Rüya Bilmecesi 14

Bu seferki rüyamın o kadar ilginç bir yanı yoktu aslında sadece bir fuar merkezi gibi bir yere girerken elime yeni çıkmış bir fotoğraf makinesini tutuşturuyorlar. Çok da ağır birşey böyle onu alıp kaçmak yerine dedikleri standa götürmeye çalışıyorum ıkına sıkına. Ama o değil önemli olan da, bu fuar merkezi dediğim yapı öyle bir yer ki, şu an resmen her ayrıntısına kadar hatırlıyorum ve sırf o binayı çizebilmek için mimar olmak isterdim. Mimar birine anlatacağım bakalım oluru var mı.

ders notunda samimi rüzgarlar

Ders notunu öğrenciye birebir ders anlatırmış gibi hazırlayan hocaları çok seviyorum. Okuyorsun böyle ders notunu bir paragraf geliyor, genel kültür olarak böyle böyle birşeyler vardır diye upuzun birşey anlatıyor mesela. Veya şöyle durumlar da çok önemlidir ama ders saatimiz kısıtlı olduğundan bunları atlıyoruz yazıyor falan bir paragrafta. Ha şimdi neden sevdiğime gelirsek, öyle samimi bir ortam yaratıldığı veya ne bileyim öğrenciye şirin gözüktüğü için falan değil, çalışırken hobarey diye toptan bir paragrafı atlamamı sağladıkları için bu hocaları çok seviyorum.

Kim Nerede?

"Aklınız sevdiklerinizde kalmasın. Sevdiklerinizin nerede olduğunu öğrenmek için bir SMS yeter. http://kimnerede.avea.com.tr 28 Şubat'a kadar UCRETSIZ. Bilgi:500"

Bugün en sadık dostlarımdan biri olan AVEA'dan bir mesaj daha aldım. Her gün en az bir en fazla 4-5 kez mesaj atıp dürter beni. Bir seferinde "Az sonra Adanalı dizisi başlıyor." diyerek mesaj atmışlığı bile var, tuhaf bir kişilik. Neyse, evet yeni bir hizmet başlatmış sevgili AVEA. Kim nerede diye bu numaraları takip et diyomuşsun tanımladığın bölgelere girince sana mesaj atıyormuş. Hey maşallah. Cep telefonunun elektronik tasma özelliği de varmış artık. Takip edildiğini bilmek hoş bir durum olmasa gerek, bilmeden takip edilmek de hoş olmaz gerçi. İki dakikadır yazının sonunu bağlayacak bir cümle düşünüyorum da bulamadım. Kim nerede lan?

09

15 beklediğim sınavdan 9 aldığım için hocaya kağıdımı görmek istiyorum desem ne derdi acaba?

Çatladıkapı

Çatladıkapıspor'da idari menajer olarak göreve başlasam, ilk senemde takımdaki müthiş uyumun ardından takımın teknik sorumluluğunu da verseler. Başarıyla geçen 2 yıldan sonra gelen olağan genel kurulda seçime tek aday olarak giren kişinin listesinden yönetime girsem, 3 yıl başarıyla sürdürdüğüm futbol şube sorumluluğu görevinin ardından başkanın yolsuzluğu çıksa ve olağanüstü genel kurula gidilse, adaylığımı koysam, camianın desteğini arkama almış bir şekilde başkanlığa gelsem, emin adımlarla sürdürdüğüm kişisel çıkışımı başkan olduktan sonra tüm camiaya yansıtsam ve Çatladıkapıspor'u adım adım Süper Lig'e taşısam, futbol yorumcularının hali nice olurdu?

4 mü?

Ya Google Analytics kafayı yedi ya da ne vefasız insanlarsınız yahu. 25 Ocak Pazar günü bloga 4 kişi girmiş görünüyor. Bu nasıl iştir anlamadım. İki gün yazı yazmayınca kimse girmeyecek mi bloga? Çok ilginç çok.

Tipimiz Değişti

Blogu açtığımdan beri aynı görünümdeydi, bir değişiklik yapayım dedim, zorlu bir süreçten sonra şu anki görünüme karar verdim. Nasıl olmuş dersinniz?

deney sonucu

Önceki postlardan birinde yazmıştım bir deney yapıyorum kendimce diye. Uyumak üzereyim artık, yani daha ayağa kalkmam. Kronemetrem 20:47:42'yi gösteriyor. Kısacası evden hiç çıkmadığım bir gün içinde sadece 20 dk 47 saniye ayakta durdum veya yürüdüm. Bu deney sonucunda ne gibi değerlendirmeler yapabiiriz ben bilemedim. Sanırım çok kilo almam lazım da. O da olmuyor. Ne bileyim işte siz yorumlayın bari isterseniz.

tadında aşk var'dan aforizmalar

Layt Abi-Ben de şarkıcı olurum.
Maço Abi-Sen şarkıcı mı olursun? Ne olursun biliyo musun?
LA-Ne olurum?
MA-Şarkuteri olursun.

Rüya Bilmecesi 13

Sabah uyandığımda yazıcaktım aslında çoğunu hatırlıyordum rüyanın ama muhtemelen işerken unuttum yazmayı. Şimdiyse yine fazlasıyla fantastik olduğunu kesin olarak hatırladığım rüyanın sadece Atatürk'ün Türk Sineması'nı kurtarmak için Zeki Demirkubuz, Çağan Irmak, Ahmet Uluçay ve sanırım yüzlerini hatırlayamadığım birkaç genç yönetmenle daha toplantı yaptığı sırada odaya çay getirdiğim. Atatürk'ün de bana "Sağol çocuk. Senin bir fikrin var mı?" demesi. Ne cevap verdiğimi hatırlayamıyorum. Cevap verememiş de olabilirim. Öyle işte.

bilimsel hareketler

Bir insan evden çıkmadığı bir gün ne kadarlık bir süre iki ayak üstünde durur? Merak ettim, evden çıkmadığım bu gün içerisinde kaç dakika ayakta durduğumu veya yürüdüğümü tutuyorum. 10:12'de uyandım ve şu an saat 14:24 yani 4 saat 12 dakikadır uyanığım ve sayacımız 12:37:12 ' yi gösteriyor. Gün sonunda yarım saati bulacağını sanmıyorum. Yatmadan önce sonucu yazarım.

sinir stres

2 buçuk haftadan müteşekkil bir final döneminin daha ilk haftasının bitmesi için 2 sınavı olan bir insanın girdiği her blogda "Finallerim bitti yehuuu" "Ooo yee finaller biter" "Final haftası baybay" "Final.....bitti....(sevinç nidası)" tadında yazılar görmesi nasıl bir eziyettir bilir misiniz?

sitemim var

Bugün düşündüm de ne zamandır arkadaşlarım arayıp sormuyor. Finaller, ödevler falan anlıyorum da yine de insanın canı sıkılıyor. Tamam, ben de aramıyorum ama ben zaten genel olarak aramayan bir insanım bunu bilmeleri lazım. Neyse inceden bir sitemimdir bu da böyle, ölmüş olsam haberiniz olmayacak. Ha tabi msnde online görününce yaşadığım anlaşılıyor.

Lost'a devam

Bu gece, yani bizim saatimizle sabaha karşı ABC kanalında Lost'un 5. Sezonu başlıyor. Bilmemkaç aylık aradan sonra vallahi nerde kalmıştık, ne olmuştu en son hayal meyal hatırlıyorum. Bu sefer bölüm başında kallavi bir Previously on Lost verilmesi lazım. İki bölüm arka arkaya yayınlanacak sanırım IMDB'den anladığım kadarıyla. Sabah bölümler torrent ortamlarına düşmüş olur, inene ve altyazı çıkana kadarki sabır evresi başlar. Neyse artık bundan sonra Perşembe akşamları Lost'a ayrılacak tekrar.

kıllı erkek

"Üçüncü yarışmacımız ... Hanım 26 yaşında, bir cafe işletiyor, kıllı erkeklerden hoşlanıyor."

"Ben çok hoş bir erkeğim diyen Serhat Bey 30 yaşında, sigorta danışmanlığı yapıyor."

Fox Tv yine klasını konuşturmuş. Yemekteyiz'in formatı alınıp format Fox'un o muhteşem absürd çizgisine iyice sokmuş, adına da Tadında Aşk Var demiş. Bağımlısı olacağım sanırsam.

Denetim

Blogu açtığımdan beri yorumları denetlemiyordum, illa google üyeliği gerekir falan da demedim üşenen adsız yorum atabilsin diye. Fakat yeter yani. Bir adını bile verecek cesareti olmayan gereksiz dadandı, saçma sapan saldırıdan ve kin dolu yazılardan başka birşey içermeyen yorumlar sıçıp kaçıyor. Çok sinirlendim evet, başta önemsemiyordum da yeter artık. Burası bana gönül rahatlığıyla sayabileceğiniz bir yer değil. Bu kendini bilmez yüzünden yorumları denetlemeye aldım. Zaten öyle "hatun blogları" gibi her gün yirmi-otuz tane yorum gelmiyor. Okur, onaylarım.

Mr Kahlo

Öncelikle bkz: Mr Kahlo Sendromu

Mr Kahlo sendromundan muzdarip kadınlarımız beni çok üzüyor. Hele o en erkeğinkinden daha erkeksi hale gelen elleri, kolları of of. Modern zamanın nimetlerinden faydalanmaları için hepsini toplayıp bir epilasyon merkezine hapsetmek ya da içlerindeki tetesteronu emen biyolojik bir buluş yapmak itiyorum. Madem 4 yıldır biyoloji okuyorum insanlığa ya da en azından kendime bir faydam dokunsun.

Keşif mimi

Uçan Hollandalı beni mimlemişti onu yapayım. Son zamanlarda neler keşfetmişiz.

Sürrealizmin eğlenceli bir akım olduğunu keşfettim. Bunun için Tan Tolga Demirci'ye teşekkür ederek muhteremin blogunu da yazayım aklıma gelmişken. surrealismus.blogspot.com

Full Metal Jacket'ı yıllar sonra tekrar izleyince filmin sonundaki marşın Mickey Mouse olduğunu farkedip eğlendim. Günlerdir M-I-C-K-E-Y M-O-U-S-E diye geziniyorum.

Daha önce de bahsetmiştim, Rafet El Roman ve Candan Erçetin'den bazı şarkıları cidden sevdiğimi keşfettim.

Aman yeni mi keşfettin diyen olur belki de, daha önceden okumaktan çekiniyordum anlamam diye de yeni yeni okumaya başladığım Andre Bazin'i keşfettim denebilir kendi adıma. Sinemanın belki de en çok yenilik aranan dönemlerinden birinin bu önemli yazarını bu kadar geç okuduğum için de kendime kızmaktayım.

Rüyamda senaryo görebildiğimi keşfettim. Tabi uyanınca üşenmeyip yazmak lazım.

Bu kadar herhalde şimdilik. Proje insanı YGT'i mimleyeyim de beyefendi yeni neler keşfetmiş okuyalım.

Yiter

Bu ülkede namuslular da namussuzlar kadar cesur olmalıdır.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın.

Ankara'nın en güzel şeyi İstanbul'a dönmesidir.

Yeter ulan! Şu cümleleri ben duymaktan bıktım siz söylemekten bıkmadınız. Daha ne kadar sürecek bu kalıpları kullanmanız. Tamam, çok önemli insanların sözleri, çok anlamlı sözler falan ama yeter yani bir yere kadar.

Melan-in

Bu aralar ne melankoli oldu böyle göz gözü görmüyor. Geçer elbet.

Melanin pigmenti çok önemli şey bu arada. Vücudunda yoksa albino oluyorsun falan sonra al başına bela güneşe çıkamazsın, rahat rahat denize giremezsin hiç çekilir çile değil.

Duvar isimli öykü uzun olmuş böyle bloga koyunca ama o kadar da uzun değil aslında, okuyun bak, fena değil bence. Yani daha iyilerini de yazarım belki bi ara ama şimdilik bununla idare. Daha iyisini yazmak için motivasyonum yok henüz.

Şu an Candan Erçetin dinliyorum Beyaz Show'da ben bu kadının şarkılarını seviyormuşum meğer. Böyle oluyor bazen. İçimdeki gizli saklı beğeniler alakasız bir şekilde su yüzüne çıkıyor. Geçenlerde de Can Sarcan'ın Rafet El Roman'ın Seni Seviyorum şarkısına yaptığı klibi izleyince o şarkıyı sevdiğimi keşfetmiştim mesela. Hmm evet bunlar keşif mimine de yazılabilir. Kendimi tekrar, oh yes.

Finaller de geldi çattı, haydi hayırlısı. Denizel Makroalgler, Denizel Fanerogamlar, İhtiyoloji, Deniz Ekolojisi , Deniz Balıkları Sistematiği. Ne kadar iç açıcı geliyor böyle derslerin isimlerini yazınca değil mi? Yaa yaa. deniz falan böyle serin sular, hadi şimdi neyse de yazın büte kalırsam o sıcakta nasıl çekilicek bilmiyorum. Şans dileyin lan. İkinci döneme değil de, şimdiye.

Hoptek süper birşey bir de bence. Bir ara Yiğit'le denemiştik de yapamamıştık. Yapanlara özenmekle beraber içten içe saygı duyuyorum.

Uçan Hollandalı

Bu kıza dikkat.

http://cahillikcokkotubirseydir.blogspot.com/


*mimini de yapıcam bi ara yavru.

Duvar

Artık pek önemli olmadığı için bu öykümü de yayınlayabilirim.

DUVAR

“Hey sen!” diye seslendi çocuk kızın arkasından. Elinde büyükçe, parlak kırmızı renkli, köşeleri ovale yakın bir taş taşıyordu. Kız dönüp şaşkın bir şekilde baktı. Çocuğun elindekinin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Taşımama yardım eder misin? Eve gitmeye çalışıyorum da.” Dedi çocuk.

Kız hala şaşkındı ama çocuğa doğru yürümeye başladı. Taşın bir ucundan tutar gibi yaptı ama yine de taşımaya çekiniyordu. Hiç konuşmamıştı. Düzgün yüz hatları, kırmızı yanaklarıyla güzel ama daha çok sevimli bir kızdı. Hiç konuşmadan birlikte çocuğun evine yürüdüler. Yürürken kız zaman zaman taşı bırakıyor, yardım edip etmemekte kararsız kalıyordu. Fakat yine de çocuğun yanında yürüyordu.

Çocuğun evine geldiler. Ahşap, en az elli yıllık gibi görünen ev sanki terkedilmişti. Birisi bu evin perili olduğunu iddia etse doğruluğuna inanabilirdiniz. Çocuk, menteşelerinden biri yerinden çıkmış, yer yer tahtaları sökülmüş, aralık duran kapıyı açıp içeriye seslendi. “Merhaba! İçerde kimse var mı? Sesimi duyan selam versin. Evde kimse var mı?”

İçeriden cevap gelmedi. Taşı kapının yanına bırakmışlardı.Kız korkmaya başlamıştı ama nedenini bilmediği bir şekilde ne gidebiliyordu ne de ağzını açıp bir şey söyleyebiliyordu. Hiç konuşmamış olsa da merak içinde olduğu bakışlarından belli oluyordu. Çocuk kızın gözlerindeki bu merakı fark etti. “Hep biraz deliydim. Biliyorum bunu, hep biraz deliydim Hepimizin biraz olduğu kadar.” . Kızın merakının korkuya dönmeye yakın bir hale geldiğini fark eden çocuk elleriyle sakin olması yönünde jestler yaparken kızın içini rahatlatmak için jestlerini konuşmasıyla desteklemeye karar verdi. “Korkma, korkma. Ben ölümden hiç korkmuyorum. Ne zaman olursa olur umursamıyorum.” Kızın kafası iyice karışmıştı ama biraz sakinleşmişti.

İçeriye girmediler. Evin kapının yanındaki kısmında duvara yaslanarak oturdular. Taş aralarında duvara dayalı duruyordu. Yılın en sıcak günlerinden biri olduğundan gölgede oturmak o kadar süre taş taşıdıktan sonra ikisine de iyi gelmişti. Sadece oturuyorlardı. İkisi de bir şey demeye, bir konu açmaya çekiniyordu. Sonunda çocuk dayanamadı. “Güneşin altında yatmaktan da sıkıldım evde oturup yağmuru izlemekten de. Sen gençsin. Hayat da uzun. Bugün öldürmek için yeterince zamanımız var.” Kız, karşılaştıklarından beri ilk kez gülümsedi. Tek bir buluta sahip olmayan, masmavi gökyüzüne bakıyordu. Kızın gökyüzüne baktığını fark eden çocuk da bakışlarını yukarı kaldırıp konuşmaya devam etti. “Anne bebeğini sever. Babacığın da seni seviyordur. Deniz sana şimdi ılık gelebilir bebeğim. Gökyüzü de mavi görünebilir.”

Kız , çocuğun ne dediğini anlamaya çalışıyor gibiydi. Kafa karışıklığı iyice beynini ele geçirmeye başlamıştı. Bakışlarını çocuğun yüzüne doğru indirdi. Gözlerine doğru bakıyordu. Kızın kendisine baktığını fark eden çocuk da kızın gözleriyle gözlerini birleştirdi. Bir süre gözleriyle konuştular. Kız gülümsemekle tepkisizlik arasında gidip geliyorken çocuk açık açık gülümsüyordu. Sonunda çocuk asıl konuşma organını da kullanmaya başladı. “Bu soğuk gözlerin ardındakileri öğrenmek ister misin?” Kız yine hiç konuşmadan başıyla isteğini belirtti. Çocuğun gözleri gerçekten soğuktu. Bütün o sıcak tavrına, aslında kıza tüm sevgisiyle bakmasına rağmen sadece gözlerine bakıldığında soğuklardı.

Çocuk derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya başladı. “Ben yeni bir çocuğum, bu şehirde yabancıyım. Ama yaşımdan daha çok yetiştim. İçinde şiirlerim olan siyah bir kitabım var. Çocukken içimde bir ateş vardı. Ellerimi birer balonmuş gibi hissederdim. Şimdi o hissi tekrar duyuyorum.” Cümlesini bitirirken iyiden iyiye gülümsüyordu. Soğuk gözleri gerçekten mutlu görünüyordu. Gülümseyerek kendini anlatmaya devam etti. “Oyunları hatırlıyorum. Papatyadan yaptığım zincirleri ve kahkahaları. Yoldaki bu kaçığı korumalıyım.”

Kız ne kaçığı diye düşünüyordu belki de. Çocuğun pek de aklı başında olmadığının farkındaydı elbette ama yine de yanından kalkmak, aralarındaki taşla olan temasını kesmek istemiyordu. Ne tek bir kelime edebiliyor, ne de herhangi bir kasını hareket ettirebiliyordu. Vücudunda sanki çalışan tek kaslar suratına gülümsemeyi çizmesine yardımcı olanlardı. Çocuğun söylediklerini anlamak, hazmetmek ister gibi bir hali vardı. Ama yine de gülümsüyordu. İçindeki mutluluk hissinin yüzüne vurmasına izin veriyordu.

Çocuk oturduğu yerden kalkıp taşı kucakladı. Evin içine doğru gitmeden önce kıza gülümseyerek kapıyı gösterdi. Üçüncü bir eli olsa onunla da kızın elini tutup bir daha bırakmak istemeyecekti. Kız çocuğun işaretini anlayarak yerinden kalktı ve çocuğun peşinden kapıdan içeri girdi. Ev tozlu, küf kokulu, sadece duvarlardaki çatlaklardan ve kırık camlardan sızan ışıklarla aydınlanan bir harabeydi. Kırık camlardan sızan güneş ışığıydı, çünkü yıllardır evdeki yaşanmamışlık sağlam kalabilen camlara kir ve is şeklinde yapışarak güneşin bile evin içinde yaşamasını engeller hale gelmişti. Girişi geçtiler, çocuk taşı büyük salonun ortasına koydu. İki kişilik koltuklardan birinin üstündeki beyaz çarşafı hızla çekti. Salona yayılan toz ve örümcek ağlarını çarşafla dağıtmaya çalıştıktan sonra yine çarşafla koltuğu biraz temizlemeye çalıştı.

Koltukta yan yana oturup salonun ortasındaki taşa bakarlarken çocuk yine konuşmaya başladı. “Biz kayıp iki ruh gibiydik. Sanki bir balık kasesinde yüzermiş gibi. Yıllardır.” Kız çocuğun söylediklerini düşünürken camın kenarındaki vitrinde duran balık kasesi gözüne takıldı. Kasenin dibinde hala renkli taşlar vardı ama tüm bu renkliliğin içinde artık kılçıkları bile çürüyerek yok olmak üzere olan balık cesedi duruyordu. Çocuğun bu evde yaşamadığı çok açıktı. Zaten aslında kimin nerde yaşadığı, yaşadığı, yaşamadığı yaşamak istediği, yaşamak zorunda olduğu nasıl anlaşılabilirdi? Sadece madden bulunduğu bir yer için orda yaşadığını söylemek ne kadar doğru olurdu?

“Sen ve ben” dedi çocuk. “Allah bilir yapmayı seçtiğimiz şey bu olmayacaktı.” Konuşmadan ya da konuşamadan, konuşulanları anlamadan anlaşmaya başlamışlardı. Kız, çocuğun aslında yaşadıkları yerin çok zamandır burası olduğunu kastettiğini düşünüyordu. Çocuk yine dudaklarını araladı. “ Sen yeri seç. Ben zamanı seçeceğim.Sonra tırmanmaya başlarım, yolumdaki o tepeye. Sadece bir süre doğru gün için beklemeli.” Çocuğun söyledikleri sanki bir büyücünün büyülü sözleriymiş gibi kulağa anlamsız, ruha anlamlıydı. Kız beyniyle neden bahsedildiğini anlamasa da ruhundaki ferahlık ve mutluluk, kendini çocuğun söylediklerine bırakma hissi kızın maneviyatının maddiyatından daha anlayışlı olduğunu gösteriyordu.

“Herkes bir şeyler aradığını söyler. Ben sadece yoluma çıkan fırsatı değerlendireceğim.” Dedi çocuk. Kız ilk defa konuşmaya bu kadar yaklaşmıştı. Tam ruhunu çocukla konuşturmak üzereydi ki çocuk konuşmaya devam etti.”Bu yüzden soğuktan kaçmama izin ver. Başımı altın güneşinin ısıtmasını sağla. Çünkü ruhumda soğuk bir rüzgar var, eserek titreten. Ve sanırım büyüyorum.” Kız başını çocuğun omzuna koydu. Hala hiçbir şey söylememişti. Uzun bir süre sessizce yerdeki taşa baktılar. Büyükçe, parlak kırmızı renkli, köşeleri ovale yakın taşa.

Evin içine sızan güneş ışığı iyice eğilmeye başladığında çocuk nazikçe kızın başını omzundan alıp ayağa kalktı. “Kal ve bu günü bitirmeme yardım et. Eğer istersen bir şişe şarap da devirebiliriz.” Kız yine sadece olur anlamında başını salladı. O kadar mutlu hissediyordu ki kendini, ağzını açıp tek kelime ederse sözleri mutluluğunun gerçekliğinin yanında sönük kalacakmış gibi geliyordu. Çocuk kızın olurunu görünce çok sevindi. Coşkuyla salonun içinde gezinmeye başlamıştı. Bu sırada da sorularını sıralıyordu. “ Yiyecek bir şey ister misin? Uçmayı öğrenmek ister misin? İster miydin? Denediğimi görmek ister misin?” Kız çocuğun telaşına sevecen gözlerle bakıyor. Hangi sorusuna cevap vereceğine karar veremiyordu. Çocuk birden kızı elinden tutup evin çökmeye yüz tutmuş merdivenlerine doğru koşturdu. Tozlar, tahta parçaları döke saça üst kata çıktılar. Üst katta hiç oda yoktu. Sadece bir hol ve boşluğun önünde ortasında şekilsiz ovalimsi bir boşluk olan bir duvar vardı. “Ne kullanmalıyız, bu boşluğu doldurmak için? Nerde konuşmalıyız? Nasıl doldurmalıyım bu son yeri? Duvarı nasıl tamamlamalıyım?” diye az önceki coşkunun kalıntılarına üstün gelmeye başlayan karamsar haliyle sordu çocuk.

Kız çocuğun düşmüş suratını avuçlarının arasına aldı. Yanağını hafifçe okşadıktan sonra aşağı inmeye başladı. Çocuk da kızın peşinden gidiyordu. Kız aşağıdaki salonun ortasında duran taşı tek başına kaldırmaya çalışıyordu. Gücü yetmediğinden ancak bir tarafını kaldırmış sürükleyebiliyordu taşı. Çocuk yardımına koştu ve yine eve geldikleri gibi, fakat bu sefer kız elini taşa sürmekten çekinmeden yardım ederek taşı üst kata taşıdılar. Duvarın önünde taşı iki ucundan tutarak kaldırıp birlikte duvardaki boşluğa yerleştirdiler. Taş tam boşluğa oturmuş duvarı tamamlamıştı. Çocuk kızın ellerini tutup önünde çömeldi. “Sen tam benim dünyamı dolduracak bir kızsın. Sana her şeyimi verebilirim , her şeyi, eğer bir şeyler istersen.”

“Dokunduklarını, gördüklerini tattıklarını, hissettiklerini , sevdiklerini , nefret ettiklerini, güvenmediklerini , koruduklarını , verdiklerini , anlaştıklarını , satın aldıklarını , dilendiklerini , ödünç aldıklarını ya da çaldıklarını , yarattıklarını , yok ettiklerini , yaptıklarını, söylediklerini , yediklerini , içtiklerini.”

Kız gözlerindeki mutluluk yaşlarıyla çocuğa sarıldı. Yerde çömelmiş birbirlerine sarılıyorlarken her şey bir fantezi gibi geliyordu. Duvar çok yükseklerinde kalmıştı. Kalplerinin birleşerek oluşturduğu bu duvarı yapmak için çocuğun ne kadar yorulduğunun bir önemi kalmamıştı. Artık ruhunu özgürlüğe kavuşturabilirdi. Her ruh eşini bulana kadar yabancı ruhumsulara mahkum olur, eşini bulduğunda sonsuz özgürlüğe kavuşabilirdi. Eşini bulana kadar sanki beynini kurtlar yiyormuş gibi rahatsız ederdi o ruh içinde bulunduğu vücudu.

Yıllarca duvarları sağlam kaldı. Her gün duvara fiziksel olarak olmasa da ruhsal bir sürü tuğla ekliyorlardı. Yıllar geçti. Birbirlerinin gözlerine baktıklarında 365 çarpı sayılamayacak sayı kadar gün ve 6 saatleri de eklenmesiyle oluşan zaman boyunca o birlikte koydukları taşın yansımasını gördüler. Sonunda çocuk büyüdü. Rüya bitti. Rahatça uyuşmuştum.


uyusun da büyüsün

Ben ki 4-5 saat uyku bana yeter diyip çok rahat uyanabilen, bütün gün o uykuyla yaşayabilen insan son zamanlarda 9 saatlik uykudan sonra sürünerek yataktan kalkıyorum. Uyanmak zorunda olmasam günlerce uyuyabilirim gibi geliyor. Tam final haftası öncesi girilicek ruh haliydi, bravo.

Tek bir tane iyi şey olsun. Çok mu zor ki? Olabilir aslında neden olmasın. Bence olması da gerekiyor artık. Bir insanın üstüne bu kadar gelinmez ki. Ne bileyim yolda giderken 5 milyon bulayım mesela o da birşey. Ama nolur artık iyi bir şey olsun.

cinnet

Benim kimseye bir zararım yok ama galiba herkes bir ara toplantı yapmış evet arkadaşlar bu çocuğu delirtmek için hepimiz uğraşacağız diye karar vermişler. Cinnete az kaldı.

beşyüzbinmilyonbaloncuk

500. yazı olmuş oluyor bu blogdaki. Hadi hayırlısı.

Vizzz

Televizzzyon diye bir şey açılıyor he haberiniz olsun.

Inglourious Basterds

Quentin Tarantino'nun yeni filmi Inglourious Basterds'dan ilk fotoğraflar yayınlanmış. Burdan bakabilirsiniz zira IMDB fotoğraflarının kopyalanmasına uyuz oluyormuş öyle dedi bana. Fotoğraflardan ve castten de görebileceğiniz gibi başrolde Brad Pitt var. Filmin isminin yazımı niye böyle şu an tam olarak bilinmiyor araştırdığım kadarıyla. Tarantino'nun bir şakası olduğunu düşünenler var. Belki de insanlar konuşsun diye yazmıştır böyle. Neyse bize ne canım adamın koyduğu isimden. Filmi bitirsin de o zaman sorgulayalım yaptığı şeyi.

Buzlu

Şu anda Kanal D'de Lanetli Ruh diye bir korku filmi var. Anlamıyorum bir kanal bir filmi satın alırken en azından alımla ilgili müdür veya sorumlu kimse izliyordur filmi. E bu adam veya kadın da eşşek değil ya RTÜK'ün nelere izin verip nelere vermediğini biliyordur. Peki bu filmi satın alıp yayınlamaya karar vermelerinin nedeni ne olabilir? Filmin yarısı buzlu yahu. Ya ne olacaktı? Korku filmi işte kanlar kesilen vücutlar falan. RTÜK denen garabet varken mecbursun bunları buzlamaya. Peki yazık değil mi be arkadaşım harcadığınız paralara?

u uuu

Bugün okulda İlker Canikligil'in 2001 yılında çektiği Simulacra isimli kısa filmi izledik. Film hakkında bir eleştiri veya yorum yazmak istemiyorum da filmin bakkal sahnelerinde gelen ICQ'nun meşhur mesaj gelme sesi (U uuu) filme ani bir sempati beslememe neden oldu. Özlemişim ICQ'yu, yükleyip açsam online kimse olmayacak şimdi tabi. Yine de ekleyen olursa eklesin bana da haber versin yahu numaram 121466945 'ti büyük ihtimalle. Çok emindim aslında yazıya başlarken numaramı hatırladığıma ama sonra 466 kısmından emin olamadım.

5149

5149 sayılı kanunun 11. maddesine dayarak 6 ay spor müsabakalarını izlemekten men ve 1500 ytl idari para cezası almasına karar verilmiştir.

Heil.


Son dönemde yaşananlar beni nazi sempatizanı olmaya itiyor.



Foto: Hürriyet.com.tr

Cep Telefonundan Hayat Tahlili

Bir insanın cep telefonunun durumuna bakınca hayatı ve kişiliği konusunda bazı çıkarımlar yapılabilir bence. Düşündüm biraz, kendimce bazı önermeler yapacağım.

Telefonun mesaj bölümüyle başlayalım. Eğer gönderilmiş mesajlarınız gelen kutunuzdakilerden fazla ise insanlar tarafından pek fazla ciddiye alınmıyor olabilirsiniz. Attığınız mesajlara cevap alamamanız karşı tarafın kontörü olmamasından olabileceği gibi, "aman ne gerek var buna cevap vermeye" diye düşünmesinden de olabilir. Yine gelen kutunuzdaki mesajlar eğer hep cevap niteliğindeyse insanlar tarafından merak edilen, fikri sorulan, hayatı öğrenilmek istenen bir insan değilsiniz.

Arama kaydı bölümü. Burda da gelen aramaların toplam süresiyle sizin aramalarınızın toplam süresi arasındaki fark insanların sizi özleme katsayısını verir. Aradaki fark sizin aramalarınız daha fazla olacak şekilde ne kadar fazlaysa insanları sıkıyor olabilirsiniz. Dikkatli olup birini aramadan önce bir kez daha düşünmekte fayda var. Aradığınız numaraların ve sizi arayan ya da cevapsız çağrı olmuş numaraların sayısı da hayatınızda önemli olan insan sayısını verecektir. Eğer bu sayı bir elin parmaklarını geçmiyorsa ya da bu sayıya iki elin parmakları da yetmiyorsa bu işte bir sorun var demektir.

Son olarak telefon defterine gelelim. Telefon defterinizde kayıtlı numaraların cinsiyet dağılımı ilk parametremiz olsun. Diyelim bir erkeksiniz ve rehberinizin yüzde 80'i erkek, sap içinde kalmışsınız , biraz sosyalleşmekte fayda var. Tam tersi durumda da biraz durulmanızı tavsiye ederim. Rehberin kalabalıklığı ile kullanılan numara sayısı arasındaki fark gerekli gereksiz bütün insanlardan telefon istediğinizi veya yıllardır rehberinizi temizlemediğinizi gösterebilir. Hayat boyu bir daha aramayacağınız numaraları rehberinizde tutmanın alemi yok, silin gitsin.

Sadist

Kelepçelerden sonra kırbacım da oldu. Benim deyimimle "ortası toplu fetiş ağızlık", enternasyonel adıyla "gagging ball" u da imal etmek için malzemelerim var. Onu da yapınca tam teşekküllü bir sadist oluyorum sanırım.

Kısaca

Yağmurlu havalarda yağmur yüzünden değil, bilinçsiz şemsiye kullanıcıları yüzünden evden çıkmayı sevmiyorum.

Gözlemlerime göre yolda turistlere yardım ettikten sonra mutlaka yanındaki arkadaş kişiyle minimum 15 dk turistlerle yapılan ingilizce konuşmanın kritiği yapılıyor.

Bugün "Kırmızı Atkılı Bayan" ve "Bereli Bey" olduk Maybe'yle. Onun tanımı daha karizmatik oldu, kıskandım.

Film için her gün ordan oraya koşturup bir yandan beynimi patlatırken bir de 3 tane hap,1 burun ve 1 ağız spreyi kullanmak zorunda olduğum bir hastalığa tutulmak hiç hoş olmadı.

2 gündür 3 dal sigara içtim. Sanırım her daim hasta gezsem sigarayı çok rahat bırakabilirim.

Bugün aklıma geldi de; bir ara isimsiz aşık vardı bu blogda. Daha önce bir kere daha sormuştum ama çok zaman geçti bir daha dürteyim dedim. Öldün mü isimsiz?

Blog demişken; yine yorum atılmıyor bloga yahu. O kadar film,senaryo vs ekliyorum, eh sık olmasa da yazıyorum da, biraz yorum yapın da "eheh ne yazmışlar acaba" diye merakla tıklıyım yorum sayısı arttıkça.

Bi Haller

Bloga son eklediğim kısa senaryoyu wordden buraya yapıştırınca bir haller oldu bloga. Maybe Hanım düzeltmeye çalıştı da işte yine de böyle bi değişik oldu. Neyse artık bundan sonra da böyle devam edelim. Zaten bir ara şablonu falan da değiştirme niyetim var ama sevgili blogbilir arkadaşlarımın vakti olursa.

Arkaya İlerleyelim


Sahne 1 ( Otobüs – İç – Gündüz)

(Bir otobüs durağa yanaşır durur. Duraktan otobüse sadece bir kişi biner. Akbilini basıp arkaya doğru ilerlemeye başlar. Otobüs de tekrar kalkar. Adam bir iki adım attıktan sonra durur. Otobüste ayakta 2 kişi olmasına rağmen şoförden uyarı gelir.)

ŞOFÖR

Arkaya ilerliyoruz beyler!

(Adam tekrar sandalyelerin kenarlarındaki demirlere tututna tutuna arkaya ilerlemeye devam eder. Oturan kadınlardan birisinin çantasının sapı koltuğun önünde demirle aynı şekilde durmaktadır. Adam arkaya ilerlerken otobüs hızlanır. Adam da arkaya doğru koşar adımlarla giderken kadının çantasının sapına asılır ve çantayla birlikte yere kapaklanır. Kadın çığlık atarak havaya sıçrar.)

KADIN

Ay ay ay hırsız var!

(Adam yerde elinde çantayla kadına bakmaktadır. Otobüsteki diğer insanlar da ayaklanıp adama doğru gelir. Adam derdini anlatmaya çalışır.)

ADAM

Vallahi yanlışlıkla oldu. Abiler hırsız değilim. Ah vurmayın yanlışlıkla tuttum çantayı.

(Öfkeli kalabalık adama vurmaya başlar. Çantasını kadına geri verip adamı sille tokat otobüsten dışarı atarlar. Adam dışarıda yerde oturur.)

ADAM

Bir daha arkaya ilerleyeni...

-SON-

Dünyada bu kadar mutsuz insan varken benim mutlu olmam zaten ayıp olur.

Yeniden İntifada

Son dönemdeki gelişmelerden sonra tekrar koymak istedim.

 


Templates Novo Blogger 2008