1 Güfte 12 Beste

İstiklal Marşı'nın bestesi için açılan yarışmaya katılan 12 bestenin çalındığı konserin tekrarını izliyorum ya da daha çok dinliyorum şu anda NTV'den. Müziğin teknik kısmından hiç anlamam. Enstruman çalmayı, solfeji falan bilmem. Belki de yıllardır kulağımızda, beynimizde yer etmiş bir ezgi olduğun için de öyle geliyor olabilir ama gerçekten en marş gibi olan beste İstiklal Marşı olmuş. Diğerleri ancak güzel birer klasik müzik eseri olurmuş gibi.

Sıksana Lan

Özellikle aksiyon filmlerinde çok sık kullanılan bir sahnedir. İki düşman karşılaşırlar. Birinde silah vardır ötekinde yoktur. Bir şekilde kavgaya tutuşurlar. Silahı olan ve senaryonun önümüze getirdiği üzere çoğunlukla şerefsizin önde gideni, çiğ süt emmiş kanıbozuk herif çeker silahın düşmanına doğrultur. Düşmanı, mağrur delikanlı, sağlam karakterli, yetim hakkı yememiş on numara insan hiç etkilenmez bu tehditten. Silahın üstüne doğru yürür. Kimi zaman göğsünü kimi zaman alnını silaha dayar. Ve tam bu anda o büyülü emri verir. "Sıksana lan!", "Sık ulan!". Şerefsiz olanın eli titremeye başlar ve yiğit delikanlı sırtını silaha dönüp giderken arkasından silahı titreyerek ve zaman zaman gözünden yaş akarak tutmaya devam eder.

Ben bu sahneyi görmekten bıktım, senarist arkadaşlar yazmaktan bıkmadı. Daha kaç kez kullanılacak bu kalıp? Gerçek hayatta var mıdır acaba böyle bir olay? Yer mi o anda öyle sıksana demek? Bilmem, bilemem.

Tarlabaşı Kadınları

Dünya yuvarlaktı, gökyüzüyse mavi,
Biz ortalarını boyardık.
Şekil bozulsa da,
Severdik biz bu semti.

Ben çektim, Maybe photoshopladı.

Yağmur Duası

Yağmur Duası

Ben çektim Maybe photoshopladı.

Üşenme

Blogger yasaklanmadan önce günlerdir birşey yazmamıştım bloga. Ya yazmaya pek vaktim olmuyordu ya da aklıma yazmaya değer birşey gelmiyordu. Blogger yasaklanınca çok sinirlendim. Hep birşeyler yazasım geldi. Sonra da neyse girebilsem yazardım diyip boşverdim. Evet, vtunnel'den falan girebilirdim ya da wordpress e taşınabilirdim bazıları gibi ama üşendim onlara da. Şimdi yasak kalktı, yine yazacak birşey bulamıyorum. Düşünmeye de üşeniyorum. Neyse artık düşünebilir, bulur, yazmaya da üşenmezsem karalarım birşeyler. Yeter ki yasaklar olmasın.

Limit

Ne kadar hızlı gidebilecek olursan ol karşına kısıtlamalar çıkacaktır.

Temize Çekmek

Vay anasını. Temize çekmek diye bir deyim vardır ya hep duyardım. Bu sene resmen ben de yapıyorum. Derslerde hızlı hızlı not tutuyorum, sonra eve gelip temize çekiyorum. Çok değiştim ben bu sene çok.

Pişman

Yardımın İçin Teşekkürler isimli son kısa filmimizin kurgusu hala bitemedi, bilen bilir. Umarım bir ara bitecek, kısmet. Tabi bu demek değil ki boş duruyoruz. Uzun zaman önce yazdığım bir senaryoyu değerlendirmeye karar verdim. Yine yönetmen olarak ismim geçmeyecek fakat çok acayip şeyler var aklımda, bakalım. Yakında çalışmalara başlıyoruz. Filmimizin ismi "Pişman", türümüz korku. Hadi hayırlısı.

Karakter

Bir ödev için karakter analizi yapmam lazım. Hayali de olabilirmiş, çevremizden biri de. Hem çevremden hem hayali gibi birini seçtim. Mutlu Ceren Cangöz'den iyisi var mı sizce?

Yenilik

Bir süredir uzun uzun birşeyler yazamıyorum, zira pek vaktim yok olduğunda da yorgunluğumdan ve üşengeçliğimden yazacak birşey düşünmüyorum. Fakat bugün şöyle bir yazayım da neler oldu bitti içimi dökeyim istedim.

Geçtiğimiz hafta uzun zamandır almak istediğim sinema eğitimi için Müjdat Gezen Sanat Merkezi'ne başladım. Zamanımın büyük çoğunluğunu oranın dersleri ya da ödevleri alıyor. Hiç de şikayetçi değilim bu durumdan, hayatımda ilk defa derslerden zevk alıyorum. Sanki bir yerde oturmuşuz da sinema sohbeti yapıyoruz hocalarla. Hocalar da tabi genelde sektörün içinden gelen deneyimli ve sinema bilgisi oldukça iyi insanlar olduğu için sohbetlerin tadına doyum olmuyor. Okul ve hocalar açısından tek hayal kırıklığım oldu, ondan bahsetmem lazım.

Senaryo dersine kelimenin gerçek anlamıyla Türkiye'nin "en" tecrübeli senaristi Safa Önal Bey girmekte. Guinnes rekorlar kitabında dünyada en fazla senaryosu filme çekilmiş insan olan Safa Bey 80'ine merdiven dayamış bir duayen. Bunları bilince tabi insan bu kişiden senaryo dersi alacağı için heyecanlanıyor. Bu heyecanla girdiğim ilk dersten sonra ise zerre heyecan kalmadığını söyleyebilirim. İnsan ne kadar "büyük sanatçı" da olsa, ne kadar yaşlanmış da olsa daha tanımadan etmeden tüm sınıfı aşağılama, yerin dibine sokma hakkına sahip değildir. Tabi ki yaşının getirdiği ego problemleri, aslında eğitimci olmamasının verdiği eksiklikler olabilir. Bunlar daha ilk dersten ben sizinle ders yapmak istemiyorum, söyliyeyim de yerime birini bulsunlar demeyi gerektirmemeli. Neyse, devam ederse de artık elimden geldiğince bişeyler kapmaya çalışacağım ama pek faydalı bir çalışma ortamı olacağını düşünmüyorum.

Bu olay dışında Oyunculuk Yönetimi dersine gelen Aykut Oray ders anlatırken sürekli gözümdeki "katil" görünümü silinmiyor. "Vatandaşa cart curt yok" falan diyecekmiş gibi geliyor. Yapımcılık dersinde sektörün piçliklerini öğreniyorum. Kamera, Işık, Dramaturgi falan derken günler eğlenceli geçiyor. Halimden memnunum kısacası.

Yeni yeni insanlarla da tanışıyorum haliyle. Birbirinden tamamen alakasız karakterlerde insanlar tanımak gerçekten iyi oluyor.Bazıları önyargılarımı fena halde sarstı. İnsanları görünümüyle yargılamanın yanlışlığını bir kez daha gördüm. Şimdiden bazılarını sevdim. "Bir" kısmını daha çok sevdim. Neyse efendim, yenilikler iyidir. Mutlu eder insanı.

Saklambaç

"Kimileri yaşarken kimileri saklanır"
dedi Maybe. Ben deklanşöre bastım.

Ashes Of Time Redux

Filmekimi'nde dün izlediğim Ashes Of Time Redux, Çinli yönetmen Wong Kar Wai'nin filmi. Uzun uzadıya yazmaya pek de gerek yok. Zaten hem üşeniyorum, hem de halim yok. Fakat böyle fotoğraflarla dolu bir film görmek, duygusal aksiyon filmi nasıl oluyormuş öğrenmek, şiir gibi masal gibi bir film izlemek istiyorsanız kesinlikle bu filmi izleyin.

Palermo Shooting

Hayatımda ilk defa bir filmden yarısında çıktım. Ne kadar kötü film olursa olsun çıkmazdım o kadar para vermişim hiç olmadı uyurdum. Ne hikmetse şimdiye kadar da hiç böyle sıkışmamıştım. Kastım kastım ama bir yere kadar. Sonuç 5 kişinin ayağına basarak salondan çıkan biri, abartısız 3 dakika süren bir iş,çiş. Palermo Shooting de yalan oldu haliyle. Eleştiri yazamayacağım o yüzden.

Yorgun

Okul, öteki okul, filmekimi,ödev derken yoğunluktan uyuycak vakit bulamaz oldum ki bırak yazı yazmayı. Yazacağım ama yine de arada biriksin de biraz. Yorgunum bu ara.

Oh Be!

14 yıllık öğrencilik hayatımda ilk defa girdiğim derslerden zevk alır ve işime yarayacak birşeyler öğrenir oldum. Dünya varmış ya. Sigara içmesem 5 saat blok yapsınlar isteyeceğim. O derece memnunum.

Yine mi?m

Yine mimlenmişiz. Mellökız bu sefer mimi atan. Son doğumgünümü anlatmam gerekiyormuş bu mim gereğince. Anlatalım hadi pek bir olayı da yok ya.

Yaz başlangıcında doğan bir insan olarak doğumgünlerimde genellikle arkadaşlarını yanında bulamayan veya çeşitli sebeplerle dışarı çıkmaya fırsat bulamayan biriyimdir. Ha bana sorarsanız özellikle doğumgünümün kutlanmasını da önemsemem. Hatırlayan olursa hoşuma gider de olmazsa da umursamam. Neyse efendim. Son doğumgünüm de yine tam final haftamın ortasındaydı. Zamanında doğumgününda ÖSS'ye girmiş adamım, final de ne ki? Bu sene Yiğit ve Ceren insanları Amerika'dalardı doğumgünümde. Canlarım sabretmişler, saati saymışlar bizim saatle doğumgünüme girildiğinde arayıp bağıra çağıra kutladılar, mutlu oldum gece gece. Yattım uyudum. Ertesi gün evden hiç çıkmama planıyla uyandım. Hesapta ertesi günkü finale çalışacağım. Azimle çalışmaya da başladım. Arada kutlamalar falan geliyor, teşekkür ediyorum. Tuana'm aradı sonra, yoğun baskı uyguladı. Taksim'e gitmek zorunda kaldım. Otobüste bile ders çalışarak gittim tabi ki. Mihrimah Sultan diye bir yerdelermiş gittim yanlarına. Bu arada otobüsteyken İrem ve Fulya da Taksim'de olduklarını söylemişlerdi. Tuana'ların yanında biraz oturup İrem'le Fulya'nın yanına gittim. Bi süre sonra şimdi niye öyle olmuştu hatırlamıyorum. Arkamdan Tuana da geldi. Biraz da orda oturduk bu arada Pınar da katıldı. Sonra kalkıp Matrağa gittik. Biraz da orda oturduk- ne kadar ilginç-. Sonunda yeterince vakit geçirmiş olan bünyemi mecburen kaldırıp tekrar ders çalışmak üzere eve götürmek zorunda kaldım. Eve gelip derse devam ettim. Bir doğumgünüm de böyle bitti. Hediye? Hatırladığım kadarıyla kimse birşey almadı. Ne önemi var canım. Alsanız da olurdu lan ama.

Ben de mimleyeyim birilerini. Kameralarımızı Maybe ve Jülide hanımlara çeviriyoruz.

Standart Operating Procedure

Filmekimi'ndeki ikinci filmimiz ise Errol Morris'in Ebu Garib hapisanesinden sızan işkence fotoğraflarıyla ilgili çektiği belgesel Standart Operating Procedure. Yiğit Bey'in "Aman ne olacak Amerikalılar bizi sikti diycekler." diye özetlediği filme yalanım yok ben de o beklentiyle gittim. Gördüğüm şey farklı çıktı.

Bir kere belgesel olaylara Irak'lı mahkumların değil Amerikan askerlerinin gözünden bakıyor. Genel olarak "Evet iğrenç adamlarız biz. Siktik. Ama sor bir niye siktik?" tavrı hakim belgeselde. Çıplak mahkumlarla olan fotoğraflardan hatırlayacağımız Lynndie England isimli kadın asker filmde belki de en çok konuşan, itiraflarda bulunan kişi. Böyle gerçek ve rahatsız edici olayları bizzat yapanlardan dinlemek insanın sinirini bozuyor. Yaptıkları şeyleri anlatmayayım şimdi çünkü tavsiye ediyorum bu filmi tavsiyeme uyup izlerseniz önceden bilmiş olmayın. Fakat askerlerden birinin anlattığını anlatmalıyım filmde tek güldüğüm kısımdı çünkü. "Mahkumlara uyumamaları için sürekli yüksek seste müzik dinletmem söylendi. Önce hip-hop dinlettim. Mahkumlar hip-hop hurraaa demeye başladı. Heavy metal, Metallica'ya geçtim. Bir süre sonra sağırlaştıkları için uyuyabilmeye başladılar. Sonunda country çalınca çıldırdılar. Sorguya gitmek için sıraya giriyorlardı."

Filmin müziklerini yıllardır Tim Burton'ın müziklerini yapan Danny Elfman yapmış. Müzik kullanımı gerçekten başarılı. Gerilicek yerde geren, rahatlatılacak yerde rahatlatan müzikler ustaca kullanılmış. Müziğin yanında çok emek ve para harcandığı belli olan bol efektli canlandırmalar da belgeselin atmosferinin kurulmasında etkili oluyor. Zaman zaman fazla konuşmalardan tempo düşse ve sıkıcı olmaya başlasa da canlandırmalar tam zamanında yetişiyor. Yönetmeni bu konuda gerçekten başarılı sayabiliriz.

Fim belgesel olduğundan ötürü eleştirebileceğimiz bir oyunculuk yok bu konuyu geçebiliriz. Son sözlere gelirsek; film gerçekten anlatmak istediğini anlatabilen bir belgesel. İlgiyi de kısa sürelerde kaybetmek dışında genelde kendinde tutmasıyla amacına ulaşıyor. Ebu Garip'teki olaylara bir de farklı açıdan bakmak isterseniz bir şekilde izleyin bu filmi. Tavsiye ediyorum.

Genova

Filmekimi'nde bugün izlediğim iki filmden ilki olan Genova, Michael Winterbottom'ın son filmi. Başrollerde ısrarla bana benzetilen - evet o bana benziyor, ya ne olacaktı? - Colin Firth , Willa Holland ve Perla Haney - Jardine oynuyor. Psikolojik dram diye kitapçıkta türü açıklanan bu filmimsiyi biraz yerin dibine sokup çıkaralım.

Ya da önce iyi gördüğüm şeyleri yazayım kısaca da baştan böyle eleştirmek için eleştiren adam rolüne bürünmeyeyim. Colin Firth genelde inandırıcı bir oyun oynamış. Surat ifadelerine baktığınızda evet bu adamın karısı ölmüş iki kızıyla kalkmış İtalya'ya gelmiş diyorsunuz. Oyunculuklardan bir de Perla Haney-Jardine isimli ufaklık biraz başarılı sayılabilir. Çığlık ata ata ağlayışları kesinlikle sinir bozucu olmayı başarmış. Filmin yönetmenliğine de çok başarısız diyemem. Yönetmen muhtemelen filmin sinir bozucu olmasını, sürekli insanın bir beklenti halinde olmasını istemiş ve başarmış. Zaman zaman gerilimin yok yere arttığı bölümlerdeki kamera kullanımı da o "aslında bir numara yok ama siz yine de gerilin" amacına uygun kullanılmış.

Dedik ya filmde sürekli bir beklenti var. Bir üniversite hocasının karısı ölüyor. Adam da kızlarını alıp İtalya'ya taşınıyor. Peki bu bir film olmaya yeter mi? Sonrasına bir olay gelseydi, bir sonuca bağlansaydı kesinlikle fena bir film olmazdı. Malesef gelmiyor. İtalya'ya taşınırlar. Eee? Orda yaşarlar, büyük kız İtalyan erkekleriyle sevişir, küçük kız annesinin hayalini görür, adam öğrencilerinden biriyle öpüşür. Bu ne arkadaşım? Ben normal hayat izlemek istesem oturur sokakta yoldan geçenleri izlerim. Sürekli bir gerilim veriliyor filme. Sürekli şimdi bir şey olacak ve film rayına oturacak, bir konu başlayacak diyorsunuz ama böyle diye diye bir bakıyorsunuz film bitmiş.

Ay yok. Yeter bu kadar. İnsanın sevmediği filme eleştiri bile yazması çok zormuş. Bütün yazma isteğim kaçtı. Yeter bu kadar. İzleyemediyseniz üzülmeyin, indirmeye falan da uğraşmayın. Vaktinize yazık.

Ah Kevin, Vah Portakal

Belki bildiğiniz üzere bugün Altın Portakal Film Festivali başladı. Biz bilmiyorduk. Hatta bugün ne ara başlayacak bu festival diye konuşuyorduk ki eve geldim açılışı gördüm. Ülkenin en büyük ve uluslararası çevrelerde en çok bilinen festivali olması münasebetiyle takip edilmesi gereken bir festival. Bunun yanında yine az önce öğrendiğim üzere bu sene Kevin Spacey sinema öğrencileriyle atölye çalışmaları yapmak için Antalya'ya geliyormuş. Festivale gitmeyi tabi ki isterdim ama asıl bu haber beni yıktı. Kevin Spacey yahu. Kevin Spacey. Evet tekrar tekrar yazarak inandırmaya çalışıyorum kendimi. Kevin Spacey. Vay Kevin'ım , hele Spacey'im

Çetvolk

Chatwalk'ta bir yerdeeeeeyim. Beni bulsanaaaaaa.

Ne acayip yahu. İnsanlar böyle hatları arıyor. Hatta bunun gibi hatlardan kazanılan paralarla üniversite bile kuruluyor. Vay anasını ne acayip dünya. Böyle bir fikir lazım bize işte. Vallahi üniversite kuracağım. Tamamen bilime ve eğitime hizme aşkıyla yanıp tutuşuyorum. Para kazanma isteğiyle bir ilgisi yok. Maksat gençlerimiz üniversite okusun. Tabi belli bir fiyat karşılığında. Eh kaliteli hizmet için lazım o da n'apalım.

Colin Firth

Geçtiğimiz günlerde birbirinden alakasız 3 insan beni bu arkadaşa benzetti. Yazacaktım ilginç geldiği için de unutmuştum. Yarın gideceğim filmde oynadığını görünce aklıma geldi. Postacı Ceren hanım hatta Bridget Jones'u izleyememiş "aa Memet lan bu." diyerek. Tamam, nazar değmesin eli yüzü düzgün adam. Bence benzemiyorum diyerek yorumumu ekleyeyim. Bir kere adamın kocaman alnı var yahu.

Filmekimi 2008

Yarın her Ekim ayında ucuza güzel filmler izlememize yarayan Filmekimi başlıyor. Yine güzel filmler var gördüğümüz üzere. Her sene olduğu gibi yine haftaiçi gündüz seanslarından yani ucuz biletlerden uydurabildiklerimizi aldık. Zaten özellikle galalara bilet almanın mantığını çözebilmiş değilim. İlla sinemada izlemek istiyorum dediğiniz bir filmse zaten en geç bir ay sonra vizyona giriyor gala filmleri.Neden 7-8 YTL'ye izleyeceğiniz filme 15 YTL veresiniz ki? Ha benim gibi evde izlesem de olur diyorsanız torrentin gözünü seveyim. Yabancı kardeşler çalışıp hemen düşürüyor nete. Bilet aldığım filmleri izledikçe kendimce burda yorumlamaya çalışacağım. Umarım çoğu güzel çıkar. Sabahın 11'inde uyumak için Taksim'e gitmek istemem.

Aylık akbil çilesi.

Akbilimde aylık yüklüyken evden çıkmadığım gün olduğunda kendimi kötü hissediyorum. Tamam, rahatlık falan hiç düşünmeden etmeden istediğin şeye basıp, ordan ona ordan ona aktarma yapabiliyorsun. Ah akbilim bitti derdin olmuyor. Fakat "Ulan acaba verdiğim paraya değdi mi?", "55 YTL bağladık çıkarabilecek miyim?" gibi düşünceler de akıldan eksik olmuyor. Ayın geneline önceden baktığınızda çok fazla geziceksiniz, kıçınız yer görmeyecek ve haliyle aylık parası çıkmakla kalmayıp kâra geçeceksiniz gibi geliyor. Aylığı yükleyip ay başladıktan sonra da yazının başında da dediğim gibi 1 gün bile olsa evden çıkmadığımda kendimi normal kötü hissediyorum. Tamam ulan bir dahaki ay 55 YTL lik yükleyeceğim.

Führer


Son zamanlarda daha bir anlamlandı bu fotoğraf.

Dizim geldi.

Lost'la başladı hepsi. Lost Lost diyip duruyorlardı, neymiş bu Lost bir bakalım diye izlemeye başlamıştım. Başlayınca durulmuyor tabi kolay kolay. Eldeki DVD ler bitince kaldığımız yerden indire indire devam ettim. Sezonların başlangıcını iple çektim, hafta hafta nete düştüğü gün indirip izledim pek çok kişi gibi. Ben dizi izleyebilen bir insan değildim. Hepsi Lost'la başladı.

Sonra Heroes katıldı yanına bu yaz sıkıntıdan. Daha önce izlemeyi deneyip sıkıldığım bir diziydi kendisi. Bu sefer uyuştu kanlarımız. İki sezonu 10 günde bitti. Geçtiğimiz haftalarda üçüncü sezon başladı yine başladım indir-izle-hard disk dolunca DVD yap döngüsüne. Lost'a daha çok varken iyi olabilirdi tabi. Sadece Heroes'la kalsaydı.

Bir de Chuck çıktı başımıza. Özel istek üzerine indirmiştim ilk sezonunu. İzlemek gibi bir niyetim pek yoktu başta. Sonra biraz meraktan biraz da hem de izlerken altyazılarda bozukluk varsa ayarlarım diye başladım izlemeye. Sardı arkadaş. Çabucak bitti birinci sezon. Hiç bekletmedi Chuck kardeş beni ikinci sezonunu hemen başlattı. Heroes'un yanında bir de onu indiriyoruz, izliyoruz, hard diski dolduruyoruz.

Daha yine özel istek üzerine indirilmiş bir adet How I Met Your Mother 1. sezon beklemekte. İzlemeli miyim izlememeli miyim bilmiyorum. Sanırım dayanamayıp izleyeceğim onu da. Bir de ona sarılalım bakalım. 4 sezon varmış şimdiye kadar. Lost başlayana kadar iyice dizi hastası olalım bakalım o zaman ne olacak. Prison Break, Dexter falan demeyin hiç bulaşmayacağım onlara. Zaten Prison Break gereksizmiş anlattılar hiç merakım kalmadı.

He tabi bir de unutmadan "kendi gününde, kendi saatinde" imajını inatla koruyan Kurtlar Vadisi başlayacak ki unutmadığım sürece tüm saçma eleştirilere rağmen onu da izleyeceğim. Tespihim yok ama vallaha bak. Bu arada tabi yapılması gereken bir sürü iş var. Demem o ki; dizi izlemiyorsanız hiç bulaşmayın. Arada bir film izleyin işte oh 1.5-2 saat bitti gitti. En güzeli.

Duyumlar

Uzun bir süre için malesef son lig maçıma gideceğim bugün. Arsenal ve Porto maçlarına giderim tabi muhtemelen ama Nisan sonu Mayıs başına kadar haftasonları hiçbir maça gidemeyecek olmak bünyeyi sıkıyor biraz. Gelecek için katlanılması gereken zorluklar. Asıl bahsetmek istediğim bu değil, hayatımın o bölümüyle ilgili yazı bir ara yazarım.

İki gündür internete pek giremediğim için forumlardan, bazı arkadaşlardan uzakta kalmıştım. Dün gece bir anda gelen bilgi bombardımanı neye uğradığımı şaşırttı. Bu akşam Fenerbahçe - Kayserispor maçı var biliyorsunuz. Fakat dün aldığım duyumlardan ve okuduklarımdan sonra bu maçın skoru kesinlikle ikinci plandadır benim için. Yağmurlu, sıkıcı bir havada, gergin atmosferde gireceğiz maça. Neyle karşılaşacağımızı hiç bilmeden. Çok kişinin ağzında olan bir laf benim de ağzımda. "Bu akşam ne beste söyleyeceğiz diye düşünmek yerine neyle karşılaşacağız diye düşünüyoruz." Duyumları buraya açık açık yazmanın gereği yok. İlgili olanlar zaten haberini almış veya okumuşlardır. Tek diyebileceğim; umarım hepsi yalan olur.

Gergin bir şekilde girdiğimiz maçtan neyse doğru değilmiş söylenenler diyerek çıkarız. Gider Yoğurtçu'da maç sonrası biramızı içip evimize döneriz. Tabi maç sonucu ne olursa olsun, duyumların akıbeti ne olursa olsun kimsenin padişah olmadığını unutmayalım. Bir de, gerekirse koridorda izleriz.

İsim-siz?

Bir aralar isimsiz bir aşık vardı bu blogun yorumlarında. N'oldu ona acaba çok merak ediyorum. Bu gibi durumlar bir erkek için çok zordur. Ben de o zamanlarda yazmadım buraya ama kendi içimde yaşadım o zorluğu.

Şimdi erkek yanınız diyor ki "Aha kız bana aşıkmış. Kim acaba? Güzel mi? Tanışsam anlaşır mıyız?" evet, bu ve buna benzer sorular çokça akıl kurcalıyor. Cevaplarını alabilmek için de insan kız tarafının tanışmak için bir hamle yapmasını bekliyor. Fakat bir de mantıklı yanımız var ki o da "Lan ya biri keklemeye çalışıyorsa. Zokayı yutup da elaleme rezil olmayalım." gibi yaklaşımlarla olaya temkinli bakıyor. Bu iki yanın çarpışmasında (evet yanlar, Fırat Budacı gibi benim de yanları var.) genellikle kazanan mantıklı yan oluyor. Çünkü tanımadığın, yüzünü bile görmediğin birisi var bir tarafta, kız olduğu bile kesin değil. Keklenip de herkese rezil olmak var öteki tarafta. Haliyle riske girmeye değmeyecek bir yatırım olarak görülüyor bu durum.

Yine de insan içten içe bir heyecan duymuyor da değil. İsimsiz yorumcum eğer bu yazıyı da okuduysan bi mail at yahu. Bak ben yine temkinli davranırım sana bozulmak yok. Yine de merak ediyorum kimsin nesin. Hadi öptüm canım byes.

Çok Şeker

"Alayına isyan, inadına şeker bayramı."
Bir bayram daha bitti. Evde artan çikolatalara, şekerlere, baklavalara saldırma zamanıdır. Dalın çocuklar. Şeker koması oley!

 


Templates Novo Blogger 2008