davet

Adam-Beni bir daha sakın arama.
Kadın-(Telefondan gelen, anlaşılamayan kadın sesi)
Ben (İç Ses)-Yuh lan telefon açışa bak.
A-Suratıma telefonu kapatıyorsun, arıyorum açmıyorsun sonra da ödemeli arıyorsun
K-(Anlaşılamayan sesler)
A-Hee tabi hep öyle, nasıl bir samimiyetse...
Ben (İç Ses)- Aha sevgili kavgası.
.
.
.
.
.
(10 dk sonra)
A-Başrollerinde Selçuk Yöntem ve Taner Birsel'in rol aldığı, Ümit Ünal'ın yönettiği, Candan Erçetin'in müziklerini yaptığı Gölgesizler isimli filme gelir misin yarın benimle?
Ben (İç Ses)-Hönk? Muhabbete bak.Keşke durağa biraz daha olsaydı be...

yeşil otobüste cam kapanması

Yeni yeşil otobüsler var ya hani, artık pek yeni de değiller gerçi bir yıldan fazladır geziniyorlar trafikte. Neyse aman dışı yeşil olan Mercedes Citaro otobüslerden bahsediyorum. Bu otobüsleri esasında seviyorum. Sessiz ve sallanmadan gidiyor, yol boşsa hız yapabiliyorlar falan. Nefret ettiğim bir özelliği var ki bugün dalmış dergi okurken "Aha arkamda bomba patladı." diye koltukta sıçratan cam kapanma sesi. O kadar Mercedes olmuş, üstün Alman teknolojisi diye geçiniyor, bir camı sessiz kapatmayı becerememişler. Ayıp.

velkam tu may layf

2-3 hafta önce üye olmuştum bloxoo.com'a bugün bi baktım günün blogu yapmışlar burayı. Sevindim tabi, inceden bi kaba ette yükselme falan. Hayat zaten düzelmişti şu son 2 günde, bu de böyle tatlı şirin bir sürpriz oldu. (Sürpriz mi, süpriz mi tartışmasının galibi olarak ömür boyu gururla sürpriz yazacağım.) Neyse, evet şimdi bu yazı da orda görüp blogu ilk defa farkedenler ve gelenler için bir hoşgeldiniz olsun. Her zaman bekleriz efendim. İzleyiniz falan. Öyle bi kafayı uzatıp çıkmakla olmaz. Daimi müşterimiz olunuz.

*hı bu arada başlık ne alaka derseniz, hoşgelmiş işte, hoş olan hoş gelir ya ne olacaktı.

Mazorgazm'a giriş

Daha önce bahsettiğim Mazorgazm isimli kısa filme aylar süren aksilikler silsilesini en sonunda büyük oranda atlatarak, doğru oyuncuları bularak sonunda başladım. Oh be dünya varmış. Çevrede doğru insanların olması ne kadar güzelmiş. Film de kameradan güzel görünüyor. Umarım bitince de öyle olacak. Nasıl olursa olsun benim için sadece ilk yönettiğim kısa film olarak kalmayacaki, çok daha önemli bir hali var artık.

mutlu

yum. yumiyum.

Benim Cici Oscar'ım 2

11'de 8 tutturdum. Bazıları çok garantiydi tabi Heath Ladger, Kate Winslet falan. Tutturamadıklarıma yorum yapmak gerekirse, Milk'i izlemedim ama Sean Penn'in isminden ve filmin konusundan kazandığını düşünüyorum. Zira Mickey Rourke öyle bir oynamış ki The Wrestler'da, onu geçebilmek için oyunculuk performansından fazla bişeyler lazım.

En iyi yönetmen ödülünü ben David Fincher'a vermiştim ama Danny Boyle almış. Boyle'un alması sürpriz değil tabi ki. Fakat 13 dalda aday olan The Curious Case Of Benjamin Button'ın büyük ödüllerden tek alabileceği olan yönetmen ödülünü vererek Fincher'ın ağzına bir parmak bal vericeklerini düşünüyordum. Tabi bir de Slumdog Millionaire'de aslında sadece Danny Boyle'un yönetmenlik yapmamış olması da ödül alamayacağını düşündürmüştü.

En iyi yabncı film Oscar'ını kazanan Japon filmini izlemedim. Çok da doğru olmaz bu yüzden yorum yapmam ama Vals im Bashir'i izledim ve gerek konusuyla gerek vermeye çalıştığı açık ve alt metinlerde gizli mesajlarla, gerekse dünyada son zamanlarda meydana gelen olayların bir sonucu olarak, İsrail'in günah çıkarırken askerlerini aklama çabası ödüllendirilir diye düşünüyordum.

mal.

"Evin Cihangir'de değilse İstanbul'da yaşıyor sayılmazsın." diyen insanlar dolaşıyormuş sağda solda. Bana denk gelmedi çok şükür. Denk gelse muhtemelen kafasını Sıraselviler'den Cihangir Meydanı'na kadar yere sürterdim. Aklı başına gelirdi belki.

Benim Cici Oscar'ım

Geçen sene Oscar öncesi kasıp aday filmlerin hemen hepsini izleyip kendimce yorumlayarak Oscar dağıtmıştım. Bu sefer öyle çoğunu izlemeye vaktim olmadı ama izlediğim kadarıyla ve biraz da tahmini olarak yorum yapmadan şu NTV'nin anketinde verdiğim cevapları yazacağım. Maksat not düşmek olsun. Ne kadar tuttuğunu göreyim.

En İyi Film : Slumdog Millionaire

En İyi Yönetmen: David Fincher (The Curious Case Of Benjamin Button)

En İyi Erkek Oyuncu: Mickey Rourke (The Wrestler)

En İyi Kadın Oyuncu: Kate Winslet (The Reader)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Heath Ladger (The Dark Knight)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Penelope Cruz (Vicky Christina Barcelona)

En İyi Özgün Senaryo: Dustin Lance Black (Milk)

En İyi Uyarlama Senaryo: Simon Beufoy (Slumdog Millionaire)

En İyi Görüntü Yönetmeni: Anthony Dod Mantle (Slumdog Millionaire)

En İyi Müzik: A.R. Rahman (Slumdog Millionaire)

En İyi Yabancı Film: Vals im Bashir-İsrail

kırarım dirseğini

Sevgili kızlar;
Çantanızı dirseğinizin içine takıp, dirseği kırıp kolunuz yukarıda sahte bir nazik tavırla yürümek çantanızı omzunuza asıp yürümekten daha yorucu olmuyor mu? Neden böyle yaptığınızı anlayamıyorum.

Kasapoğluist bir yazı örneği

İsmimden muzdaribim. İsmimi hiç gizleme ihtiyacı hissetmedim ki kısa süre önce aldığım www.mehmetkasapoglu.com dan da direk bu bloga giriliyor. Neyse evet benim adım Mehmet Kasapoğlu tanıştığımıza memnun oldum. Neyse. İsmimden muzdarip olma nedenime gelirsek.

Şimdi burdan sevgili Karl Marx'ı ne kadar şanslı bir insan olduğu için kıskandığımı belirtmek istiyorum. Adam okumuş yazmış, o kadar Das Kapital'i yazmış falan tamam da bir kere babadan şanslı. Adamın soyadı Marx. O kadar uğraşısından sonra bir ideoloji haline gelen düşünceleri ve yaptıkları Marksizm olmuş. Aynı şekil düşününce Leninizm, Maoizm gibi farklı ideolojiler ve özellikle son zamanlarda çıkan Tarantinist yönetmen gibi kavramları görebiliriz. Ha neden kıskanıyorum ben Marx ve muadillerini? Yarın öbür gün ben de böyle büyük adam olsam -olmaz ya hadi oldu diyelim- yazsam öyle birleştirince ev yapılabilecek tuğlalar şeklinde kitaplar ve çeksem dünyayı yerinden oynatacak filmler, insanlar akın akın peşimden gelse, sağda solda genç erkekler "Ağbi Mehmet Kasapoğlu otuzbir çekse izlerim." diye konuşsa, her yeni eserim tüm dünyada heyecanla beklense falan bu ve bunun gibi fevkalade şeyler yaşasam da, düşüncelerim veya filmlerimdeki estetiğim ismimle anılan bir akım haline gelemeyecek.

Kasapoğluist, Kasapoğluizm, Kasapoğluesk. Yok hiçbiri olmuyor. Mehmet'ten yola çıksak bir nebze olacak ama o da hangi Mehmet yani şimdi bir de ülkede en çok kullanılan isme sahibim. Sarı Çizmeli Mehmet Ağa. Mehmetizm mi olurmuş hem. Yok hiç olmuyor. Marksizme bak, nasıl ağız dolduruyor. Çok kıskanıyorum seni Karl Marx.

Acı Birimi

Birine bir yerim acıyor dediğinizde mesela ne kadar derse "Biraz işte" , "Çok" gibi cevaplar verebiliriz. Fakat net bir şekilde ne kadar acıdığını anlatamayız. Çünkü acı ölçülemez ve bir ölçü birimi yoktur. Olsaydı bence hoş olurdu. Doktorlar özelinde genel olarak insanlarla ilişkilerimiz daha kolaylaşırdı. İnsanlar birbirini daha rahat anlardı. Sırf acıyla sınırlandırmayıp ağrı kısmını da işe katarsak, mesela kız arkadaşımız regl olduğunda karnım çok ağrıyor dediğinde vereceği ölçüyle ağrısını daha iyi anlarız. Peki ya acı ölçülebilseydi ve haliyle bir "acı birimi" olsaydı ne olurdu? Benim önerim çeşitli bölgelere göre değişir. Baş bölgesi için "detmetal" , gövde için "cenaceymisın", bacaklar ve ayaklar için "takozrecep" , kollar ve eller için "dambıldor". Sizce?

The Endless Case Of Benjamin Button

Ne kuriyusu arkadaşım bildiğin endlıs keyz. 2 saat 40 dk film mi çekilir? Başladım izlemeye, 45 dk izleyip ara verdim. Sonra bi 45 dk daha izledim. Kalan 1 saat 10 dk'yı da bir ara izlemeyi düşünüyorum. Film resmen bitmek bilmiyor. Tamam fena da film değil. Hatta güzel de denebilir ama bu kadar uzun film olmamalı. Senarist kim bilmiyorum üşendim de bakmaya da roman uyarlamasıymış. Utanmasalar her sayfayı uyarlıycaklarmış heralde. Burdan tüm senaristlere seslenmek istiyorum. Arkadaşlar, kardeşlerim, müstakbel meslektaşlarım lütfen senaryolarınızın en fazla 130. sayfasına "SON" yazınız.

hbb

-Ben geldim.
-Hoşgeldin
-hb

Böyle diyaloglar yaşanıyor msn aleminde. İnkar etmeyin hepinizin başına gelmiştir. Benim de zaman zaman başıma geliyor. Her hb cevabı aldığımda da aklıma o mazlum kanal HBB geliyor. Şu meşhur programın ortasında donup uzun süre öyle kaldıktan sonra kapanan güzide kanalımız HBB. eyçbibi iyi tivi iyi tivi eyçbibi diyordu ne güzel.

Bir de hbb benim için başka bir anlama da gelmekte ki bu çocukluğuma uzanır. Çocukluğumda dayımların Mersin'deki yazlığına giderdik her yaz maaile. Orada HBB Sedat diye bir adam vardı bak hadi HBB lakabını unutmadım da ismi nasıl aklımda yer etmiş bilemedim şimdi. Neyse efendim, dayımın ve babamın orda siteden arkadaşı olan bu HBB Sedat hakkında hiçbir şey bilmezdim. Hep böyle eyçbibi Sedat, eyçbibi Sedat diye konuşurlardı. Bir gün canıma tak etti. Niye bu adama eyçbibi diyorsunuz diye sormuştum çocuk saflığıyla. Dayımın "Her boku bilir o." diyip gülüşünü unutamam. Anlamam biraz süre almıştı ama şimdi çok iyi anlıyorum. Bu HBB insanlar her yerde geziniyor. Misal birisi Yiğit'tir bak. Yine yazıma ismini karıştırdım. HBB Yiğit.

Bu Tepe Karlı Tepe

Bu tepe karlı tepe yaylalar
Oy yaylalar yaylalar yaylalar

İndim su serpe serpe yaylalar
Oy yaylalar yaylalar yaylalar

Gittim ki yar uyumuş yaylalar
Oy yaylalar yaylalar yaylalar

Uyardım öpe öpe yaylalar
Oy yaylalar yaylalar yaylalar

Bu derenin suyunu yaylalar
Oy yaylalar yaylalar yaylalar

Kıramadım buzunu yaylalar
Oy yaylalar yaylalar yaylalar

Aldım Türkmen kızını yaylalar
Oy yaylalar yaylalar yaylalar

Çekemedim nazını yaylalar
Oy yaylalar yaylalar yaylalar

Aldım Çerkez kızını yaylalar
Oy yaylalar yaylalar yaylalar

Çekemedim nazını yaylalar
Oy yaylalar yaylalar yaylalar

Selvi Boylum Al Yazmalım'da Cemşit'in söylediği Erzurum yöresinden olduğunu öğrendiğim, Youtube'da bulduğuma göre Yavuz Bingöl'ün de söylediği bu muhteşem türkünün mp3 ünü bana bulana veya getirene yüzbinlira veriyorum.

Jüpiter Kümesi


Ortaokulda ya da ilkokulda tam hatırlamıyorum. Size de küme çalışması yaptırdılar mı? İlkokulda olma olasılığı daha yüksek şimdi farkettim. Zaman zaman çok eğlenceli olabilen bir olaydı bu küme çalışması. Sıralar birbirine bakar şekilde çevrilerek 3 er sıradan oluşan kümeler oluşurdu. Sürekli bir toplantı masası ortamı. Geyik yapılacağında daha rahat daha kalabalık geyik yapılırdı. 3 sıra anacım, benimki gibi devlet okullarında bir sırada çoğunlukla 3 zaman zaman 4 kişi otururdu. Yani bir küme minimum 9 kişiden oluşurdu. Hele bu kümedekiler sınıfta iyi anlaştıklarınsa of geyiğin haddi hesabı olmazdı.

Tabi geyik yapma dışında küme çalışmasının bir de ders boyutu vardı ki, her küme evde bir konuya hazırlanır, sonra derste tahtaya sıraları dizerek konuyu anlatır ve diğer kümeler onları anlattıklarında açıklar bularak sordukları sorularla zor durumda bırakmaya çalışırlardı. Ben zamanında sınıfın ineklerinden olduğumdan kelli -aslında çok da çalışmazdım ama 8 yıllık ilköğretim ortalamam 4.98'dir.- benim küme her daim diğer kümelerden güçlü olurdu. Tabi burda tüm payı kendime almıyorum çünkü tam bir "Hadi dream team kuralım" mantalitesiyle sınıftaki diğer inek arkadaşlarımı bizim kümeye transfer ederdim. Hoca bazen izin vermemeye çalışır ama sonunda atıyorum sınıfta ben dahil 5 inek varsa üçünü kendi kümemde toplamış olurdum. Şimdi de bazen eğlenmek içn FM'de 3-4 lig birden açıp Rooney, Kaka, Messi falan hepsini bir takımda topluyorum.

Evde konumuza hazırlanırdık evet. Kartonlar falan hazırlardık tahtaya yapıştırıp anlatırken dönüp şekilleri vs göstermek için. Şimdiki powerpoint sunumlarının öncülleridir bu yaptıklarımız. Sorularıyla beni sıkıştırmaya çalışan olduğunda çok sinirlenir, ciddi tartışma çıkarırdım. Başka küme konu anlatırkense hiç acımaz bulduğum her açıktan sokardım lafı. Çok pisliktim lan.

Bir de tabi her kümenin bir ismi olurdu. Ne ara nasıl bir konuşma, fikir teatisi sonucu karar verildi hiç hatırlamıyorum ama bu küme olayının olduğu süre boyunca ki yalaşık 2 yıla denk gelebilir bu süre. Benim olduğum küme Jüpiter Kümesi'ydi. Kartonlarımızın ortasına Jüpiter Kümesi yazar iki tarafına da Jüpiter çizerdik. Neden Jüpiter bilmiyorum fakat en büyük gezegen olmasıyla bir alakası olabileceğini düşünüyorum. Egoya bak.

Kofi


Kofi Annan'la büyümüş bir neslin üyesi olarak yeni neslin Ban Ki Moon'la büyüyecek olmasına üzülüyorum. Kofi Annan pek güzel bir adamdı bakınca. Böyle bir sevimli, eli yüzü düzgün adam tipi vardı. Ban Ki Moon da çok seesiz sakin ama bana biraz ezik ve sinsi gibi geliyor. Tanısam severim belk şimdi arkasından atıp tutmayayım.

hay boylamına senin

Dün gece All Star maçını izleyecektim güya. Kucağımda laptopla uyuyakalmışım ki çok komik aslında birileriyle msn'den muhabbet halindeydim. Uyumamaya çalışıyordum çok uykum gelmiş olmasına rağmen. Ne ara uyudum nasıl daldım hiç hatırlamıyorum. Bir ara hayal meyal yerdeki laptopun monitörünü kapattığımı hatırlar gibiyim ama emin değilim. Uyandığımda yerdeydi.

Neyse asıl söylemek istediğim. Ben bu saat farkı olayına çok kıl oluyorum yahu. Sırf bu NBA maçları yüzünden bu gıcıklığım. Buna bir çare bulunmasını Greenwich'ten talep ediyorum. Nasıl yaparsınız bilemiyorum sevgili bilimadamları. O kadar okumuşsunuz siz bulun bir çaresini. Amerikayı bizim boylama mı taşırsınız naparsınız ben karışmam. NBA maçlarının en geç 11-12 gibi başlamasını istiyorum. Hadi iyi çalışın iyi.

ödül

Blog ödülü diye bişey dolanmaya başlamış şimdi. Mim gibi bişey galiba. Gia bana vermiş blog ödülünden. Teşekkür eder, teveccühlerinize layık olmaya çalışacağımı söylerim efenim. Saygılar, sevgiler ve bilimum güzel şeyler.

böyle oje olmaz olsun

Sevgili Kızlar;
Tırnaklarınızın yarısına kırmızı yarısına siyah oje sürmeyiniz. Çekici olmuyor.

Hollywood Mon Amour


Hollywood Mon Amour diye bir proje çıkmış. Şimdi grup desem grup değil, şarkıcı desem şarkıcı değil. Proje diyorlar. 80'lerdeki film müziklerini farklı farklı kadın vokaller yeniden söylüyor. Hele bir Eye Of The Tiger yorumu var ki, ben hayatımda bu kadar seksi şarkı dinlemedim. Mamafih bulamıyorum limewireda falan şarkıları. Call Me var bir de o da muhteşem olmuş. Bulursanız kesin dinleyin. Ha bir de bana da bi mail atın şarkıyı. öperim.

Valentin Pastal vardı o noldu?

Afedersiniz ağzımı bozacağım. Bakın ne güzel girdim yazıya bozacağım falan, bozucam da yazabilirdim. Baştan böyle bi resmi dil kullanayayım, TRT Türkçe'sinde yazıya gireyim ki sonra yazının dili Bulvar gazetesi kıvamına kaydığında ama bak bu çocuk aslında düzgün de konuşabiliyor diyin. Bir çelişki yaşatayım. Ya da yaşamazsınız da ne bileyim.

Neyse diyeceğim şudur ki "sikimden aşşağı Valentin Paşa" . Şimdi yarın her yerde böyle sevgililer falan mıçmıç öpüşlü şeyler yapacaklar di mi? Yiğit'e dedim dün akşam buluşalım ben okuldan çıkınca, oğlum evden çıkmamak lazım ya abaza ya ibne gözüyle bakıyorlar dedi. Bir yerde haklı. Şimdi sevgililer gününde buluşan iki erkek benim gözüme de hoş bir izlenim vermez ama kurtulmak lazım bunlardan. Belki buluşuruz yine de, kararlıyım matrakta yiyişen çift görürsem çok sinir olurum Hacer'e falan şikayet ederim. Ah Sabahattin Abi olaydı, kovardı bile yiyişkenleri. Gidin başka yerde çekin birbirinizin dilini dişini. Matrak abaza ya da ibne zannedilen sevgilisiz erkeklere kalsın.

sol el baş parmağı tırnağı

Şu hani belki de şekil olsun diye tek tırnağını uzun bırakan erkekler var ya. Bence o tırnak mutlaka sağ el baş parmağına ait olmalı. En azından böyle o harekete bir mantık yükleyebilirim. O tırnağı kesene kadar vücudum dört takla atıyor yine de düzgün kesemiyorum. Bence onlar da içten içe bu sıkıntıyı yaşayacaklarını bildiklerinden kesmeyip şekil yapma kisvesi altına bürünüyorlar.

öykü möykü

Yine bir öykü koydum, biraz uzun gibi gözüküyor buraya öykü koyunca da aslında o kadar da uzun değil. Okuyun bir bakalım nasıl olmuş? Pek benim tarzım değil gibi. Yine de ilginç oldu. Neyse öykümü de yazdığıma göre gönül rahatlığıyla hayvan embriyolojisi çalışabilirim. Yaa çok mutluyum, evet, of.

Uluslararası Örgü Örgütü

ULUSLARARASI ÖRGÜ ÖRGÜTÜ

Mahmutpaşa’da öğlen vakti tüm kalabalığıyla yaşanmaktaydı. Ucuza kumaş, kıyafet veya ayakkabı almak isteyenler yokuşta aşağı yukarı yürüyerek vitrinlere bakıyor, dükkanların çığırtkanlarıyla pazarlık ediyorlardı. Bu karmaşanın tersine yokuştan girilen ara sokaklardan birinde bulunan ufak yüncü dükkanında adeta uhrevi bir dinginlik hakimdi. Dükkanın iki duvarı boydan boya yünlerle dolu raflarla kaplıydı. Dükkanın sahibi Bekir, orta yaşları çoktan geçmiş, saçları tel tel kalmış, zayıf, temiz yüzlü bir adamken, karısı Saliha da ilk görenin onları kardeş sanabileceği kadar Bekir’e benziyordu. Belki de yıllardır süren evlilikleri onları birbirlerine bu kadar benzetmişti. Saliha da kır saçlı, zayıf, beyaz tenli, insanın baktığında hiç düşünmeden güven duyacağı bir kadındı.

Bekir, masanın arkasındaki geniş, minderli ve çok rahat olduğu her halinden belli olan koltuğunda uyukluyordu. Saliha ise masanın önünde örgü örmekteydi. Dükkanlarına müşteri kırk yılda bir gelirdi. Toptan alım yapan devamlı müşterileri olmasa batıp gitmeleri işten bile değildi. Yine müşterisiz geçen günlerden biriydi o gün. Fakat müşteri olmasa da çok ilginç bir misafirleri olacaktı. Dükkanın kapısı açılınca Saliha gelene bakmak için örgüsünü bırakıp kafasını kaldırdı. İçeri giren genç adam boynundaki fotoğraf makinesiyle olsun, sarı saçları ve mavi gözleriyle olsun, giyim kuşamıyla olsun her şeyiyle kafalardaki turist kalıbını tam olarak dolduran biriydi. Asıl ismi Charles’dı ama memleketi Birmingham’da tanıdığı herkes ona Chuck derdi.

Üniversite öğrencisi olan Chuck ilk defa yurtdışına çıkabilmişti. İlk gittiği yerin İstanbul olması biraz ekonomik nedenlerle, çokça Chuck’ın doğuya olan merakındandı. Sevgilisi Stephanie’yi de uzun uğraşlar sonucu kandırmış ve beraber İstanbul’a gelmişlerdi. Bu müthiş huzurlu yüncü dükkanına girdiği gün ise Stephanie sabah kendisini kötü hissettiği için hostelden çıkmak istememiş, Chuck da tek başına Sultanahmet’ten yola çıkmış yürüye yürüye Mahmutpaşa’ya kadar gelmişti. Mahmutpaşa’ya gelirken Eminönü’nde gördüğü bir manzara onu bu yüncü dükkanına sürüklemişti.

Saliha gelen turiste meraklı gözlerle bakarken, Chuck dükkandaki yünle dolu rafları inceliyordu. Bu sırada Saliha Bekir in göbeğini dürtüp onu uyandırmaya çalıştı ama Bekir anlaşılmaz birşeyler mırıldanarak uyumaya devam etti. Saliha bu sefer sert bir cimdik attı Bekir’in göbeğine. Bekir acıyla gözlerini açıp karısına baktı ve canının acısına rağmen sinirden tamamen uzak şaşkın bir halde “N’ oldu Saliha?” dedi. Saliha bir şey söylemeden kafasıyla eline bir çile kırmızı yünü almış incelemekte olan Chuck’ı gösterdi. Bekir yavaşça koltuğundan kalkıp Chuck’a doğru giderken “Buyrun?” dedi dükkanın atmosferine tamamıyla yakışan sakin ses tonuyla. Chuck ona dönüp elindeki yün çilesine yakın kırmızı yanaklarına yayılan dudaklarıyla gülümseyerek selamladı Bekir’i. Bekir İngilizce bilmiyordu ama Hello’yu da anlayabilirdi. Uyku sersemliğiyle Chuck’ın turist olduğunu anlayamamıştı, ancak Hello’yla kendine gelebildi. Aynı şekilde yanıtladı onu. Chuck Bekir’in onu kendi dilinde selamlamasıyla İngilizce bildiğini düşünerek elindeki yünü gösterip
-Bir kırmızı bir de beyaz yün almak istiyorum, dedi İngilizce.
Bekir hiçbir şey anlamamıştı. Şaşkın ve ne yapacağını bilmez bir tavırla karısına döndü. Saliha çoktan onlarla ilgilenmeyi bırakmış örgü örmeye dönmüştü bile.

Uluslararası Örgü Örgütü -2


Bekir’le birlikte Chuck da Saliha’ya baktı ve çok istediği bir şeyi görmüş çocuk edasıyla gözleri parladı. Heyecanla Saliha’yı gösterip -İşte onun gibi örmek istiyorum, dedi yine İngilizce.Bekir iyice şaşırmıştı. Turistin biri dükkanına gelmiş elinde bir çile yünle karısını gösterip anlamadığı dilde birşeyler söylüyordu. Saliha da örgüyü bırakmış kendisine dönen bakışlar ve Chuck’ın parmağının nedenini anlamaya çalışıyordu. Bekir –Karı, karı. Benim karı o, dedi turiste Türkçe laf anlatmaya çalışan insana özgü o yüksek sesle. Bu sefer Chuck şaşırmıştı. Karşısındaki adamın sinirlendiğini düşünüyordu fakat Bekir’in suratında sinirden eser yoktu. Sesinin tüm yüksekliğine rağmen yüzü hala çok sıkışmışken tuvalete yetişmiş gibi rahattı. Chuck’ın kafası karıştı. O anda çantasındaki İngilizce – Türkçe sözlüğü hatırladı. Bekir’e “Bir dakika” anlamında işaret yaparak çantasından sözlüğü çıkardı. Bozuk Türkçe’siyle “orgu” dedi. Sözlüğün sayfalarını tekrar karıştırıp “aygne” ve “yun” dedi bu sefer elindeki yünü de göstererek. Uzanıp raftan bir çile de beyaz yün aldı. Bir elinde kırmızı yün, bir elinde beyaz yün ve sözlüğü kaldırmış umutla Bekir’e bakıyordu. –Yün alacaksın hı? Diye bağırdı bu sefer de Bekir gülümseyerek. –Okey, okey dedi ve Chuck’ın elindeki yünleri alıp bir poşete koydu. –3 lira, dedi parmaklarıyla da üçü göstererek. Chuck cebinden 3 lira çıkarıp Bekir’e verdi ve dükkandan çıkmak için yönelmişken yine durdu. Geri dönüp yine Saliha’yı gösterdikten sonra elleriyle örgü örüyormuş gibi yaptı. –Ayol bu sünnetsiz örgü örmek mi istiyor ne? Dedi Saliha Bekir’e. –Ne bileyim hanım. Nerden bilsin elin adamı örmeyi falan.

Chuck çifte doğru gelip bu sefer fotoğraf makinesini açtı. Çektiği fotoğraflara bakmaları için işaret etti ve üçü birden fotoğraf makinesinin başına eğildiler. Fotoğraflardan birinde Yeni Camii’nin karşısındaki çay bahçesinde dört kadın bir masaya oturmuş dördü birden örgü örüyordu. Bu fotoğrafı gösterdikten sonra Saliha’nın şişlerini alıp yine örgü örüyormuş gibi yaptı. –He ya örgü örmek istiyor herhalde, dedi Bekir. Chuck elinde şişlerle gülümsüyordu. –E bu bilmiyordur örmeyi de, dedi Saliha. Chuck yine sözlüğünü karıştırmaya başlamıştı. “Atki” dedi bu sefer, boynunu da sarma hareketi yaparak. –Atkı? Atkı mı öreceksin? Diye sordu Bekir yine yüksek sesle. Sanki bağırırsa anlaşabileceklermiş gibi geliyordu herhalde içten içe. Chuck sevinçle kafasını sallayarak –Atkı, atkı dedi. Saliha olayı anlamıştı Chuck atkı örmek istiyordu ama nasıl örgü örüleceğini bilmiyordu. Chuck’ın elinden şişleri alıp yanına da bir sandalye çekti ve sandalyeyi gösterdi. Chuck kadının yanına oturup poşetten kırmızı ve beyaz yünleri çıkardı ve yan yana tutup gülümsedi. Sonra da yünleri birbirinin içine sokarmış gibi yaptı. –He böyle çizgi çizgi olsun istiyorsun, dedi Saliha. Yünleri de alıp Chuck’ göstererek yavaş yavaş atkıya başlangıç yaptı. Bekir de bu sırada yine o göbek taşını aratmayan rahatlatıcılıktaki koltuğuna kurulmuştu. Sakin bir şekilde Saliha ve Chuck ı izliyordu. Saliha son derece yavaş hareketlerle örgü örüyor, Chuck da tüm ilgisi ve merakıyla onu izliyor, hareketlerini öğrenmeye çalışıyordu. –İyi hadi öğret bakalım, örsün delikanlı ecnebi memleketlerde, dedi Bekir. Bir süre daha onları izledikten sonra yine uykuya yenik düştü.

İki saat kadar sonra çalan telefonla uyandı. Toptan müşterilerden biri arıyordu. Onunla konuşurken örgücü çifte baktı. Bu sefer görevler değişmiş gibiydi. Şişler Chuck’ın elindeydi. Hevesle örüyor arada bir de mutlu gözlerle Saliha’ya bakıyordu. Chuck’ın yüzüne de dükkanın ve sahiplerinin dinginliği yansımıştı. Daha birlikte iki saat geçirmiş olmalarına rağmen şimdiden huzura kavuşmuş gibi görünüyordu. Atkı da yavaş yavaş ilerlemeye başlamıştı. Bir sıra kırmızı, bir sıra beyaz şeklinde Saliha’nın da yardımlarıyla örüyordu Chuck. Çok mutlu görünüyordu. Aynı aradan iki hafta geçtikten sonra Birmingham’daki bir parkta boynunda kırmızı-beyaz bir atkıyla Chuck’ın elini tutarak yürüyen Stephanie gibi...

-SON-

şiir mi(m)? allah korusun.

Uçan Hollandalı mimledi beni de, çok yanlış bir konu oldu bu sefer. Sevdiğim şiirleri veya şairleri yazmam gerekiyor, tam anlamadım hangisi ama farketmez. Ben şiir sevmem, dolayısıyla şair de sevmem. Şiir yazan yazsın da bence çok da gerekli birşey değil şiir. Adam gibi düzyazıyla anlatırım derdimi. Şimdi sanat sepetle uğraşan da bir adam olarak şiir sevmem diyince antipatik gelebilir belki ama öyle yani yapacak birşey yok. Hayatım boyunca şiir okumasam eksikliğini hissetmem. Bu mimi de kimseye göndermem o yüzden.

mariyaa mariyaa

"umpastikupallante mariya" diyenlere itibar etmeyiniz efendim. "untastopallante mariya" dır o şarkının aslı. Başka bir iddiada görüşmek üzere. mumpastopatra.

demire karşı yasla beni

Bugün sanırım "Dünya otobüs durağında erkek bacaklarını iki yana açmış demirlere yaslanırken kızın erkeğin bacakları arasında dibine kadar girip fısır fısır birşeyler söylemesi günü" Taksim'den eve dönene kadar önce Şişhane'de sonra Yusufpaşa'da sonra da Çapa'da bu şekil çift gördüm.

Oh oh

Safa gitti, bitti oh be. Yeni gelenleri de pek sevdim. Bu yazıyı anlamadınız tabi şimdi. MSM'de kan değişimi diyeyim. Çok mutlu oldum diyeyim. Oyunlar oynıycakmışız falan. Çok eğlenceli gibi.

40 yıl lunaparkta peynir yesem

Gia'dan mim geldi. Yapiyim.

-40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi diyeceğin 3 icat?

lego, dolma kalem, piramit

-ailecek yiyoruz, beğeniyoruz, çok çok seviyoruz, deli falan oluyoruz dediğin 3 peynir çeşidi?

Özellikle makarnanın üstüne rendelenen kaşar peyniri. Salatanın üstüne de olur.
Ekmeğin üstüne sürülen krem peynir.
Üçgen peynir. Karper yani.

-lunaparkta sadece 3 makinaya binme şansın olsa neye binerdin?

Yıllar yıllardır lunaparka gitmediğimi farkettim de. Çarpışan arabaya kesin binerim. Böyle hani dönerken uçar gibi olan sandalyemsi şeye binerim. Bi de kamikaze diye birşey vardı rakınkokta. Binememiştim nedense içimde kalmıştı. Ona binerim.

Ceren seni mimledim haberin olsun. Ayağını denk al.

Mazhar Alonso


Bi kafa kesip yapıştırmayı öğrendim ya. Hemen yeni şeyler yapayım, hiç durmıyayım. Şumi Mazhar Alonso'ya fıkra anlatırken çekilmiş bir kare.

Kirpi


Bir süre oldu sanırım bu film vizyona gireli. Çok da dikkat çekmedi. Çabuk olun vizyondan kalkmadan gidin izleyin. Gitmek istemeyen, emaan ne gitcez ona şimdi bak ne güzel Angelina Jolie filmi var falan diyen olursa da cebren ve hileyle de olsa götürün. Sonra gelin bana dua edin.

Pringcess

Anne ben fotoşop öğreniyorum. Eserimin adı Pringcess.

Şimdi baktım da sıçmamışım. Ceren'e sordum şimdi o da sıçmamış.

fatihürek

Ben de msn konuşması kopyalamak istiyorum bloga. Benim neyim eksik ki? Di mi ceren? Hiç.

- ' şimdi reklamlar:
sanırım fatih ürekten çok hoşlanıyorum
- ' şimdi reklamlar:
keşke bi konserine falan gitsek
- ' şimdi reklamlar:
programına yani
- ' şimdi reklamlar:
oldu mu oldu mu'yu söylemiş. ah okadar güzel ki

Ceren böyle dedi sonra acayip güldük biz. Altımıza bile sıçmış olabiliriz.

Slumdog Millionaire


Slumdog Millionaire nasıl bir filmdir?

A) Fevkaladenin fevkinde.
B) Harikuladenin harında.
C) Muhteşemin muhunda.
D) Hepsi.

Şimdi bi dakka.

Herkes iyi kötü yorum yaptı Davos hadisesine. Ben de kendi görüşümü söyliyeyim istedim geç de olsa. Öncelikle Recep Tayyip Erdoğan'ı kutluyorum. Güzel bir çıkıştı. Belki de hepimizin İsrail'e karşı söylemek istediklerini, hatta daha yumuşak halini direk İsrail'in birinci adamının yüzüne söyledi. Benim içimden daha amsikgötlü cümleler kurmak geçer İsrail'e karşı mesela. Tabi Tayyip Bey'den orada böyle cümleler kurmasını bekleyemezdik. Yine de güzel bir tepki oldu, mazlumlarının sesini çıkarmak adına.

Yalnız şimdi burda vanminüts, vanminüts demek istiyorum Sayın Erdoğan'a ve ben de monşerlerin dilinden anlamadığım için kendisine kendi diliyle seslenmek istiyorum. Ha sanki burayı okuyacak da seslenmemi duyacak ama olsun söylemezsem içimde kalır.

"Sayın Erdoğan, benden yaşlısın. Sesin çok yüksek çıkıyor. Biliyorum ki sesinin bu kadar yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisidir. Öldürmeye gelince, İsrail'in öldürmek için eğittiği pilotların Konya Ovası'nda eğitim yaptığını siz çok iyi bilirsiniz. İsrail'in yine öldürmek için yaptığı savaş uçaklarını ve silahları İsrail'den satın aldığımızı çok iyi biliyorum. Ülkemizde başbakanlık yapmakta olan bir kişisin ve Davos'ta söylediklerini izledim. Keşke bu sözlerinin arkasında İsrail'le yapılan tüm ikili anlaşmaların, ticari,askeri ve stratejik işbirliklerinin iptalinin gururu yatsaydı. İsrail'in zulmüne ondan aldığın silahlara ödediğin paralarla katkı yapmanı da kınıyorum. İnsanlık suçu işleyen bir ülkeyle çeşitli şekillerde işbirliği içinde olmak, öyle zannediyorum ki o da bir insanlık suçudur. Neyse daha fazla söz söyleyecek vaktim yok. Benim için de bu konu bitmiştir. Daha girmem bu konuya."

Aha da bitti

Ağladım haftalardır herkesin finalleri bitiyor ben burda ders çalışıyorum diye. Aha da bugün son finale girdim, bitti. Eee bitti mi yani? Biter mi hiç? Haftaya büt var bir de. Ne bitmez çile bu arkadaş.

 


Templates Novo Blogger 2008