Akinatör akıllı ol

Akinatör diye bir site varmış duymuşsunuzdur. Böyle işte birini tutuyosun aklından sorulara cevap veriyorsun o kişiyi buluyor. Güya herkesi buluyormuş. Deneyelim bakalım dedim. Kafadan Şahin K'yı bilemeyerek sıçtı. Üstüne Alex'i de bilemedi. Tamam, Kopya Koyun Dolly'i bilmesiyle takdirimi kazandı fakat asıl bombası sonda geldi ki, Fethullah Gülen'i tutmuşken karşıma Richard Dawkins'i çıkarması gülmekten gözümü yaşarttı. Yalanmışsın akinatör, öğren de gel.

e açın bakın

Fotoğraftaki 1990 doğumlu kızcağız Caster Semenya. Dünya Atletizm Şampiyonası'nda bayanlar 800 metre şampiyonu oldu belki duymuşsunuzdur. Zira bu hanımın hanım olduğuna inanmamış kimse. Erkek olmasından şüpheleniyormuş ve cinsiyet testi istenmiş. Bu cinsiyet testi de birkaç hafta sürecekmiş. Tamam memesi yok, tipinde hiçbir kadınlık belirtisi yok falan ama erkekse bacaklarının arasındaki bir şeyi saklayamaz sonuçta hele bir de zenci bu abla(abi?). Ben anlamadım şimdi şüphelenmek, cinsiyet testi falan ne demek. Bir heyet indirip donunu baksa olmuyor mu? İnsan anatomisi gayet basit yani. Çükü varsa erkektir yoksa kadın. Bir ihtimal hermafrodit de olabilir ama o da bakınca anlaşılır yani. Bilmediğim konulara çok şaşırıyorum bazen. Cinsiyet testi ne lan?

kurtadam kurtada kurta kurt ku


Canımız ciğerimiz Muro'muz Mustafa Üstündağ, Kutsal Damacana 2 isimli projede kurtadam rolünde oynayacağını söylemiş. Ağzından bal damlamış resmen bal. Önceden İT-MAN diye duyurulan proje mi yoksa bu daha başka birşey mi bilemiyorum henüz. Kolpaçino da bir an önce gelse ne hoş olur.

40 m2 Almanya

Tevfik Başer'in yönettiği, başrollerini Yaman Okay ve Özay Fecht'in paylşstığı 1986 yapımı film çekildiği dönem için çok yenilikçi bir film olarak görülmektedir. Başarısını Locarno Film Festivali'nden aldığı Gümüş Leopar ödülü gibi ödüllerle de taçlandırmış olan filmde Almanya'ya çalışmak için giden Türk'lerin yasadığı zorluklara farklı bir açıdan bakılır.

Türk'lerin Almanya'da yasadığı zorluklara toplumsal yönden değil bireysel açıdan bakan film adında da belirtildiği üzere Almanya'nın sadece 40 m2'lik bir apartman dairesinde geçer.Türkiye'den büyük umutlarla Dursun'la evlenerek Almanya'ya gelen Turna'nın Almanya'da yasadığı ve belki de yasayamadığı şeyler sonucunda yavaş yavaş depresyona ve ardından delirmeye kadar giden degişimini görürüz. Turna karakterinin film boyunca bir ev hapsi hayatı yaşaması ve Dursun'un baskıları altında ezilmesi sonucu giderek umudunu kaybeder ve bu hayatından kurtulmak için elinden geleni yapacak bir hale gelir. Turna'nın bu değişiminde bir insanın dış dünyasının ve düş dünyasının sınıırlandırılmasıyla psikolojisinin nasıl etkileneceğini anlayabiliriz. Zira ev hapsi halinin yanı sira dişarıda ne olduğuna dair hiç bir bilgisi olmayan Turna'nın dış dünyayla tek bağı ufak bir pencereden gördüğü bir hayat kadını
ve kendisi gibi çoğunlukla eve hapis bir hayat süren karşı penceredeki sakat kız çocuğudur. Almanya'yla ilgili düşleri vardır fakat hiç göremediği için bu
düsleri sadece kavram olarak kalır ve canlı birer anı olarak sadece geçmiş günlerini, köyde geçirdiği zamanları düşleyebilir.

Film, genel olarak uzun planlar içerir.Bu uzun planlara karanlık, basık ve genel olarak iç karartıcı bir atmosfer eşlik eder. Tüm bu ögeleri bir araya getirdiğimizde yönetmenin filmin çekim stiliyle izleyiciyi Turna karakterinin psikolojik durumuna sokmaya çalıştığını düşünebiliriz. İzleyici filmde belki çok sıkılır, bunalır, nefes alamayacak duruma gelir ama sanki Turna gibi bu durumdan bir kaçiş bularak filmi izlemeyi bırakamaz. Çünkü çok ustaca bir şekilde izleyici Turna karakteriyle özleştirilmiştir ve haliyle izleyici filmin sonunda Turna'nin başına ne geleceğini bu hapis durumundan kurtulup kurtulamayacağını merak eder. Senaryonun en başarılı yönü de bu özleştirme özelliğidir. Uzun planlara ragmen film izleyicinin merakını bu özleştirme sayesinde canlı tutar.

Sonuç olarak film izleyiciye anlatmak istediğini başarılı bir şekilde anlatan, belki iç karartıcı da olsa düşündürücü anlar yaşatan basarılı filmdir.

Rüya Bilmecesi 19

Rüya Bilmecesi serisinin bu yeni üyesi olan rüyam bir parça korkutucu, bir parça karışık, bir parça da halüsinatifti ki halüsinatif hiçbir madde kullanmadan görmem de bilinçaltımla ilgili derin düşüncelere gark etti beni. Gark.

Rüyanın başlangıcının nasıl olduğunu tam olarak hatırlayamıyorum fakat bir sokakta yürüyorum. Çocuklar top oynuyorlar falan bir curcuna var sokakta. Top oynayanlar arasında Vamos'tan Reşit Ağabey'i görüyorum. "Vay abi naber?" falan diye kısa bir muhabbetten sonra önümüzdeki maç günü görüşmek üzere ayrılıyoruz ve yürümeye devam ediyorum. Çevredeki evlerden ve ortamdan anladığım kadarıyla bir tatil beldesindeyim. Etrafa Vamos Bien stickerları yapıştırılmış, ben de eklemeler yapıyorum. Tozlu topraklı bir yokuşun ardından geniş avlulu bir pansiyona varıyorum. Pansiyonun avlusunda mekanın sahibi olduğunu anladığım kişi biriyle tavla oynuyor. Bu anda yanımda Hanım da beliriyor. Meğer birlikte tatile gelmişiz. Pansiyon sahibiyle yaptığım konuşmada Laz olduğunu anlıyorum. Hanım da Karadenizli olduğu için ona dönüp "Bak bu abil Laz'mış" diyorum. Bir heyecanlanıyor, kalalım burada diyor. Fiyat soruyorum, fiyat da ucuzmuş. Geceliği kişi başı 20 lira. Tamam diyoruz ve odamıza çıkıyoruz. Yeni çarşaflar seriliyor falan, yerleşiyoruz odaya. Tam şöyle çift kişilik yatağa uzanıp dinlenecekken dışardan gürültüler geliyor. Balkona çıkıyoruz ve aşağıdaki öfkeli kalabalıkla karşılaşıyoruz.

Ellerinde sopalar, tırmıklar, küreklerle bir grup pansiyonun önünde toplanmış, "Bize verin onu." , "Yaşatmayacağız." , "Katili verin." gibi çeşitli şekillerde yukarıya doğru bağırıyorlar. Bu anda anlıyoruz ki ben Hanım'a sarkıntılık eden birini öldürmüşüm ve buraya kaçmışız. Öldürme anı gözümün önüne geliyor. Adamla boğuşuyoruz. Tam arkamdan sarılmış, bıçakla boğazımı kesecekken kolunu yakalayıp dönerek bıçağı karnına sokuyorum adamın. Bir anlamda meşru müdafaa yani. Flashback bitiyor ve tekrar balkona dönüyorum. Ne yapacağız diye düşünmeye başlıyoruz kara kara. Pansiyonun giriş kapısı kilitliymiş ki giremiyorlar içeri. Fakat "1 saate koçbaşı gelecek o zaman görürsün." gibi bir bağırış duyuyorum aşağıdan. Bu sırada balkona doğru taş atmaya başlıyorlar. Ateş yakanlar da var yer yer. Meşaleler vs.

Birden bire balkonda Yiğit'in hayali beliriyor. Hayalet gibi sanki. Böyle hafif şeffaf bir şekilde havada süzülüyor. "Naptın oğlum sen?" diyor. "Ne yapayım katil oldum." diyorum. Sonra bir şey diyor ama hatırlamıyorum ve yok oluyor. Yiğit kaybolduktan sonra çişim geliyor. Alt katta tuvalet varmış oraya gidiyorum. Tuvalet aşırı büyük, resmen içinde koridorlar var. Sıra sıra pisuarlar, kabinler. Tuvaletin içinde her hangi bir pisuara doğru giderken şu an düşününce rüya içinde halüsinasyon gördüğümü düşündüğüm fakat rüyanın içindeyken gerçek olduğunu sandığım görüntüyle karşılaşıyorum. Yere uzun şeritler halinde kokain dökülmüş ve MSM'den arkadaşım Gizem yerde sürünüp bu kokainleri çekerek bana doğru geliyor. Bir yandan da "Katilsin sen, bir insanı öldürdün.Katil, katil." diyor. "Fakat meşru müdafaaydı. Meşru müdafaa da mı etmeyeyim?" diyorum. Yine katil katil diyerek üstüme geliyor sürüne sürüne. Ne desem fayda etmeyeceğini anlayarak kaçmaya başlıyorum. Tuvaletin başka bir koridoruna geliyorum ki burada da aynı görüntüdeki Gizem'le karşılaşıyorum. Her taraftan üzerime geliyor. Hızla tuvaletten çıkıp kaçıyorum.

Kendimi bir iskelede buluyorum. İskelede bekleyen bir feribot var fakat kalkmak üzereymiş. Hanım, ben ve Yiğit koşarak feribota yetişiyoruz. Tam biniyoruz ki feribot iskeleden ayrılıyor. Hemen güverteye çıkıp bir sigara yakıyoruz. Ardından feribotun yan tarafına oturup denizi seyrederek konuşuyoruz. "Napacağım ben şimdi?" diyorum. "Kaçacaksın bundan sonra." diyor Yiğit. "Ben de seninle geleceğim." diyor Hanım, sarılıyorum ona ve uyanıyorum. Feribot nereye yanaşacaktı hala merak ediyorum.

döverim ben bunu

The Big Bang Theory'i izlemeye başladım geçtiğimiz hafta. Fena dizi değil, yani işte yokluktan idare eder. Sit-com olarak bir Married With Children veya How I Met Your Mother değil tabi ki kesinlikle ama işte vakit geçiriyor. Tek sorunum var bu diziyle ilgili Sheldon Cooper denen inek.

Ceren galiba çok tatlı falan demişti. Ekşi'de de millet hastasıyım gibi şeyler yazmış. Sorun bende mi anlamadım ama ben bunu döverim. Yanımda yöremde olsa ağzına ağzına vururum. Resmen uzun ince bacaklarından tutup sallaya sallaya duvara vurasım geliyor. Bu kadar sinir bozucu karakter yazmak zordur.

İstanbul Büyükşehir

İstanbul gerçekten büyük şehir. Yeni mi anladın demeyin yani tamam tabi ki biliyordum da Silivri'ye giderken geçilen yerlerin de İstanbul sınırlarına bağlı yerler olduğunu görmek kafadaki İstanbul profilinin ne derece farklı olduğu gösteriyor insana. Şimdi bakıyorsunuz Beyoğlu da İstanbul ya da Şişli de ama o ot bile bitmemiş, tarla olarak bile kullanılmayan çorak boş 100 metrede bir evin zor görüldüğü bölgeler de İstanbul. Garip lan.

ayıp be

Bir cenazeye neden gidilir? Vefat etmiş kişiye duyduğunuz sevgi ve saygının sonucu olarak bir vefa borcu ödemedir belki. Dini ya da insani bir görev yerine getiriyorsunuzdur. Veya vefat etmiş kişinin yakınlarının, çocuklarının vs yakınısınızdır. Bu zor günlerinde orada bulunarak onların yanında olduğunuzu ifade etmek, destek vermek istersiniz. Başka birçok insanı ve duygusal sebep bulunabilir bir cenazeye gitmek için.

Bir de gözlemlediğim üzere başka bir kategoride sebepler var ki midemi bulandırdı. Bunlardan bazıları da arkadaşlarla görüşmek, muhabbet etmek, birbiriyle kartvizit değiş tokuşu yaparak gelecek işler için potansiyel yaratmak, belki de iş bağlamak, yüzünü orada gösterip "bakın ben de burdaydım" demek, kameraları görünce kenarlardan ortalara doğru geçip röportaj vermek için ortam yaratmak, reklam yapmak.... diye uzayıp gidiyor.

Ben orda sevdiğim hocama karşı vefa borcumu ödüyordum kendimce fakat çevremde olanları görse muhtemelen Aykut Hocam musalla taşından kalkıp "Hassiktirin lan!" derdi o sert sesiyle.

Başımız Sağolsun

Onun için ne yazabilirim bilmiyorum. Arkadaşlarıma anlata anlata bitiremediğim insandı. Göbeğine sarılası geliyor insanın resmen baba gibi derdim hep. Hala gerçekmiş gibi gelmiyor haber. Yeni dönemde gelip "Oğlum, evladım" diyecekmiş gibi geliyor. Çok karışırım sana iş yaptırmam diye çekime gelmemişti de şimdi olsa da keşke herşeyime karışsa. Ne denebilir ki? Başımız sağolsun. Özleyeceğim hocamı.

aldım verdim

Temmuz ayında soğuk alıp hasta olan bir kişiden daha garibi Ağustos ayında soğuk alıp hasta olan bir kişidir. Bundan daha garip olansa bu iki kişinin sevgili olmasıdır. Ya da garip de olmayabilir şimdi tam emin olamadım.

Dear Konami

Sevgili Konami;
Öncelikle belirtmek isterim ki Pro Evolotion Soccer, halk arasında bilinen ismiyle "Gel bi PES kapışak" isimli oyununuzdan fazlasıyla memnunum. Siz buna oyun da değil "futbol simülasyonu" diyordunuz değil mi bir de pardon. Dediğim gibi bu futbol simülasyonunuzu beğenerek oynuyorum. Özellikle Yiğit'le uzun süreli kapışmalar yaşamamıza vesile olan bir simülasyon kendisi. Onu monitörü ısırmaya çalışırken görebildiğim bir oyun yaptığınız için size ne kadar teşekkür etsem azdır. Zaman zaman Barcelona'yı seçmeme mırın kırın etse de ayrıca Puyol için de bir teşekkürü hakediyorsunuz. Bir insan nasıl bu kadar kolay top çalar, defansın her yerine yetişir ben anlamıyorum ama şikayetçi değilim.

Gelelim şikayetçi olduğum noktalara. Bakın yıl olmuş 2009, bir iki ay sonra 2010 sürümünü çıkaracaksınız bu güzel futbol simülasyonunun. Eğer o sürümde de oyuncuların bilgisayarın kararıyla çatır çutur rakibe kayıp penaltı yaptırmasını, kırmızı kart görmesini engellemeyecekseniz afedersiniz kafanıza sıçayım. Oyuncunun insiyatifi diyor Yiğit bu duruma da, başlarım öyle insiyatife. İlk kırmızı kartı ceza sahasının bayağı dışında ve çaprazda normal sarı kartlık bir faulle görmüşken ve 10 kişiyken, rakip topla kaleye girmek üzereyeken ve ben joysticki bıraktığım halde gidip arkadan kayıp kırmızı kart görmenin nesi insiyatif ulan. Hayır bunu yapan da Sabri Sarıoğlu değil ki koskoca Gabriel Milito.

Bunun dışında anlayamadığım bir şekilde bazı oyuncular top sürerken kendi çevresinde topaç gibi dönmekteler. Ayrıca ara pasının mantığı bir yerde rakibi kandırıp bakmadığın yöne pas atmaksa ben bunu her zaman uygulayabilmek isterim arkadaş. Hani Amerikalılar der ya "No-Look Pass" diye. Aynen onu hep yapmak istiyorum fakat oyuncular genelde baktıkları yönde olan birine ara pası atıyor. Bunlara da bir çözüm bulursanız çok memnun olacağım. Koskoca Konami'siniz, elbet benden iyi biliyorsunuzdur oyun nasıl olmalı falan da hani kullanıcı dostluğunuza sığınıyorum. Düzeltiverin şu olayları. Öptüm hadi kolay gelsin.

Mehmet Kasapoğlu Kanunları 1

No:1 : İstanbul'da belli bir sosyo-kültürel seviyedeki 18-25 yaş arasındaki tüm gençler bir şekilde birbirini tanımaktadır.

No:2 : Bir kızın alışveriş yaparken geçirdiği zaman iki kızın alışveriş yaparken geçirdiği zamanın yarısından daha azdır.

No:3 : Bir barda birlikte oturan kız-erkek ikilisinin karşı karşıya pozisyondan yan yana pozisyona geçme olasılıkları kandaki alkol promili ile doğru orantılıdır.

No:4 : Bir erkeğin masturbasyon yaparken hayal etmediği kız ya en çirkin varlıklar sıralamasında önde geliyordur ya da o erkeğin gerçekten dostudur.

No:5 : 1. Maddede sözü geçen sosyo-kültürel seviye içerisindeki insanlar için barda Bacardi, Malibu vs. veya ismi yazılamayacak derecede ilginç kokteyller içmek kişiye ekstra bir karizma katmaz, sadece cüzdanı boşaltmaya yarar.

Ara ara bu kanunlara yeni maddeler eklemeye devam edeceğim.

damacanadan roller coastera

ABD'de bir adam bir rollercoasterla evlenmeye karar vermiş. Roller coasterdan cinsel ve duygusal anlamda çok etkilendiğini belirtirken geceleri de roller coaster ın fotoğrafıyla uyuduğunu eklemiş.

Maddeye duyulan aşk dedikleri bu olsa gerek. Bu olayın ABD'de olması da pek şaşırtıcı değil bu bağlamda. Türkiye'de ancak damacana falan bulunabiliyor tabi. Adam bildiğin eğlence trenine aşık olmuş. Yani şimdi ben de çok severim böyle adrenalinli atraksiyonları, zamanında Tatilya'da alaboraya, trene az binmemişimdir ama sevgi de bi yere kadar. Şu an en çok yapmak istediğim şeylerden biri bungee jumpingdir mesela. Napayım gidip vinçle mi evleneyim?

Süper Kupa


Güzel başlangıç ama kupadan çok sevindiğim şey aşağıdaki gol sevincidir. Bu sene kenetlendik.

Maçla ilgili yazım askinlaoldukderbeder.blogspot.com'da

Not: Fotoğraflar ntvspor.net'ten.

Mehmet Antoinette

Resmen ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler durumunu gerçekleştirdim. Ekmek almaya gitmeye üşenmekten kelli baktım buzdolabına ve pastayı hatırladım. Aldım kahvaltıda pasta yiyorum. Böyle de elitist bir adamım. Gören de sanar ki pastamı yedikten sonra golf oynamaya veya brança falan gideceğim. Yazımı da zaten robdöşambırla yazıyorum. Nerdee? Kahvaltımı bitirip Kadıköy'e gideceğim. Ordan da otobüslere doluşup ver elini dağ başındaki Olimpiyat Stadı. İnleyen nağmeler ruhumu sardı...

 


Templates Novo Blogger 2008