Etimoloji -- Gemi --

"Ah küçücük gemi, sulara attın şimdi kendini."

Çok uzun yıllar önce, daha büyük imparatorluklar bile kurulmamışken ulaşım genellikle karadan, at üstünde sağlanırmış. İlk kurulan uygarlıkların bir çoğu da hepimizin bildiği gibi Ege'de bulunmuştur. O zamanlar Ege'deki küçük devletçikler Yunanistan ile Anadolu arasındaki ulaşımda çok zorlanırlarmış. Trakya'dan dolaşarak, İstanbul boğazını küçük teknelerle geçerek çok meşakatli bir yoldan gidecekleri yere varabilirlermiş. Deniz ulaşımı için sadece bu küçük tekneleri yapabiliyorlarmış. Bir gün bu tekne yapanlardan birisi bu işten çok rahatsız olmuş. "Keşke daha büyük bir tekne yapabilsek de şu Ege'yi dikine geçebilsek, hem insanlar zaman kazansa hem de ben para kazansam." demiş. Bunun için çalışmalarına başlamış. Bütün varını yoğunu harcamış, uzun süre sadece bu büyük tekne için uğraşmış. Sonunda bir gün yelkenle yol alacak bu büyük tekneyi yapmayı başarmış. Yanındaki kalabalıkla birlikte iskelede duran eserine bakarken arkadaşlarından biri "Peki bunun ismi ne olacak? Büyük tekne demek çok saçma." demiş. Adam düşünmüş, denize bakmış. Kararsız bir ifadeyle "Ege mi olsa acaba?" demiş. "Aaa evet. Ege mi olsun o zaman?" demiş. "Ege mi olsa?" "Ege mi olsun" derken Gemi olmuş çıkmış.

Erkek

O sabah diğer sabahlardan çok farklıydı. Onun bu kısa hayatındaki en farklı günlerden biri olabilirdi. Belki de en farklısı. Daha önce yaşamadığı bir tecrübe yaşayacaktı sonuçta. Haftalardır kendini buna hazırlamaya, alıştırmaya çalışıyordu ama hala içindeki tedirginliği ve korkuyu atamamıştı. Çevresindeki herkes ondan daha heyecanlı bir şekilde bekliyordu olacak olayları. Ailesi şimdiye kadar hep yanında olmuştu ve bu sefer de tabi ki yanındaydılar. Evet, o sabah çok farklıydı.

Karışık duygularla uyandı. İçinin bir yanı heyecan, bir yanı mutluluk fakat büyük bir yanı da korkuyla kaplıydı. Annesi kahvaltıya çağırdı. Heyecandan pek bir şey yiyemedi. Kahvaltıdaki yumurtalar ona kötü şeyler olacağının habercisi gibi geliyordu. Zaman ilerledikçe korkusu büyümeye başladı. Yine de artık dönüş yoktu bu yoldan, bir kere karar verildikten sonra kaçışı yoktu. Yaşaması gerekiyordu bunu. O güne özel elbiselerini giydi. Maşallah çok da güzel olmuştu. Ona, o güne özel dikilmişti bu giysiler. Adeta bir kral kadar şık görünüyordu. Ya da küçük prens.

Ailesiyle birlikte yola koyuldular. Başına gelecekleri az çok biliyordu ama artık kaderine razıydı. Korkusuna hakim olmaya çalışarak herkesin ondan beklediği vakur duruşu sergilemeye çalışıyordu. Fakat içten içe neredeyse korku-heyecan karışımından kalbi patlayacaktı. Önce nedenini hala anlayamadığı bir şekilde camiye gittiler. Annesi dua ederken babasıyla caminin avlusunda geziniyordu. Onu gören herkes neler yaşayacağının farkına varıyor ve ona sevgiyle karışık bir gururla bakıyorlardı. Kendini prens gibi hissetmesi gerekiyordu. Korkak prens.

Sonunda bütün bu hazırlıkların sonucunun alınacağı yere geldiler. Korkusu kapıdan girmeleriyle artık doruk noktasına çıktı. Kalabalıktan bir an kurtulsa arkasına bakmadan kaçmayı düşünüyordu. Kapıdan çıkacak, nefesi kesilene, ciğerleri yanana kadar koşacaktı. Bu yük artık omuzlarına çok ağır gelmeye başlamıştı. Dayanamıyordu çevresindekilerin beklentilerine ve içindeki korkuya. Dayısını gördü orda. "Aslan yeğenim!" diye sarıldı dayısı. Birlikte bir odaya girdiler. Gözlüklü bir adam da onların arkasından girdi. Babasıyla annesi de odadaydı ama onunla daha çok dayısı ilgileniyordu. "Çıkar" dedi gözlüklü adam. Prens giysilerinin bir kısmı üstünden ayrıldı. Çıplak prens.

Sırt üstü uzandı. Dayısı omuzlarından tutuyordu. Artık neredeyse korkudan ölecekti. Kolay şey mi adeta etinden et kopacak gibi hissediyordu ve haksız da sayılmazdı. Gözlüklü adam ona doğru eğildi. "Korkma, elim hafiftir." dedi. Bu söz onu rahatlatmadı tabi ki. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Gözlüklü adam işini icra etmeye başladı. Kulağında saçma bir ezgi yankılanıyordu. "Yumurtanın sarısı...."

Yeşil Bileklik

Konser bitti be yavrum ya çıkarabilirsiniz artık bileklikleri.

-Tu, sen de canım.

Metallica

Son dakika gazına geldim. Bileti de son dakika piyangosuyla buldum. Gidiyoruz konsere bakalım. Gönül isterdi ki tribünde sakin sakin izliyeyim. Aslında tam şu anda korkmaya başladım. Metalcilerden çok korkuyorum ben zira. Bir de üstüme kusan olursa kavga etmek isterim ama edemem çok kabalıklar. Neyse bakalım yıllardır da dinlememiştim Metallica. Gidip bi nostalji yapalım.

Rüya Bilmecesi 10

Taze taze rüya geldi. Sıcaklar, tatile gidememek, ayak parmak ucunu bile suya sokamamak rüyalarda etki yapmaya başladı.

Rüyamın başlangıcında Yiğit'le devlet dairesi gibi bir yerdeyiz. Holde o meşhur sarı rahatsız bekleme sandalyelerinde oturuyoruz. Hani yapışık olur ya 3 tanesi, neyse. Elimizde pasaportlarımız var. Belli ki bir yere vize almak için bekliyoruz. Her taraftan Arapça konuşmalar geliyor. O anda Suriye'deyim diye düşünüyorum. Fakat nereye vize almak istediğimiz hakkında bir fikrim yok. Hol fazlasıyla sıcak. Alnımdan sırtımdan terler boşalıyor. Bir ara bakıyorum karşımda oturan Yiğit soyunmaya başlıyor. "Çok sıcak abi dayanamıyorum ben." diyor. Ondan aldığım gazla ben de soyunuyorum. Sadece boxerlarla kalıyoruz. Etraftan birileri geçiyor ama kimse de garipsemiyor bu durumu. Bir süre daha bekledikten sonra "Ben dayanamıyorum giricem artık içeri." diyorum ve üzerimde boxer elimde pasaportla önünde beklediğimiz odaya dalıyorum.

Masada oturan adam kafasını kaldırıp bana bakıyor. "VİETNAAAAM!" diye neşeyle çığlık atıyor. Ne Vietnam'ı lan diye düşünmeye fırsat bulamadan "Give, give" diyerek eliyle pasaportu vermemi işaret ediyor. Uzatıyorum birşeyler yazıyor pasaporta, bu sırada arkamdan Yiğit de gelmiş. İki boxerlı herif bir konsolosluğun odasında pasaportlarımızın işlemini bekliyoruz. Adam ikimizin de pasaportlarını uzatıyor OK diyor. Bir anda kendimizi bir sahilde buluyoruz. Boxerlar mayoya dönüşmüş. Kumda yatarken önümüzdeki bir gruba gözüm takılıyor. Lisede bizden alt dönemlerde olan gençler grupça takılıyorlar. Aralarında tanıdıklarım da var tanımadıklarım da.

Biraz onlarla sohbet ettikten sonra denize girmeye karar veriyoruz. Havlumun yanına dönüyorum ve telefonumu kumun içinde buluyorum. Yiğit de aynı şekilde. Telefonlarımızın tuş takımlarını vs kumdan temizlemeye uğraşıyoruz. Bu sırada hava iyice kararmaya başlıyor. Kumları telefonun bir yerinden atıyorum başka yerine bulaşıyor. Sinir, stres içinde onunla uğraşırken rüyada bile denize giremeden uyandım.

Mehmet Mete Kaşıkara

Türkiye bir depresyon ülkesi. Depresyonla yaşamaya alışmamız lazım.

Bozuk Para

Hani şu YTL'ye geçmeden önce çok olurdu. Bir kağıt para önce demire dönüşür sonra da tedavülden kalkardı. İşte o para benim. Şimdi demire dönüştüğümü hissediyorum.

The Dark Knight

Aslında öyle büyük bir Batman fanatiği sayılmam. Hatta her zaman Spiderman'i daha çok sevmişimdir. Fakat Batman'in kötü adamlarına büyük bir hayranlığım olmuştur Jack Nicholson'ın Joker'liğinden beri. Tommy Lee Jones'un Two-Face canlandırması ya da Arnold Schwarzeneger'in Freezer hallerini hep çok beğenmişimdir. Batman'de her zaman kötüler kazansın istemişimdir ama pis yarasa bir şekilde tepeler kötüleri. Bu seferki kötü adam Joker ise bambaşka olmuş.

Batman - The Dark Knight'a da biraz meraktan biraz yapıcak bir işim olmadığından vizyona girdiği ilk gün gitmiş oldum. Biraz fazla uzun olması dışında gerçekten güzel bir film. Christopher Nolan yine başarılı olmuş. Christian Bale'le iyi bir ortaklık kurdular gibi görünüyor. Seviyorum böyle yönetmen - oyuncu bağlantılarını. Ancak bana bu filmde başrol olması gereken yani filmi büyük ölçüde sürüklemesi gereken Batman (Christian Bale) biraz sönük kalmış gibi geldi. Belki de karşısında giderayak hayatının en başarılı oyununu oynayan Heath Ledger olduğu içindir. Joker rolüyle kendine hayran etti beni. Keşke ölmeseydi de bu oyununu geçebilecek mi görebilseydik. Büyük ihtimalle öldükten sonra Oscar kazanan oyuncular arasına girecektir. Christian Bale'in bir dezavantajı da bence zaten böyle aşmış bir Heath Ledger varken bir de diğer tüm sahnelerinde Michael Caine, Morgan Freeman ya da Gary Oldman gibi ustalarla karşılıklı oynamasıdır. İnsan ister istemez onlarla karşılaştırıyor.

Oyunculardan çıkıp filme dönersek, biraz uzun olduğunu söylemiştim. Belki bir 15-20 dk daha kısa olabilirmiş ama filmin çoğunda tempo neredeyse hiç düşmediği için sıkılmıyor insan. Patlamalar, çatlamalar, kavga-dövüşler yerli yerinde. Salak bir Hollywood aksiyonu izliyormuş gibi hissetmedim. Batman'in en önemli özelliklerinden olan Gotham City'nin o karanlık ve karamsar havası da çok iyi verilmiş. Harvey Dent Two Face'e dönüştükten sonraki o yanmış yüz makyajı ya da herneyiyse gerçekten takdir edilmeli. Sözün özü, vaktiniz varsa gidin izleyin. Yoksa da bir vakit yaratın. Bu Joker'i herkesin bir an önce görmesi lazım.

İçimde bir boşluk var neyle doldursam?
Para da yok aşk da yok. Yine mi hayal kursam?

Persona

Türk işi Persona böyle olur:

"Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesine bağlı bir köyde yaşayan ve bugün 30 yaşında olan Suat Tek, 7 yaşındayken bisiklet almadıkları için ailesine küstü ve 23 yıldır konuşmuyor. Tek, ilköğretim ve lise yaşamı boyunca öğretmenleri ve arkadaşlarıyla konuşarak iletişim kurdu. Ancak ailes, yakınları ve köy sakinleriyle konuşmama inadını bugüne kadar sürdürdü. 23 yıl içinde sadece yazarak iletişim kuran Tek, gazetecilerin "neden konuşmadığına" yönelik sorusunu da yazılı olarak "Nedeni yok. İçimden gelmiyor, bilmiyorum." şeklinde yanıtladı. Suat Tek, evlenirken memurun sorusunu yazılı olarak yanıtlamış, boşanırken de mahkemede derdini yazarak anlatmış. Dede Veysel Zeybek "7 yaşındayken bisiklet istedi. Babası, alamayacağını söyledi. Bu olaydan sonra küstüğünü sanıyoruz. Gerçi babası bir süre sonra konuşsun diye bisiklet aldı. Ancak o yine hiç konuşmadı." dedi. Baba Rıdvan Tek; tek oğlunun konuşması için doktora gittiklerini, her yolu denediklerini ancak bir sonuç alamadıklarını söyledi. Köylüler ise dört gözle Suat Tek'in konuşacağı günü bekliyor."

Haber Akşam gazetesinden.

Bir golsüz biten maçlar bir de yalnızlık canımı çok sıkıyor.

Rüya Bilmecesi 9 - Araf - Devam

Önce bunu okuyun : Rüya Bilmecesi 9 - Araf -

İlk bölümden devam...

Su yüzeyinde tüm gücümüzle yüzmeye çalışıyoruz. Etrafta başka yüzen insanlar da var. Bir süre nereye gideceğimizi bilemez şekilde yüzdükten sonra tam artık yorgunluktan kolumu oynatamaz hale geldiğim anda uzakta bir ada görüyorum. Hep beraber kurtulma umuduyla o adaya doğru kulaç atıyoruz. Bu sırada yeryüzünden yüzlerce metre yükseklikte bir adanın nasıl olabildiğini hiç düşünmüyorum. Hem de görüş alanımızda bir dağ yokken. Neyse sonunda adaya varıyoruz ve sahile çıkıyoruz. Kurtulduğumuzu düşünerek büyük bir rahatlamayla kendimi kumlara bırakıyorum. Gökyüzü çok değişik bir renkte. Adeta flaş parlamasında oluşan beyazlıkta ve her yeri tam olarak aynı renk. Biraz sahilde uzandıktan sonra bir köpek havlamasıyla doğruluyorum.

Uzaktan bana doğru çok sevimli bir köpek geliyor. Köpek hiç bana bakmadan yanımdan geçtikten sonra arkasından baktığımda kalça kısmında sadece kemiklerin göründüğünü görüyorum. Daha bunun şaşkınlığını yaşayamadan adadaki ormandan sahile doğru insanlar geliyor. Hepsinin bir yerlerinde ölümcül yaralar var. Kimisinin kafasının yarısı yok, kimisin karnından arka taraf görünüyor. O anda ölülerle dolu bir adada olduğumuzu ve muhtemelen bizim de öldüğümüzü anlıyorum. Görünürde hiçbir yaram olmadığı halde öldüğüme çok eminim.
Buna kendimi inandırdıktan sonra ne korku kalıyor ne şaşkınlık. Kaderime razı oluyorum. Ormandan çıkan insanlardan biri "Çabuk bizi takip edin gitmemiz gerek!" diyor. Hep birlikte ormana giriyoruz. Adadaki bitkiler hariç herşey ölü. Ormanda yürürken aslında ölmesi gerekirken uçan kuşlar veya ağaçta sallanan maymunlar görüyorum. Sonunda ormanın ortasında bir kliseye geliyoruz. Klisede boş bulduğumuz bir sıraya oturuyoruz. Her taraf hınca hınç ölü insanlarla dolu. Sağ önümde oturan adamın kafasının içinde bir bıçak var. Bir anda klisenin içindeki gürültü kesiliyor. Herkes susuyor ve sahne gibi yere çıkan pelerinli adamı izliyoruz. Belki de kadındı bilmiyorum çünkü yüzünün olması gereken yerde sadece siyah bir boşluk görünüyor. Pelerinli adam sahnenin ortasına geliyor, ellerini kaldırıyor ve ben uyanıyorum.

Rüya Bilmecesi 9 - Araf -

Baktım da Rüya Bilmecesi başlığı altında hep bir önceki gece gördüğüm rüyaları yazmışım. Bu sefer ki çok eskilerden gelsin. Göreli belki de 1 yılı geçmiştir ama hala ilk sabahki kadar net hatırlarım her anını. Öyle de değişik bir etki yaptı üzerimde nedense. Başlığa Araf diye isim koymak istedim çünkü anladığım kadarıyla bu rüyada Araf'a gittim.

Rüyayı görmeden önceki gece 3 kişiyle birlikte bir evdeydim. Rüyada da aynı grup olarak çok yüksek bir binanın en üst katındayız. Her taraf cam ve göz alabildiğine manzara var. Manzaranın bir tarafı denize bakıyor. Hangi şehirde olduğumuzu bilmiyorum. Hep birlikte manzaranın güzelliğine büyülenmiş bir şekilde bakıyoruz. Denize doğru bakarken birden şiddetli bir gürültü geliyor. Görüş alanımıza birden inanılmaz büyüklükte bir uçak giriyor. Uçak denize doğru arkasından dumanlar çıkararak düşmekte. Şaşkınlık içinde uçağın düşüşünü izliyoruz ve denize çakılıyor. Oha öldü insanlar falan diye düşünürken uçağın düştüğü yerden küçük çaplı bir tsunami kıyıya doğru gelmeye başlıyor. Tam tsunami görünmüşken gökyüzünden bu sefer de neredeyse uçakla aynı boyutta bir füze denize doğru geliyor. Biz panik içinde olanları izlerken füze de denize düşüyor ve binayı sallayan bir gürültüyle patlıyor. Patlamanın oluşturduğu tsunami önceki küçük tsunamiyle birleşip bulunduğumuz binaya doğru gelmeye başlıyor. Aşağıda insanların kaçıştığını görebiliyorum. Napıcağımızı bilemez bir şekilde dışarıda olanları izliyoruz. Dev dalga geliyor geliyor ve binaya çarpıyor. Bina büyük bir şiddetle sallanıyor, camlar kırılıyor ama yıkılmıyor. Neyse çok yüksekteyiz kurtulduk heralde diye düşünüyorum. Fakat bir süre sonra suyun yükseldiğini görüyoruz. Su yükseliyor yükseliyor ve kırılan camlardan bulunduğumuz kata girmeye başlıyor. Bir süre etrafa kaçışıyoruz. Kattaki kapıyı açınca ordan da su giriyor. Su belimizi aşmaya başlayınca yüzerek binadan çıkıyor ve suyun yüzeyinde kalmaya çalışıyoruz.

Devamı ikinci kısımda....

In Bruges

"Bruges, it's in Belgium"
Bu filmi izleyin. Daha önce izlemeyin diye öneriler yapmıştım. Bu sefer tersi olsun. Gerçi izleyenler de vardır tabi ki ama izlemediyseniz kesinlikle izleyin. Son zamanlarda yapılmış en güzel kara komedi filmi belki de. Colin Farrel'ın kaşları ilk defa rahatsız etmiyor. Bruges da ne güzel şehirmiş öyle diyorsunuz ama bu güzellikleri tanıtım filmi edasıyla gözünüze gözünüze sokmuyor film. Ayrıca komedi dedim de evet komik film ama sonlarında gözünüze birşey kaçabilir. Öyle bir hisli etkisi de var filmin. Dikkatimi çeken ilginç bir şey de filmdeki oyunculardan üçünün Harry Potter serisinde Lord Voldemort , Deli Göz Moody ve Fleur Delacroix rollerinde oynamaları. Harry Potter da bir yerden fırlayacak sandım filmde bir de ona güldüm. Son sözden önce de diyeyim ki o Fleur Delacroix'yı da oynayan bayan ne kadar güzel bir insanmış öyle. Bu filmde daha da iyi gördüm. Son sözüm de sakin bu filmi izlemeyi ihmal etmeyin.

Mehmetstein

İki şeyi sonsuza kadar yapabilirim; sigara içmek ve hayal kurmak ama ilkinden o kadar emin değilim.

Aşçıbaşı

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, memleketin birinde bir aşçı yaşarmış. Bu aşçı hayatı boyunca hep lezzeti herşeyiyle kusursuz olacak yemeği yapabilmek için malzemeler aramış. Sürekli yeni yeni bitkiler topluyormuş, yeni baharatlar katıyor, etini, suyunu kıvamını sürekli değiştiriyormuş. Bu deneme yanılmaların da her seferinde gayet güzel deniyormuş ama hep yanılıyormuş. Bazen yemek piştikten sonra tadı güzel olmuş gibi gelse de yedikleri midesinde kalmayı reddetip dışarı atıyorlarmış kendilerini. Aşçı yine aç kalıyormuş ve yine yeni bir yemek için malzeme arayışına giriyormuş. Bazen ise daha yemek pişmeden kıvam tutmuyor, hamur patlıyor, malzemeler tencerede aşçının hünerli ellerinden geçmeyi ve pişmeyi kabul etmiyorlarmış. Çünkü o malzemeler aslında başka bir aşçının yemeğinde olup o başka aşçının midesine girmek istiyorlarmış.

Gel zaman git zaman bizim aşçı hep böyle başarısız tecrübelerden sonra bir gün tesadüfen bir takım malzemelerle karşılaşmış. Gördüğü anda anlamış. "İşte bu!" demiş. "İşte yıllardır aradığım, mükemmel yemeği yapmama yardım edecek olan malzemeler bunlar." Hemen toparlayıp pişirmeye götürmeye çalışmış fakat bu seferkiler öncekilerden de farklıymış. Belki de gerçekten piştiklerinde kusursuz yemeği oluşturacakları için toplanmaya bile izin vermemişler. Aşçının tüm uğraşları faydasızmış. Malzemeler aşçının mutfağına girmeyi katiyen istemiyorlarmış. Aşçı sonunda yorulmuş. Hem o malzemelerden hem de tüm bu kusursuz yemeği yapma uğraşısından. Derler ki aşçı o gün bugündür hiç yemek yapmayı aklından bile geçirmemiş. "Mükemmeli gerçekleştirecek malzemeler hayatta önüme bir kez çıkar. Çıktı. Onu da pişiremedikten sonra yemek yemenin ne anlamı var?" diyormuş. Ölüm orucundaymış.

Anket Bitti

Anket koymuştum Lemonya ile ilgili yazmaya devam edeyim mi etmiyeyim mi diye. Anket sonuçlarına göre devam etmem gerekiyor. Çok az bir fark olsa da Lemonya severler kazandı. Sıkıcı bulanlar da belki sonraki yazıları severler. Ankete katılanlara da bol bol teşekkürler.

Ben mutsuzum hakim bey!

Rüya Bilmecesi 8

Uzun bir aradan sonra Rüya Bilmecesi'ne devam. Bu seferki rüyamın serinin öncekileri kadar absürd ya da komik bir özelliği yok. Fakat belki de ilk defa bu kadar mutlu olduğum bir rüya gördüğüm için kayıtlara geçmesini istedim.

Rüyamda küçükken yazları tatile gittiğimiz Silivri'deki İSKİ'nin tesislerindeyim. Yaşım da sanırım şimdikinden küçük, 18 falan. Kalabalık bir arkadaş grubumuz var ve başlarda her genç grup gibi kah basketbol sahasında kah sahilde oturuyoruz vakit geçiriyoruz. Arkadaş grubunda biri var ki şu an yüzünü gözümde canlandıramadığım ama tekrar görsem kesinlikle tanıyacağım, 2-3 kez otobüs durağında görüp "Ne kadar saf bir güzelliği var, Hoş kızmış." diye düşündüğüm bir kız. Rüyamda gördüğüm bu zaman geçirmelerde yavaş yavaş biz bu kızla yakınlaşıyoruz. Bir an rüya hızlı çekime giriyor sanırım ve kendimi kızla el ele otururken buluyorum. Gruptan bir çocuk da galiba biraz kıl oluyor bu duruma fakat umursamıyoruz. Rüyanın kalanında sürekli kızla el ele geziyoruz, yan yana güneşleniyoruz, çimlerde yatıyoruz. Sürekli birlikte vakit geçiriyoruz. Kesinlikle cinsel bir münasebet olmuyor ve hatta öpüşmüyoruz bile. İşte burda da anladım ki rüyadaki kızın bir önemi aslında yok. Ben o saf sevgi anlarındaki hisleri çok özlemişim. Neyse sonra hatta bir karede kızı alnından öpüyorum da başını kaldırıp gözleri sevgi dolu bakıp gülümsüyor. O anda içime inanılmaz bir mutluluk yayılıyor. Rüyanın sonları tabi yine biraz garipleşiyor. Yaz günü ne alakaysa Fenerbahçe'nin yurtdışında çok önemli bir maçı varmış ve yine ne alakaysa ben o maça gidecek parayı bulmuşum. 1 hafta görüşemeyecekmişiz kızla. Gözleri dolu dolu bakıyor bana ama her anlayışlı sevgilinin yapması gerekeni yapıp diğer sevgilime olan tutkumu hoş karşılıyor, ses çıkarmıyor. Vedalaşırken tam dudaklarına yaklaşmışken utanıyorum ve yanağını öpüyorum. Gözleri dolu ama yine sevgiyle bakıyor. Uyandığımda gerçekten çok mutluydum. Özlemişim bu hisleri, rüyada bile olsa güzeldi.

Kısa Kısa

Önceki postta koyduğum Fenerbahçe amblemi sanırım biraz büyük olmuş. Bende normal görünüyordu ama başka bilgisayarda bakınca anladım ki evet büyükmüş. Neyse idare ediverin canım artık.

İlk defa oynadığım PS3'te ısınma turlarında bile başarılı bir performans sergileyip takım arkadaşım sevgili Sirius'la 3 maçın 2 sini kazanmamız ertesi güne moral oldu sanırım ki bugün de oynanan 6 maçın 5'ini kazanarak rakip arkadaşlarımızı biraz sinirlendirdik. Kusura bakmasınlar.

19.07 Dünya Fenerbahçe'liler Günü'nde harika bir tekne turu organizasyonuyla Ünifeb'li arkadaşlarımızla tekrar görüştük. Ne kadar özlemişim tezahurat yapmayı. Bu sene de pek doyamayacağım sanırım çeşitli sebeplerden fazla maça gidemeyeceğim için. Neyse artık böyle organizasyonlarla tek tük gidebildiğim maçlarda tüm içimi dökerim.

19.07'de saat tam 19.07'de boğazda GS Adası önünde olmamız ve "Şeytan Diyor Ki Yanaş Şuna" pankartımız eğlenceliydi. Makara, müzik, danslar, marşlar, meşaleler vs güzel bir kutlama oldu tüm Ünifeb ailesine de teşekkürler.

Uzun zaman sonra bir rüyamı hatırlayarak uyandım ve sanırım ilk defa uyandığımda gerçekten mutluydum. Bu rüyamı da Rüya Bilmecesi başlığı altında bir dahaki yazıda anlatacağım.

Son olarak Sirius mükemmel bir ev sahibi. Arkadaş ne ara kalktın da hazırladın o kahvaltıyı. Eline sağlık anam tekrar.

19.07


Dünya Fenerbahçe'liler Günü Kutlu Olsun

Okan Bayülgen

Yine NTV'nin Yeşil Kuşak'ından gidiyorum. Bu Yeşil Kuşak olayında reklamlardan önce birileri çıkıp çevreyle ilgili birşeyler söylüyor siz de rastlamışsınızdır. Heh işte onlardan biri de Okan Bayülgen. Çevreyle ilgili verdiği mesajı takdir etsem de söylemeliyim ki Okan Bayülgen seni delicesine kıskanıyorum. Neden kıskanıyorum? Ünlü bir adam, başarılı televizyoncu, zengin falan filan diye mi? Hayır değil. Adam o reklamda diyor ki "Fotoğrafçı arkadaşım "....." (ismini hatırlamıyorum.) 'la Tuvalu'ya gidicez." sonra da Tuvalu'yu anlatıyor kısaca. İşte bu yüzden kıskanıyorum. Adam Tuvalu'ya gidiyor yahu.

Tuvalu şöyle bir yer ki en yüksek yeri 5 metre olan bir takım adalar ülkesi. Küresel ısınma yüzünden tüm adalar okyanusa batmak üzere. Dünya üzerinde gerçekten görmek istediğim birkaç yerden birisiydi lakin muhtemelen ben göremeden batacak. Bu yüzden kıskanıyorum seni Okan Bayülgen. Şanslı ve zeki bir adamsın kıymetini bil.

Shannyn Sossamon

Wristcutters - A Love Story filminin bence en güzel şeyi. Fazlasıyla güzel, fazlasıyla sevimli. Şair etti bak burda beni. Ah Shannyn vah Shannyn seviyorum seni.

Hep Beraber Diyebilmek İçin 3

Ortaklar direniyordu. Ancak Çelebi Mehmet bu sefer ordunun başına "Bilmem kaçıncı tuğuna ettiğim" Bayezid Paşa'yla beraber bizzat geçmişti.Osmanlı ordusu inanılmaz büyüklükteydi. Hepsi bu kardeşliği öldürmek,bu güzel düzeni yıkmak arzusuyla dolu onbinlerce yeniçeri Ortaklar üzerine yürüdü.Ortaklar yaşlısından kadınına kadar bütün kardeşleriyle zalim düzenin ordusuna direndi ancak dayanamadı. Yenildiler. Binlerce kardeş kılıçtan geçirildi.Ortaklar düştükten sonra Osmanlı bir ordu da Deliorman'a yolladı.Deliorman'daki örgütlenme henüz başlangıç aşamasında olduğu için Şeyh Bedreddin'in müritlerinin dayanması kısa sürdü ve yenildiler.Döneminin en büyük bilgini Şeyh Bedreddin Mahmud yine dönemin en büyük emperyalist devleti Osmanlı'nın eline esir düştü.Bilginler tarafından kurulan bir heyet tarafından yargılandı.Onu yargılamayı bilginlerin büyük çoğunluğu reddettiği için bu heyeti toplamak da pek kolay olmadı.Kendisi de kararın verileceği tartışmalara katıldı ve hiçbir af talebinde bulunmadı. Sonunda sarayın beklediği idam kararı çıktı. Edirne'de başlayıp tarihe damgasını vuran bu büyük insanın hayatı Serez'in esnaf çarşısında ,bir bakırcı dükkanı karşısında, bir ağaca asılı olarak son buldu.Serez çarşısı dilsiz, Serez çarşısı kör,Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü,yağmur çiseliyordu...

Kaynak:Azap Ortakları-Erol Toy
Alıntılar:Şeyh Bedreddin Destanı-Nazım Hikmet

Hep Beraber Diyebilmek İçin
Hep Beraber Diyebilmek İçin 2

Hep Beraber Diyebilmek İçin 2

Bir süre Timur'un yanında danışman olarak da kalan Bedreddin,Timur'un Osmanlı'yı bozguna uğrattığı Ankara Savaşı'nı Timur'un yanından izledi.Bedreddin,Ahlati'nin ölümünden sonra dergahın başına geçerek Şeyh ünvanını kazandı.Bir süre sonra Edirne'ye dönmek amacıyla yola çıkan Bedreddin,önce Börklüce Mustafa sonra da Torlak Kemal'le tanışıp İzmir-Aydın arasındaki bir bölgeye yerleşti.Burda yardımcıları aracılığıyla ve bizzat halka konuşarak fikirlerini yayan Bedreddin,birçok sempatizan topladı.Zaman içerisinde halkın oldukça büyük bir çoğunluğunu örgütlenmiş,yeni bir toplum düzeninin temelleri atılmaya başlanmıştı.Bu düzende herkes üzerine düşen görevi büyük bir memnuniyetle yapıyordu.Çünkü herkes biliyordu ki ne üretirlerse, ne kadar üretirlerse hepsi yine kendilerinin olucaktı.Nazım'ın da dediği gibi yarin yanağından gayrı her şeyde beraber dediler.Kurulan bu düzenin farkında olan Çelebi Mehmet, Bedreddin'i önce zorla kazaskerliğe getirdi.Sonra ise saray içindeki çıkar çevrelerinin baskısıyla İznik'e sürgüne gönderdi.Bedreddin'in sürgüne gitmesi Aydın-Ortaklar'da (Kurulan yeni
kentin ismi Ortaklar'dı ve halen Aydın'da Ortaklar beldesi bulunmaktadır.)kurulan düzenin yıkılmasına neden olmadı.Uzaktan yönetime devam eden Bedreddin gelen haberlerle mutlu oluyor,hayata bağlanıyordu.Çünkü Ortaklar Çelebi Mehmet'in gönderdiği orduları 3 defa yenmiş ve özgürlüğünü korumuştu.İznik'te daha fazla kalamayan Bedreddin,Tatar illerine gitmek amacıyla yardım istediği İsfendiyar Beyi tarafından Osmanlı'ya satıldı.Kırım yerine kendisini Trakya'da bulan Bedreddin,Deliorman yakınlarında kendisine gizli bir yerleşim yeri buldu.Deliorman'da da propagandaya başlayan ve bir çok mürit toplayan Bedreddin bu kutlu isyanın iki yerde birden sürmesini sağladı.

Hep Beraber Diyebilmek İçin
Hep Beraber Diyebilmek İçin 3

Hep Beraber Diyebilmek İçin

Lisedeyken Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin'le ilgili yazdığım derleme bir yazıyı buldum bilgisayarda. Eklemek istedim. belki sıkıcı gelir ama nostalji işte. Bir zamanlar ciddi şeyler de yazıyordum ben.

HEP BERABER DİYEBİLMEK İÇİN
"hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayrı her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için..."

Osmanlı'nın önüne geleni yenerek topraklarını genişlettiği, kuruluş dönemini düşünün.O dönemde doğmuş,büyümüş, Osmanlı medreselerinde eğitim almış ancak hiçbir zaman kendisine öğretilenlerle sınırlı kalmamış ve düzene ayak uydurmamış çağının çok ilerisinde bir bilgin düşünün.Bu bilgin 1359 yılında,Simavne'de Kadı İsrail ve Melek Hatun'un oğlu olarak dünyaya geldi.Zekasıyla hemen dikkat çeken bu çocuğun ismi Mahmud'du...

Mahmud (Sonraki tam ismiyle Seyh Bedreddin Mahmud),eğitimine babasının başında olduğu medresede başlayıp daha sonra Bursa'da devam etti.Kendini hem fen bilimlerinde hem fıkıhta hem de sosyal bilimlerde geliştirdi.Öğrendiklerini sürekli sorgulayarak bir neden-sonuç ilişkisi kurmaya çalıştı.Öğrencilik yılları büyük başarılarla biten Mahmud bir süre Mısır- Suriye ve İran arasında dolaştıktan sonra Sultan Berkok tarafından oğlunu eğitmesi için saraya alındı.Bu görevi sırasında Mahmud'un hayatının dönüm noktasını oluşturacak bir olay olucak ve Şeyh Hüseyin Ahlati ile tanışıcaktı.Ahlati Mahmud'a Bedreddin ismini taktı ve Mahmud'da bu ismi benimsedi.Zamanla yaptıkları tartışmalar sonucunda Bedreddin Ahlati'nin öğretisini kabul edip,
dervişliğe soyundu.Din konusunda bambaşka yorumlar getirdi ve kendisinden önce Mansur'un da dediği gibi "Tanrı benim" dedi. Daha sonra sosyolojiyle ve felsefeyle daha çok ilgilenen Bedreddin devlet yönetimiyle ilgili döneminin çok ilerisinde fikirler ortaya koydu.Bedreddin'in fikirlerinde üretim araçlarının üretenlerin tamamının malı olması,herkesin ürettiğince kazanç
elde etmesi ve kardeşçe bir yaşam gibi o dönemde dile getirilmesi imkansız olgular vardı...

Hep Beraber Diyebilmek İçin 2

Hep Beraber Diyebilmek İçin 3

Batak

Kağıt oyunları konusunda az çok bilgili olduğumu düşünürüm. Blöften Pokere birçok kağıt oyununu oynayabilirim. Hatta pokerde kendime güvenirim de bayağı. Babamdan öğrendiğim bazı şeylerle briç bilgim de var hiç oynamış olmasam da. Fakat gel gör ki batak bilmiyorum. Bir erkek olarak bundan utanmam gerekli mi bilmiyorum ama sanırım batak bilmeyen erkeğe rastlamadım. Şimdiye kadar da bilmediğimi çaktırmamaya çalıştım. Batak oynanan ortamlara gitmedim. Bütün çabalarımla batak bilmediğimi sakladım ama artık yeter. Yok mu bana batak öğreticek biri?

Deve Güreşi

Deve güreşinde altta olup rakibin alttaki oyuncusunu tekmeleyerek oyunu kazandıran insanlar bence hayatta yeri geldiğinde çakallık yaparak her türlü zorluğu göğüsleyip üstesinden gelen insanlardır.

Heyecan

Otobüs otogarda perondan çıkarken geri geri gittiği an hissettiğim heyecanı tatillerimin başka hiçbir anında hissetmedim.

Ulu

Sabah ezanı okuyan imama uluyarak cevap veren sokak köpeği, derdini anlıyorum ve sana tüm kalbimle katılıyorum.

Zavallı Ayzek

NTV'nin Yeşil Kuşak kapsamında gösterdiği Yemekler Ve Gerçekler belgeselinin yapımcıları ne istiyorsunuz ulan çocuklardan?

Bir çocuk seçmişler adı da Ayzek. Küçük Ayzek'le önce konuşuyorlar aklı başında her çocuğun diyeceği gibi "I hate hot broccoli, I hate cold broccoli, I hate all broccoli." diyor. Bunu duyan yapımcılar durur mu illa yediricekler Ayzek'ciğime brokoliyi. Hiç üşenmiyorlar bir grup popüler çocuk oyuncuyu Ayzek'in okuluna getiriyorlar. Bir süre beraber takıldıktan sonra oyuncular ve öğrenciler birlikte yemeğe oturuyorlar. Yemekte sosis, püre, bezelye ve brokoli var. Ayzek ve diğer mantıklı çocuklar sosisten dalıyor yemeğe. Bir yandan da karşılarında yemek yiyen oyuncu çocukları kesiyorlar. Ünlüler ne yer ne içer merakı var tabi. Neyse, ünlülerden biri tüm şerefsizliğiyle brokoliden başlıyor yemeğe. Bir yandan da "Brokoli nefis, ben çok severim. Brokoli yersen ilerde koca koca kasların olur." gibi şeyler zırvalıyor. Zavallı Ayzek ve arkadaşları bunu görünce abanıyorlar brokoliye. Suratlarını ekşite ekşite yiyorlar yemeklerini. Eminim yedikleri en iğrenç öğün bu onlar için. Hepsi de bu zalim yapımcılar ve şerefsiz çocuk oyuncuların suçu.

Ayzek de karaktersizmiş ama onu anladım. Okuldan sonra eve gidiyor taze brokolisever Ayzek ve evet evde de brokoli yiyor. Hadi yemesini geçtim bir de nefis diyor. Ah be Ayzek'im tamam çocuksun falan ama birkaç saat önce ölesiye nefret ediyordun be kuşum. Ne bu tutarsızlık? Neyse, çocukla çocuk olmayıp yapımcılara dönersek. Rahat bıraksanıza kardeşim çocukları. Çocuk dediğin brokoli, ıspanak falan yer mi? Hamburger yer, çikolata yer, pizza yer. Doğaya müdehale etmeyin film çekeceğiz diye. Ne demiş Nazım bile: Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.

Anket

Bloga ilk defa anket koydum. Lemonya konusuna devam etmekte kararsız kaldım da, az çok blogu takip edenlerden fikir alayım dedim. Katılın, sevindirin şu yazarı.

Canım Çekiyor

Conrad - lemonya -:
ahah nasıl çekmez lan
Maybe.:
meyva mı bu mehmet:D:D

Evet, bu konuşma üzerine yazmak zorunda hissettim. Benim canım film çekiyor. Öyle durup hadi bir film izliyeyim diyip film izleme isteğine kapılmak değil. Durup dururken canınızın bir turşu ne bileyim baklava çekmesi gibi. Durup dururken Jurassic Park izlemeliyim diyorum. Başka bir gün sırf arşiv olsun diye indirdiğim Fight Club'ı canım çekiyor belki 10. kez izliyorum. Sadece ben miyim böyle olan? Sizin canınız da bir Independence Day veya The Faculty falan çekmiyor mu? Ayrıca evet Maybe hanım meyva bu ya da meyve. Back To The Futureeeeagghh.

Cumartesi

Şu güzel Cumartesi akşamında hepiniz dışarıdasınız değil mi terbiyesizler? Evde yalnız başında oturan bir benim.

Job

İki gündür hırsızlık filmlerinden gidiyorum. Önce The Bank Job sonra The Italian Job. Neyse ki ikisi de eğlenceli, vaktime değen filmlerdi. The Brazilian Job da çekiliyormuş 2009'da onu da izlerim artık.

The Bank Job
İngiltere'nin en büyük banka soygununun sinemaya aktarılmış hali. Gerçek bir hikayeye dayandığı için inandırıcılık gibi bir sorun yok filmde. Neyin kurgu olarak eklendiğini anlayamıyorsunuz tabi. Jason Statham başrolde yine çok başarılı. Filmin temposu, eğlence unsurları gayet yerli yerinde. Sinema sanatına muhteşem bir katkı değil ama eğlenerek vakit geçirmek için iyi bir seçim.
The Italian Job
Edward Norton'ın belki de en kötü performansını görmek için izlenebilir bu film. Adam resmen zoraki oynamış. Çekim bitse de eve gitsem havalarında her sahnede. Onun dışında gayet güzel film. Başarılı soygun planları, araba kovalamacaları, araya sıkıştırılmış esprilerle eli yüzü düzgün bir Hollywood aksiyonu. Bir Hollywood aksiyonunda Jason Statham'ı görmek de güzel. Evet, seviyorum bu adamı. Neyse bu film de eğlenmek için izlenir. Tavsiye ederim.

Rahat Uyu

Bugün 11 Temmuz 2008. Yani güzel insan Conrad Mc Rae'nin hayata gözlerini kapatışının 8. yılı. Soran arkadaşlar oluyordu Conrad ne diye. İşte bu güzel insanın hatırasınadır Conrad nicki kullanmam. Rahat uyu Conrad Mc Rae.

*Ölüm tarihi 10 Temmuz olarak da geçer ancak ABD'de öldüğü için bizim tarihimizle 11 Temmuza denk geliyor.

Acil

Ağır yaralı bir hasta için kalp aranmaktadır. Ten uyumu saptanan donörden nakil gerçekleştirilicektir.

Seninle uyuşmak hoşuma gidiyor.
Sensiz uyuşmak acı veriyor.

Because maybe you're gonna be the one that saves me
and after all you're my wonderwall

Uyuşuk

"Tarantino announced at P-Town Film Festival that he finished the script on June 21, 2008"

Bu haber Quentin Tarantino'nun yeni filmi olarak hatırladığım kadarıyla 3-4 yıldır - belki daha fazla - beklenen Inglorious Bastards ile ilgili. Kill Bill'den bile önce aklında bu proje olduğu söyleniyor. Ufak bir araştırmayla filmle ilgili birçok söylenti ya da bizzat Tarantino'nun söylediği bilgilere ulaşılabilir. Mesela oyuncu kadrosuyla ilgili saydığı isimler insana "Yeter artık gelsin bu film!" dedirtiyor. (Michael Madsen, Tim Roth, Sylvester Stallone, Bruce Willis, Johnny Depp, John Travolta, Adam Sandler, Eddie Murphy, Harvey Keitel, Paul Walker, Mickey Rourke, Christopher Walken, John Jarrat, Fred Williamson)

Asıl değinmek istediğim ise bu pek sevdiğim adamın uyuşukluğu ve aymazlığı. Sen böyle bir sinema dehasına sahip ol, adeta sinemaya yeni bir akım getir, çektiğin 2-3 filmden sonra takipçin yönetmenler Tarantinist diye anılmaya başlasın ama bu kadar az film çek. Bu efsane ismin tamamını kendi çektiği sadece 5 film olduğunu bilmek ne kadar şaşırtıcı. Bu 5 filmden biri de zaten kankası Rodriguez'le muhtemelen içerken güzel kafayla karar verdikleri tamamen eğlencelik Grindhouse projesinin Death Proof'u.

Jackie Brown'dan sonra Kill Bill'e kadar hayranları 6 yıl bekleten bu herif, Kill Bill'den beri de 4 yıldır bekletmekte insanları. (Death Proof'u saymıyorum.) Inglorious Bastards'ı duyuralı bunca yıl olmasına rağmen senaryoyu 2-3 hafta önce bitirmek uyuşukluk değil de nedir? Tamam insan yavaş çalışmayı, detaylarla dibine kadar uğraşmayı sevebilir, saygı duyarım. Fakat sen bu süre içerisinde gidip Hostel gibi saçma sapan işlere yapımcılık yapmakla uğraşırsan aymaz damgasını da yapıştırırım.

Neyse bu kadar eleştiri yeter. Eh artık senaryoyu da bitirdiğine göre umarım hızlanır biraz da gerçekten dediği gibi 2009 Cannes Film Festivali'nde Inglorious Bastards piyasaya çıkar. Sabret gönül...

Misyon

--Bu aralar benim haberim olmadan üzerime bir görev yüklendi sanırım. İnsanların izlememesi gereken filmleri izleyip önceden uyarıyorum. Hepsine de belki güzeldir diye başlıyorum. Sonunda harcadığım vakte yanıyorum. The Ruins , Jumper , Vantage Point , WAZ şimdilik bunları izlemeyin. Elbet yine uyaracağım bir film çıkar yazarım.

Lemonya'dan Sevgiler

İşte örnek bir Lemonya'lı olan Mehetpa Caglari 'nin ülkesine duyduğu sevgiyi resme dökmüş hali. Böyle Lemonya'lılar oldukça ülkemizin sırtı yere gelmez. Teşekkürler ediyoruz.

Joaquin Phoenix

3 yıl önce Johnny Cash olan Joaquin Phoenix, Reservation Road filminde gördüğüm kadarıyla gerek oyunculuğuyla, gerek tipiyle adeta Haluk Bilginer olmuş.

Fişek 2

Havaya atılan her havai fişek parasını verenin götünde patlasın afedersiniz. Çok sinirlendim bu akşam gürültülere. Bir huzur verin lan!

Etiketsel Nostalji

Şimdiye kadar yazdığım yazıları etiketleme işine giriştiğimi söylemiştim. Etiketleri koyarken inanılmaz nostalji yaşıyorum. Bir yazıyı açıyorum mesela sanki bikaç gün önce yazmışım gibi geliyor okuyunca, bir bakıyorum ki Mart'ta yazmışım. Klişemizi de yapalım; zaman ne çabuk geçiyor böyle.

Psycho Killer

İnsan neden katil olur diye bazen düşünürüm. Neden birisini öldürmek ister ki insan? Ya da toplu katliam yapmak? Belki o ölenlerden bazıları da şu an yan sokağımdaki kalabalık gibi son ses arapça oyun havaları eşliğinde kına gecesi yapıyorlar, katilin beynine tecavüz ediyor, ne birşey okumasına ne de izlemesine izin veriyorlardır.

Lemonya Bayrağı

İşte güzel ülkemiz Lemonya'nın bayrağı. Bayrağın simgelediklerini ve kısa tarihini anlatmak gerekirse; Lemonya bayrağı ilk olarak ülkenin kuruluş zamanlarına tekabül eden 12. yüzyılda, bir saray ressamı ve aynı zamanda kralın özel müzisyeni olan Emerak de Baskano tarafından turuncu, beyaz ve sarı yatay renklerin ortasında güzel bir limon figürü olarak resmedildi. Daha sonra 19 Haziran 1887'de Lemonya bağımsızlığını kazanıp Anayasal düzene geçince ülkedeki huzuru simgelemesi adına bayrağın soluna dikey yeşil blok eklendi.

Bayraktaki renklerden yeşil dediğim gibi ülkedeki sonsuz huzuru temsil eder. Ortadaki beyaz limonun da ortasında bulunan çekirdeklerin beyazını anlattığı gibi Lemonya insanlarının karakteristik özelliklerinden olan saflık ve barışçıl hislerin simgesidir. Üstteki turuncu limonun kabuğu ile birlikte ülkenin sıcakkanlı insanlarının bir temsilidir. Alttaki sarı ise limonun sulu kısmını hatırlatması yanında Lemonya'nın ne kadar eğlenceli ve zevk-ü sefa düşkünü insanlarla dolu olduğunu anlatır. Eh limonun anlamını söylemeye gerek var mı bilmem ama Lemonya'nın dünyaca ünlü limonlarından sadece birisidir.

The Ruins

Böyle bir film çekmiş Amerikalı arkadaşlar. Ne gerek varmış anlamadım. Hele Türk yapımı Büyü diye bir film varken. Hayır bir de belki de gerçekten Meksika'da veya başka bir yerde bir Maya tapınağı bulup orda çekmişler. En azından da birkaç milyon doları çöpe atmışlar. Demem odur ki Büyü'yü tekrar izleyin daha iyi. O kadar söylüyorum. Bir film daha ne kadar kötülenebilir ki?

Filmde asıl dikkatimi çeken ise senaristin has abaza oluşuydu. Yönetmen de olabilir tabi emin değilim. Allahın unuttuğu bir yerde bir tapınağın tepesindesin, birkaç saat önce karşında bir arkadaşının kafası patlamış, çadırın dışında yine bir arkadaşın beli bacağı kırılmış yatıyor, çadırda arkanda en yakın kız arkadaşın var, sen hala sevgiline sıvaz yapıyorsun. E yuh be arkadaş.

Bütsüz

Ovvv Yesss şeklinde Amerikanvari sevinmek istiyorum. İlk defa bütünlemeye girmeden bir tatil geçireceğim az şey mi?

Lemonya'yla İlgili

Lemonya Krallığı'nın bazı teknik bilgilerini yazmıştım. Şimdi de atlaslarda yazmayacak bir takım bilgiler verelim.

*Lemonya'nın milli içeceği tekiladır. Lemonya'nın tüm evlerinde her zaman mutlaka bir şişe tekila bulunur. Aile toplantılarında olsun, gençlerin partilerinde olsun tekila ikramı eksik olmaz.

*Lemonya'lılar herhangi bir yemeğe - özellikle salataya - sirke konmasını kendilerine ve ülkelerine yapılmış büyük bir saygısızlık kabul ederler.

*Lemonya'da büyük göğüslü kadın bulmak çok zordur. Tek tük çıkan büyük göğüslü kadınlar toplum içerisinde farklı tepkiler alır. Erkekler tarafından büyük ilgi görürken, kadınların kıskanç bakışlarına maruz kalabilirler. Bu kadınlar genellikle manken ya da zengin toprak sahiplerine eş olurlar.

*Lemonya'lılar mercimek çorbasını ve bir zamanlar Lemonya'ya ziyarete gelen bir Türk'ten öğrendikleri lahmacunu çok severler. Dünya üzerinde Türkiye'den sonra en güzel lahmacunlar Lemonya'da yapılır. Lahmacunun Lemonya'da yayılışını da ilerleyen günlerde bir yazıyla sizlere aktarmak isterim.

İşler

Çantamı temizleyip, sonunda üşenmeyip alabildiğim flashdiskle gerekli aktarımları yaptıktan sonra bir dvd yazıp, tırnaklarımı kesince ne kadar çok iş yapmışım gibi hissettim. Galiba bu boşluk hissinden kurtulmak için alıştırmalar oluyor bunlar. Tez zamanda birşeyler yazmaya başlamam lazım.

 


Templates Novo Blogger 2008