düşünmeyince hatırlanmayan bir manzara. Yan binanın önünde yerde kanlar içinde yatan bir adam. Sonradan öğrendiğimize göre karısıyla kavga ederken artık canına tak etmiş koşa koşa kendini camdan aşağı atmış. Allah rahmet eylesin.

Önceki olaydan 3 ya da 4 yıl sonra. Karşımızdaki eski gecekondu satılmış yerine işhanı dikmek üzere hafriyat çalışmaları başlamıştır. Kepçeyi kullanan kendinibilmez ve artık sorumsuz sorumlular kimse kazılan yerin bitişiğindeki binanın temeline doğru kazarlar. Bir öğledensonra çığlıklarla cama çıkarız. Bitişikteki binanın temelinden yandaki çukura doğru topraklar, betonlar düşmektedir. Neyse ki olacak olanın habercisi olur bunlar da ev boşaltılır. 5-10 dakika geçmeden büyük bir gürültüyle, gözlerimin önünde ev çukura doğru yıkılır. Bütün mahalleyi gri toz bulutu kaplar. Neyse ki bu sefer ölen ya da yaralanan yok.

Yine tam tarihini hatırlayamıyorum ama lisedeyim. Yani bi 5-6 yıl önce diyebiliriz. Akşam ders çalışırken dışarıdan feryatlar ağıtlar gelmeye başlar. Yine meraklı mahalleli camlardadır. Ambulans sireni duyulur. Olay kısa sürede tüm mahalleye yayılır. Bizim evin bitişiğindeki evde oturan yeni evli genç kadın çöpü bırakmak için aşağı indiğinde yoldan geçen bir şerefsiz kadının kolundaki bilezikleri görür. Kadını bayılttıktan sonra bodruma indirip, tecavüz ederek öldürür. Suçlu halen yakalandı mı yakalanmadı mı bilmiyorum.

Evet aklımdan en sıcak şekilde yer eden olaylar bunlar. Tabi ara ara çıkan şiddetli kavgaları hiç saymıyorum. Son olayda intihar eden adamcağızın da borçları varmış, dayanamamış. Bu da böyle moral bozucu bir yazı olsun. İdare edin.

Ne bayrammış arkadaş

Bayram gelmedi daha evet ama ben şimdiden bıktım bayramdan. Önce çikolatasıydı, lokumuydu şimdi de bayram tebrik kartları. Şirket müşterilere şirin gözükecek diye yapmadığı maymunluk kalmadı. Adamların alıp "Aa kart yollamışlar." dedikten sonra çöpe atacağı bir zarf ve kart için şimdi burda yazıp da şirketin finansal sırlarını açığa dökemeyeceğim yüklü miktarlarda ödeme yapıp, bunlardan 20.000 (yirmibin) tane satın alıp, bir de bunları bir gün içinde Anadolu ve İstanbul'daki merkezlere dağıttıran şirkete Allah akıl fikir versin.

Emokid


Bir emonun gerçekten emotional olduğu tek an; yaz boyunca özenle uzatıp tüm sinir bozuculuğuyla tek gözünü kapattığı saçlarının okulların açılma vakti geldiğinde berber zeminine düştüğü andır.

Ankara'ya

Ankara'ya deplase oluyoruz. 2 gün yokum ortalıkta. Şimdi "Sanki her gün 10 yazı yazıyordun da iki gün yokum diyorsun." diyebilirsiniz de tabi. Birşey diyemem haklısın ağbi derim. Ağbi derim ama ağabey yazmam. Ağabey ne yahu? Abi de iyidir ama en iyisi ağbi. Neyse koptum gittim konudan. Evet Ankara'ya. Alınan duyumlar önemli ve güzel şeyler olacağı yönünde. Umarım tribünde de sahada da keyifli ve mutlu biten bir deplasman olur.

Yeni Kitap

Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 100 Fırça Darbesi

Hayatı seviyorum ama yaşamaya üşeniyorum. Ha bu demek değil ki intihar etmek istiyorum. Yapman ben öyle saçma şey. Sadece aklıma geldi öyle. Ben de anlamlı gibi görünen cümleler kurabiliyorum.

Akıllı ol İETT

Güya İETT okullar açılınca ilk 3 gün sabah ve akşam saatlerinde bedava taşıyacaktı yolcuları. Evet, taşıyor taşımasına da 2 haftadır takip ettiğim üzere hiç aksatmadan her sabah 06.52'de durağımda olan otobüs neden iki gündür gelmiyor? Bedava gideceğim yere servisi kaçırıp işe geç kalmamak için taksiyle gidiyorum. Bu ne lan? Akıllı ol İETT!

26.03.2000


Galatasaray'ın en iyi olduğu dönemler, maçı da sanırım az çok herkes hatırlar yoğun Galatasaray ataklarıyla geçmişti. Ama işte Samuel Johnson'ın frikiği çıldırtmıştı bizi. O hafta okula rahat gitmiştik. Atkımızı bağlamıştık boynumuza, cansın beybi falan diye gezmiştik. Kadrolara da dikkatli bakalım. Çok değil 8 yıl önce kadromuzda Serkan Özsoy, Ömer Karabacak, Gökhan Bozkaya gibi kişiler varmış. Serkan Özsoy'u biraz hatırlıyorum altyapıdan çıkmıştı ama şimdi nerdedir bu insanlar bilemem. Bir tarafta Hagi bir tarafta büyük yetenek Oulare. Şu maçı da kazandık ya Galatasaray'a karşı nasıl yenildik geçen sene hala aklım almıyor. Linki gönderen ve yazı fikri veren Sirius'un da dediği gibi "Şu maçta 6 (kulaklar çınlasın) yemedik bir de üstüne yendik ya.İnanması acayip zor." gerçekten de çok zor.

Uncle

"Geçen yıl Dorock'a gidiyorduk da çok kafa şişiriyor. En iyisi Şahika falan yine."

"Kiev deplasmanına gidelim mi? Deplasman bahane Ukraynalı'lar şahane."

"Lübnan kızları güzel oluyormuş diyorlar doğru mu?"

Bu ve buna benzer sözleri söyleyen kişi üniversite öğrencisi birisi falan olmalı değil mi? Fakat 45 yaşındaki amcamın sözleridir bunlar. Zaman zaman Fransa'dan aldığı konser DVD'lerini izletmişliği de vardır. Bir insan hem Dow-Jones vs borsaları deli gibi takip edip, borsadan para kazanıp hem de Linkin Park falan dinler mi? Oluyor işte. Seviyorum seni amca.

Diycey koppar bizi

Minibüsler Maybe Hanım'ın uzmanlık alanıdır ama ben de nacizane bir tespit yapayım. Minibüs şoförleri dünyanın tek mobil dj'leridir.

Rüya Bilmecesi 11

Uzun zaman olmuştu Rüya Bilmecesi serisine yazmayalı. Son gördüğüm rüyayı toparlayabildiğim kadarıyla yazmaya çalışayım.

Rüyanın başlangıcında şehir içinde çok yüksek bir -nasıl anlatsam bilmiyorum- tarihi eser gibi bir şeyin tepesinde uyanıyorum. Etrafa bakıyorum biraz, aşağı inmem için hiçbir yol yok. Yakınlarda bir tren istasyonu görünüyor. Aşağıdaki insanlardan yardım istiyorum. Seferber oluyorlar nasıl indirsek diye. Sonra birisi "Atla birşey olmaz güven bana" diyor. Nasıl güveniyorum bilmem bırakıyorum kendimi aşağıya. Gerçekten de havada süzülüyorum. Süzüle süzüle aşağı iniyorum. Atla diyen adamın yanına gidiyorum nasıl oldu bu diye. Burda olur böyle şeyler umursama diyor. "Peki ben nasıl çıktım oraya?" diye soruyorum. "Dün gece çok sarhoştun. Sonra sızdın birden orda uyandın olur böyle şeyler." diyor. Sonra tekrar sızıyorum.

Bu sefer uyandığımda büyük bir hastane avlusu gibi bir yerdeyim. Aşırı steril ortam, mavi ışıklandırmalar. Beyaz önlüklü birisi geliyor yanıma üzerimde yaptıkları araştırmaları tamamladıklarını çok ilginç bir hastalığım olduğunu ve sızıp farklı bir yerde uyandığımı söylüyor. Tedavi olabilmem için de büyükannemin değişmesi lazımmış. Büyükanne diyorum çünkü anneanne mi babaanne mi bilmiyorum öyle bir büyükannem varmış ve kendisi Yahudi'ymiş. Hem de en cimrisinden. Bu cimriliğini bırakırsa ben de düzelirmişim. Öyle diyor doktor bey.Tekrar sızıyorum.

Bu sefer uyandığımda çok görkemli bir malikanenin dış demir kapılarının önündeyim. Tam ayılırken kapılar açılıyor. Yaşlı bir kadın bahçeden bana doğru yürüyor. Ben de onun yanına gidiyorum, meğer meşhur büyükanne kendisiymiş. Sarılıyor bana alnımdan öpüyor. "Senin için değiştim evladım." derken arkama bakıyorum malikanenin önündeki yolda bir araç konvoyu var. Büyükanne; "Herkesle aramı düzelttim, Filistin'den bile gelenler var." diyor. Görüntü adeta jimmy jible çekiliyormuş gibi yukarıya doğru çıkıyor. Kuşbakışı malikanenin bahçesi, önündeki araba konvoyu ve bana sarılmış büyükanne görüntüsüyle adeta bir Hollywood filmi sonu gibi rüya bitiyor.

Ufaklık

Cüsse olarak sumo güreşçisinden hallice kişilere "ufaklık" , "minik" gibi lakaplar takmak başka milletlerde de var mı acaba?

Erkan Bey

Şirkette Erkan diye birisi var ki geçen gün gayet ciddi olarak söylediklerini bloga taşımalıyım.

"Sahurda uyandım, apartmandaki tüm daireleri ziyaret etim, hepsinde çay içtim. Dün akşam da teraviyi (burayı hatırlayamıyorum)'da kıldım, bu akşam (yine hatırlamıyorum tabi ki)'da kılacağım. Eee kardeşim bu sene free son Ramazan'ım, seneye evleniyorum. Tadını çıkaralım değil mi? Gülme Mehmet ciddi söylüyorum."

İlahı Erkan. Tanıştığımızda da "Ben bu şirketin en matrak elemanıyım." demiştin de hı hı evet demiştim.

Sedat Kapurtu

Çılgın Sedat'ı anmıştım birkaç gün önce. Ne olduğunu merak etmiştim. Yorumlara eklenen bir haberde Zeytinburnuspor'la sözleşme imzaladığı 35 yaşından sonra futbola başladığı yazıyordu. Gerçekmiş yahu. Yani saygıdeğer Çılgın Sedat Bey'in soyadı Kapurtu mu bilmiyorum da Zeytinburnuspor 1 Eylül'de 35 yaşında ve ismi Sedat olan başka birini transfer etmemiştir sanırım. Fotoğrafa dikiz.

Dehele

-İyi günler efendim dieyçel ekspresten arıyorum.
-...
-Dehele efendim kargo şirketi.

Koleksiyon

Michael Phelps kızları evine madalya koleksiyonunu göstermeye çağırsa ya.

Çılgın Sedat


Çılgın Sedat'a ne oldu ya? Akıllandı mı? Hastaneye mi yattı?

Sen beni Ataköy'de bir yata,
Tarabya'da bir kata,
Bir de beş para etmez bir cep telefonuna ulan..

Martini

Hekimoğlu derler benim aslıma,
Kenyon Martin yaptırdım da narinim kendi nefsime.

 


Templates Novo Blogger 2008