Gözünüzü Seveyim

Son zamanlarda fotoğraftaki gibi ve hatta daha abartı saçmalıkta güneş gözlüklerinin kızlar arasında moda olmaya başladığını görüyorum. Kocaman camlar, renk renk saplar. Yapmayın kızlar, etmeyin kızlar. Yol yakınken vazgeçin bu modadan. Komik olmaya çalışıyorsanız olmuyor, çekici olmaya çalışıyorsanız komik olur. Babamız olduğunu iddia eden Barbaros Hayrettin'den hallice oluyorsunuz. Bugün kibar günümdeyim, rica ediyorum.

Haydi Vefa

Vefaspor'umuz 3. lige terfi maçlarının ilkinde Servergazi Belediyespor'u 2-0 yenerek yoluna devam etti. Sıradaki rakibimiz ilk maçında Selvioğlu'nu 9-2 yenen Çiğli Belediyespor. Rakip güçlü ama Vefa'mıza güveniyoruz.

Saldır Büyük Vefa!

Telekom

Lübnan'dayken internet kafeye gidince TürkTelekom'dan şikayet edenleri buraya yollamak lazım diyordum. Fakat TürkTelekom da işin suyunu çıkardı artık 2 gün internet mi kesilir ulan! Parayı günü gelince otomatik ödemeden tak diye çekmesini biliyorlar. Evet neymiş? kafamgirsin

Lost'la İlgili

4. Sezon 9. Bölüm'den sonra kafamı kurcalayan birşeyi araştırdım ve düşündüğüm gbi olduğunu buldum. Belki hiçbir anlamı olmayabilir, belki de çok önemlidir. Lost bu ne zaman ne olacağı pek belli olmaz. Yazmak istiyorum ama spoiler olabilir önceden de uyarayım.


Bu bölüme kadar izlemiş olanlar Tunus'un dizide önemli bir yeri olduğunu öğrenmiştir. Kutup ayısı fosili Tunus'ta bulunmuştu. s04e09'da da Tunus'ta birisi uyandı. (O kadar da spoiler olmayalım değil mi?) Evet tahmin edip, araştırıp bulduğum şeye gelirsek, Tunus'tan yeraltına doğru kazmaya başlarsak, dünyanın içinden geçtikten sonra çıkacağımız yer Yeni Zelanda ve Fiji aralarında bir yerler olur. Yani tahminen adanın bulunduğu yer. Bu da böyle bir bilgidir işte. Belki yabancı Lost sitelerinde falan yazan olmuştur ama en azından Ekşi Sözlük'te görmeyince yazayım dedim.

Paris Komünü

"New York'ta Greenwich Sokağı'nın (Dikkat:Avenue değil Street), Bank Street ile kesiştiği noktada NO:99'da bulunuyor "Paris Commune" isimli bu yer. Yolunuz düşerse mutlaka ama mutlaka Christiania votkası ile yapılan ve bir tür Bloody Mary olan Bloody 16'ncı Louis için. Yalnız bir kadehi 35 Dolar haberiniz olsun. Bu fiyat New York'takş en pahalı Bloody Mary fiyatıdır. - Sedat Sertoğlu, Akşam Gazetesi"

Şu yazıyı köşesinde yazabilen bir zihniyetin gazetelerde köşe yazarlığı yapması ne kadar acı. Ne yazık ki bu şahsiyet de tek değil. Allah kahretsin sizin gibi köşe yazarını diyor, başka da bir şey demiyorum. Yazının başlığı da Paris Komünü, sanıyorsunuz ki Komünizmin tarihinden falan bahsedecek. Köşe şarlatanları sizi.

Yazık

Yenildik. Teknik-taktik yorum falan yapmaya gerek yok. Tamam, maç kaybedilir. Belki fark da yenir. Her sonucun olabileceği açık olan bir maçtı. Fakat böyle mücadele etmemeyi, sahada birşeyler yapmaya uğraşmamayı kısacası maçı kazanmayı istememeyi içime yediremiyorum. Hadi herşeyi bırakın, taraftar için dedik. O dökülen tribüne girebilmek için saatlerce ayakta bekleyen, cop yiyen, biber gazı yiyen, belki cebindeki son-tüm parasını bilete veren taraftara yazık.

Bu sene bizi bolca mutlu etmişti takımımız. Zaferlerden sonra teşekkür ettik tabi ki. Her zaman takımımın yanında oldum. Bir maç kaybetmeyle, bir sene şampiyon olmamakla takımımı bırakacak değilim. Sadece bu maçlık tüm futbolcularımıza, teknik ekibimize yazıklar olsun diyorum. Bu saatten sonra bir mucize olursa, 2 sene önce çalınan şampiyonluk gibi bir şampiyonluk kazanırsak da buruk bir sevinç olacak.Ligde senenin en önemli maçında mücadele etmemek çubuklu formaya yakışmadı. İçindekiler kim olursa olsun, o forma savaşmalıydı.

Vicdan

Familyası,cinsi,türü ne olursa olsun hayvanlar aleminin bir üyesini öldürmeyi ve öldürülürken görmeyi hiç sevmiyorum. Aşırı rahatsız oluyorum. Saçma bir vejeteryanlığım falan yok yanlış anlaşılmasın. Hatta ölümüne et yerim, her gün mangal yapsam bıkmam belki de. Sadece onları ölürken görmeye dayanamıyorum. Bu yüzden bir biyoloji öğrencisi olarak çok sıkıntı çektim ve hala da çekiyorum. Hangi biyoloji öğrencisi kurbağa kesilirken laboratuara girmek istemez ki?

Neyse; ben bu kadar hassasken, evdeki böcekleri bile öldürmeden evin dışına atmaya çalışırken ah be kertenkele kardeş ikinci kattaki evin tuvaletinde ne işin var? Manyak gibi kaçmanın ne anlamı var? Biraz yavaş olsan yakalayacağım seni atacağım dışarı. Ama yok genlerinde Speedy Gonzalez'lik var tabi. Mecburduk terlikle vurmaya. Senin ölmeni hiç istememiştim. Gerçekten büyük vicdan azabı çekiyorum. Keşke böyle olmasaydı.


Sen o formayı ıslat,
Mücadele et, yeter ki iste.

Biz hep olduk arkanda,
Oluruz yine,
Yenilsen bile.

Koy, FENERBAHÇE koy,
Taraftar için,
Cimbombom'a koy.

Önyargı

İnsanları görünüşleriyle yargılamanın çok yanlış olduğunu zaten biliyordum; dün otobüste tipine bakınca müzik zevki Serdar Ortaç'la, Demet Akalın'la sınırlıdır diyeceğiniz gencin kulaklığından Amy Winehouse'un sesini duyduğumda daha da emin oldum.

Mücadele

Gece 00.30'da Merter Migros'a varış. Sabaha kadar McDonalds'daki yemek molası haricinde neredeyse hiç oturmadan geçen saatler. Ezilme tehlikeleri, vücudun çeşitli yerlerinde ağrılar. Gişe önüne tezgahını kurup daha 10.30 11'de 200-250 fiyat çeken karaborsacı şerefsizler, arkasında geceden beri bekleyen adam varken yanına kaynak yaptıran şerefsizler. Bi polar ya da ceket giymeyle adam olduğunu sanan tatlı su Polat Alemdar'ları. Elleri boş kalan bir ben. Yine de her yolu deneyeceğiz.

Derbi

Derbi heyecanı yavaştan bünyeyi sarmaya başladı. Bize ayrılan biletler Perşembe sabahı satışa çıkacakmış. Fiyat 50 ytl. Kupa maçında 30'ken 50'ye çıkması da aslında çok şaşırtıcı değil. Sene boyu bilet fiyatlarında bir standart koymayan kulüplerde bu tarz davranışlar normal. Beşiktaş maçına 60 veremedim, oturdum evde kendimi yedim TV başında. Bu sefer orada olmaya kararlıyım; Perşembe sabahı bilet bulabilmek için elimden geleni yapacağım. Haydi rastgele.

Eastern Promises

Kafalardaki Rusya imgesi kadar soğuk, sert ve acımasız bir film Eastern Promises. Yönetmen David Cronenberg'in Viggo Mortensen'le çektiği önceki filmi History of Violence'ı izlememiştim. Bunu da izlemekte çok gecikmişim. Film boyunca kaç dakika kaldı diye bakmadığıma göre benim açımdan bu film gerçekten güzel ve üzerine birkaç kelam yazmaya değer.

Daha ilk sahneden filmin ne kadar şiddetli olduğunu anlıyoruz ve o andan itibaren kendimizi hikayenin içinde buluyoruz. 14 yaşındaki Tatiana kızını doğururken hayatını kaybeder. Tatiana'nın ölümünde ve bebeğin doğumunda bulunan -Sometimes birth and death go together- ebe Anna bebeği ait olduğu topraklara gönderebilmek için Tatiana'nın günlüğünden yola çıkarak bir araştırmaya başlar. Bu araştırma bizi Londra'daki Rus mafyasının kalbine götürecektir.
Baba Semyon, oğul Kiril ve şoför/fedai Nikolai özellikle Anna karakterinin yanında mükemmel yaratılmış, derinlikli karakterler. Aslında kötü tarafta olmaları gerekirker kesinlikle net kötü diyemiyorsunuz. Öncelikle insan oldukları ve her insanın kötü yanları olduğu kadar iyi yanları da olduğu ön plana çıkarılmış. Özellikle Nikolai hem soğukkanlı bir şekilde emirleri yerine getiren bir mafya elemanı - I am driver. I go left, I go right, I go straight ahead - that's it.- hem de zorla seviştirildiği fahişeyi o hayattan kurtarmaya çalışan -Stay alive a little longer.- bir insan olarak dikkat çekiyor.

Görüntülere, kurguya vs teknik konulara fazla eğilemeyeceğim çünkü yeterli bilgim olduğunu düşünmüyorum. Ancak hikayenin işlenişi ve ağır ağır açılarak her dakika izleyiciyi daha da içine alması gerçekten başarılı. Karakterlerin kuruluşundaki ustalıktan bahsetmiştim. Hikayenin atmosferi de ha keza öyle. Londra'nın boğuculuğu filmin sıkıntılı, karamsar atmosferine yardımcı oluyor. Oyunculuklarda Viggo Mortensen (Nikolai) ve Vincent Cassel (Kiril) adeta hangimiz daha Rus'uz, hangimi daha iyi oyuncuyuz yarışına girmiş. Kazanana ben karar veremedim. Filmde ayrıca iki Türk karakter bulunması münasebetiyle ara ara Türkçe konuşmalar duyuluyor.
Eastern Promises, şiddeti tüm gerçekliğiyle gösterirken nedense beni hiç rahatsız etmedi. O şiddet sahneleri olmadan film gerçekten çok eksik olurmuş. Bu kadar şiddet dolu bir filmde bir kere bile silah görünmemesi de ilgi çekici bir ayrıntı. -Take this fuckin' ustura.-Daha filmle ilgili anlatılacak çok fazla şey var çünkü gerçekten derin bir film ama yazı uzadıkça uzuyor bir yerde kesmek lazım. Kısacası hala izlemeyen varsa kesinlikle izlemesini tavsiye ediyorum.

Go Lakers

Bir zamanlar lisanslı olarak basketbol oynayan ve hastalık derecesinde NBA'i takip eden birisi olarak blogda NBA yazmamak eksiklik gibi geldi. Uzun zamandır kopmuştum gerçi, takımlar ne durumda, kadrolarda kimler var pek bilmiyordum. Birkaç gün önce Los Angeles Lakers - San Antonio Spurs ve dün akşam Los Angeles Lakers - Denver Nuggets maçlarını izledikten sonra en azından Lakers'la ilgili değerlendirmeler yapabilecek duruma geldim.

Öncelikle ben ilgilenmeyi bıraktığımda Lakers play-off'a zor giren bir takım halindeyken Spurs'ü yendiği maçtan sonra Kings'i de yenip batı konferansını 1. sırada bitirdi. Shaq'tan sonra bir türlü pota altındaki boşluğu dolduramamışlardı ama sonunda o eksiklik kapanmış gibi. Pau Gasol bütün enerjisiyle ve pas yeteneğiyle resmen Phil Jackson'ın üçgen hücum için arayıp da bulamadığı bir pivotmuş. Play-off ilk maçında Denver'a karşı 36 sayı 16 rebound 8 asist 3 blok'luk inanılmaz bir performans gösterdi. Özellikle Kobe'nin ilk yarıyı 4 sayıyla kapattığı ikinci yarıda biraz açılıp yine de 26'da 9 isabetle 32 sayı attığı bir maçta Gasol'un 20'de 14'lük şut yüzdesi gerçekten muhteşemdi.

Kobe demişken, bu iki maçta hissettiğim kadarıyla bu yıl Kobe Bryant daha bir kendine değil de takıma oynar havaya bürünmüş. Savunması sertleşirse hiç zorlamıyor, en kolay pozisyondaki oyuncuyu arayıp asistini yapıyor. Shaq'sız da şampiyon olabileceğini ispat etmek istiyor sanırım dosta düşmana. Bu paslaşmalar bazen o kadar abartı hale geçiyor ki topu takip etmekte zorlanıyor insan. Tık tık tık top ordan oraya giderken bir anda ya dışarda Derek Fisher, Radmanoviç, Luke Walton gibi oyuncular bomboş üçlük buluyor ya da pota altında Gasol ya da Lamar Odom'dan bir smaç görüyoruz.

Bu sene Lakers'ın benchi de gerçekten çok güzel katkı yapıyor. Nuggets maçında benchten sadece 4 oyuncu girmesine rağmen attıkları toplamda 21'de 9'luk yüzdeyle 32 sayı ve bu sayıdan daha önemli olan oyundaki ritmin düşmesine izin vermeyen hırsları ve enerjileriyle ilk beşin dinlenmesine olanak sağlıyorlar. Daha bu sene lige muhteşem girdiği söylenen -hiç izlemedim- genç pivot Andrew Bynum ve Orlando Magic'den alınan görev adamı Trevor Ariza sakatlıkları bitip takıma katılınca Lakers nasıl bir yaratık olacak merak ediyorum. Umarım bu sene şampiyonluğu kazanırız sarı-beyazlı formayla. Go Lakers...

Not:Fotoğraflar NBA.com'dan alıntıdır.

Şiire Hayır

Oldum olası şiiri sevmeyen biri oldum. Genellikle pek birşey anlatmayan, sırf şeklen güzelliğe kasılmış cümleler yığını olarak gelir. Bazı aslında öykü gibi olan şiirler var tabi mesela Nazım Hikmet'in birçok şiiri. Bu yüzden sevmeme halimi genele vurarak belirtiyorum. Neyse, ben şiirden böyle nefret ederken bütün kızlar şiir sever sanıyordum. Meğer dört tarafım şiir sevmeyen kızlarla çevriliymiş de haberim yokmuş. Artık haberim ve ilk şaşkınlığı da attım, gayet mutluyum.

23 Nisan

Fotoğraf eski, evet biliyorum bu yıl 88. yılı TBMM'nin açılışının. Son günlerde sokakta ellerinde renk renk kartonlar taşıyan çocukları görünce 23 Nisan'ın yaklaştığını farkettim. 12 yıllık ilköğretim-lise hayatım boyunca bir kere bile tribünde karton koreografine katılmadığımı da bu son günlerde farkettim. Kısmet Telsim Tribünü'neymiş.

Foto

Özellikle maç günlerinde o kadar güzel kareler görüyorum ki Kadıköy sınırlarında, bir an önce güzel bir fotoğraf makinesi edinmeliyim. Seneye bu seneki kadar maça gidemeyeceğim malesef ama yine de seneye kafamdaki projeye başlarım belki.

Şampiyonluğa 3

Güzel bir günde, güzel bir havada, güzel bir stadda, güzel bir futbolla, güzel bir sonuç olmayacaktı da ne olacaktı? 7 - 8 olacak maç 4-1 de bitti. Olsun. Kezman da golünü attı rahatladı. Çok hırslı görünmesi de kaçırdıklarına rağmen mutlu ediciydi. Yarın n'apacak bakalım takipçimiz? Artık onlar düşünsün hem yarını hem de 7 gün sonrasını. Geliyoruz.

Not: Fotoğraf ligtv.com.tr'den alınmıştır.

Yapma Sawyer

Duymuşsunuzdur Magnum'un reklam filmi çekimi için Josh Holloway ya da Lost'tan bildiğimiz adıyla James "Sawyer" Ford ülkemize geldi. Genç kızlarımız kendisine dokunabilmek için birbirini ezmeye hazır durumdalar. Aşırı bir çılgınlık hali hakim ama anlayabiliyorum. Adam gerçekten güzel. Sawyer karakteriyle benim de sevgimi kazanmıştı. Fakat bugün duydum ki Cuma günü Beyaz Show'a katılacakmış. Lütfen Sawyer yapma bunu! Tamam sen de emir kulusun menajerler, patronlar çık diyecek çıkacaksın. Ama ne bileyim bir bahane oldur çıkma o programa. Beyaz denen şebeğin saçma esprilerine maruz kalma. Hadi kendin yanacaksın meraktan ben de izleyeceğm yıllar sonra beni de o gerzek esprileri duymak zorunda bırakıcaksın. Lütfen Sawyer.

Hey Yabancı

Ben bazen yabancılaşıyorum. "Ben bazen kusuyorum" olarak Emrak tarafından söylenen bu kalıbı değiştirme hakkı gördüm kendimde çünkü ben bazen gerçekten yabancılaşıyorum. Öyle dünyaya, hayata ne bileyim insanlığa falan yabancılaşmak değil bu. Çok şükür ergenliği atlatalı çok oldu.

Benim de dahil olduğum "Genç" olarak nitelenen insanlar topluluğunun bazılarına karşı yabancılaşıyorum. Evet ben de daha 21 yaşını doldurmamış bir gencim. Belki benim de o yabancılaştığım kesimdeki gençler gibi davranmam gerek ama bazı özelliklerini çok garipsiyorum. Özellik tanımını açmak gerekirse, giyim kuşam olsun, davranışlar olsun, konuşurken kullandıkları kelimeler olsun ve bu saydıklarımla birlikte daha nice özellikle birlikte bir tarza dahil olup kişilik kazanmaya çalışmalarını çok garipsiyorum. Körü körüne bir yaşam kalıbına bağlanıp kendini ona uydurmaya çalışmayı anlayamıyorum. Tamam, onlara da hak vermeye çalışıyorum. Herkes bir anda ne yaptığının farkına varacak değil. Bazı arayışlarda olmaları doğal olabilir. Fakat 20-21 yaşına gelmiş, artık çocuk ya da ergen olmayan bir insanın hala 15 yaşında gibi davranmasını anlayamam.

2-3 yıl içinde iş hayatına atılacak bu insanlar. -Tabi işşiz kalma ihtimallerini göz önünde bulundurmuyorum.- Artık sosyal hayatın çok daha aktif bir parçası olacaklar. Ne ara akılları başlarına gelecek de yaşlarının gereğince davranmaya başlayacaklar merak ediyorum. Yoksa iş yerinde üstleri birşey yapmalarını söylediğinde "Ah kahretsin. Zaten tüm masum sevgi tohumlarımın çiçek açmasına izin verilmemiş bir de siz beni kara ormanda ıslık çalarak savaşa gönderiyorsunuz." tarzı cümleler mi kuracaklar?

Yazı biraz öfkeyle yazılmış gibi gelebilir ama bahsettiğim insan tipine karşı öfkeli değilim. Sadece anlamıyorum ve garip geliyor durumları. Umarım kısa zamanlarda aynaya bakıp ne yaptıklarının farkına varırlar. Onlar farkına varana kadar "Ben bazen yabancılaşıyorum."

Manifesto 2

Gotik olmaya çalışırken maymun olan gençlerin saçma makyaj malzemelerinden başka kaybedecek birşeyleri yoktur. Bütün ülkelerin gotik olmaya çalışırken maymun olan gençleri birleşiniz. Hamama gidin bir rahatlayın, insana dönün.

Manifesto 1

Rüya Bilmecesi 7

Taze taze saçma rüyamız geldi. Yazalım hemen.

Rüyanın başlangıcında dayımların eski evindeyim. Evde normalde asansör yokken şimdi varmış. Asansörle önce yukarıya çıkıyorum ama asansör durmak bilmiyor. Çıktıkça çıkıyorum. Bu durmayacak galiba diye düşünüp stopa bastıktan sonra zemine basıyorum. Bu arada katlardan geçerken hep kapılar açık insanlar dışarda çılgın gibi hareketler yapıyorlar. Bazıları dans ediyor. Sonunda apartmandan çıkıyorum. Bir otobüs durağında beklemeye başlıyorum. Okula gidecekmişim. Durakta da okuldan ara sıra selamlaştığımız bi çocuk var.

Bir süre bekliyoruz. Sonra çocuk "Abi şu aşağıki yola servis gelicekmiş galiba." diyip durağın arkasındaki yokuştan aşağı yürümeye başlıyor. Ben de peşinden gidiyorum. Yokuşun sonu Topkapı Sarayı'nın içine çıkıyor. Sarayın bahçesinde yürümeye devam ediyoruz. Salonlardan birinin önünden geçerken içerden müzik sesi geliyor. Camdan içeriye bakıyorum ünlü saksafoncu İlhan Erşahin saksafonla oyun havası çalıyor. Çocukla birlikte göbek atmaya başlıyoruz. İlhan Erşahin saksafonu çalmaya devam ederken camdan bize dışarıya bakıyor. Sonra bir bakıyorum ceketini pantolonuna sıkıştırmış klasik modeliyle Adnan Şenses kıvırtarak bize doğru geliyor. Bu sırada ne alakaysa İlhan Erşahin de saksafonu bırakmış piyanoya oturmuş oyun havasına piyanoyla devam ediyor. Biz Adnan Şenses'le birlikte Topkapı Sarayı'nın bahçesinde göbek atarken birden etraf kalabalıklaşıyor. Annemle babamı ve birçok tanıdığımı da oynayanlar arasında görüyorum. Ardından ne yazık ki uyandım. Uyandığımda terliydim.

Turistik

İşte o fotoğraf. Lübnan Ordusu'nda tahminime göre yüzbaşı veya üstü rütbedeki bir askerin yorumuyla :

"This is not a touristic photo!"

Fotoğrafı Çeken: Yiğit Sevinç

Por Favor

Ah be Mateja, bir "Por Favor" dedin, kıramadılar, doğumgünüdür dediler. Dağlara taşlara vurdun güzelim penaltıyı. Şimdi tüm takım şunları öğrensin de bir daha saçmalamaya niyetlenirsen sana söyleyebilsinler.

English languageSerbian language
pleasebiti voljan
pleasebiti po volji
pleasedopadati se
pleaseizvolite
pleaseizvoleti
pleasedopasti se
pleaseushteti
pleaseugoditi
pleasebiti drag
pleasesvideti se
pleasenaslađivati
pleasegoditi

Tesadüf

Birkaç gündür okula giderken ve dönerken gün içinde hep aynı otobüslere biniyorum. Tesadüf mü? Bir de hep giderken oturduğum koltuğun dönüşte de boş olması ve aynı yere oturmam?

Moto GP

Motosikletli polisler sanki fazla mı havalı? Tamam, lahmacuncu gibi gezsinler demiyorum ama bazıları mübarek Valentino Rossi.

Yan Ağlar

Yan ağlarda kalan top kadar sinir bozucu şey azdır. Tribündeysen gol gibi görebilirsin. Hatta bazen televizyondan izlerken bile "GOL" diye havaya sıçramışlığım vardır. Sonra bir bakarsın ki evet ağlar sallanıyor, top ağlara takılmış ama yandan. Bir anlık o hayal kırıklığı, aptal hissediş insanı sinir eder. Sayılmayan golde de buna benzer duygular vardır tabi ama onda en azından bir derece sinirini çıkarmak için hakeme küfredebilirsin. Velhasıl, toplar yan ağlara takılmasın. Ya efendi gibi auta çıksın ya da gol olsun bizi havaya sıçratsın.

Not: Bu yazı Fenerbahçe'nin yan ağlara takılan toplarıyla ilgilidir.

"Bana lükslerimi verin, gereksinimlerim olmadan da yaşarım."
Oscar Wilde

İddaa

İddaa öyle kırk yılda bir oynanacak oyun değilmiş. Bugün bunu öğrendim. Ayrıca kardeşimiz dediğimiz Kasımpaşa ve canımız ciğerimiz Fenerbahçe'den yatmak da ayrı koydu.

Fenerbahçe Ansiklopedisi

Böyle bir şey var. Girin. 1907online.com

Cemaat

Camiye çok yakın bir evde oturmak nasıl birşeydir şimdi size onları maddeleyeyim de biraz derdime ortak olun.

*Gün içinde en az 4 vakit nerdeyse salonunuzda ezan okuyan karga gibi bir ses duymaktır. Tamam saygımız var dine ama insan imamları biraz düzgün sesli seçer.

*Eğer uykunuz hafifse o 5. vakitte de uyanmak ve küfür ede ede uyumaya çalışmaktır.

*Cuma günleri öğlen dışarı çıkmışsanız camiye değil de ters yöne yürüyünce pis pis bakışlara maruz kalmaktır.

*Eve gelip-giderken cenazeye rastlayıp moral bozulmasıdır.

*Sela sonrası yapılan ölüm anonsundaki ismi anlamaya çalışıp hiçbir sefer anlayamamaktır.

Saçak Altı

Cep telefonu ve MSN olmadığından sevgilisiyle konuşabilmek için sokakta saçak altında bekleyen neslin son üyelerindenim sanırım.

Annem Annem

Anneler herşeyi bilir mi yoksa benimki mi öyle olduğunu düşünüyor bilmiyorum. Hiçbir şeye bilmiyorum diyemiyor kendisi. Aramızdaki son diyalog:

Ben-Sezar salata yapmayı biliyor musun?
Anne-Biliyorum tabi.
B-Çok karışık ama.Çok malzemesi varmış.
A-Nelermiş?
B-İşte ançüez, balzamik sos, ekmek kıtırı falan.
A-Hıı..İnternetten mi baktın?
B-Evet.
A-Yaz sen tarifi yaparım n'olcak.

Diyaloğun sonunda hani biliyordun diyemedim kendisine tabi ki.

YÖK'e Tavsiye

Üniversitelerdeki vize-final dönemleri malumdur öğrencilerin genelde hayattan soyutlandıkları, kendilerini eve kapayıp derslerden en azından geçecek notu almaya uğraştıkları zamanlardır. Siz de bilirsiniz genelde bu dönemler üniversiteden üniversiteye farklılık gösterir. Bu yüzden benim gibi çoğu arkadaşı farklı üniversitelerde olan gençler için şu vize-final dönemlerini tüm üniversitelerde aynı tarihlere alsanız ne güzel olurdu. Ben rahatlıyorum onlar çalışıyor, onlar bir yerlere çağırıyor ben çalışıyorum. Lütfen bu hale bir çare.

Saldır Vefaspor

Vefa'mız Kütahya grubunda 30 Nisan'da 3. lige terfi maçlarına başlayacak. Son bilgilere göre Beylikdüzü, Çiğli Belediye, Urla Gençlik, Biga, Selvioğlu veya Denizliden gelecek iki takımdan birisi rakibimiz olacak. Maçlar 30 Nisan-4 Mayıs arasında oynanacak. Tek maçlı eleme usulüne göre yapılacak 3 maçı kazanan takım finale gidecek. Toplamda 5 maç kazanan takım 3. Lige çıkma hakkı kazanacak. Yorumlar grubumuzun belki de terfilerin en zor grubu olduğu yönünde. Çoğunluğun görüşü bu gruptan çıkan takımın 3. ligi garantileyeceğini söylüyor. 100. yılımızda 3. ligi çok istiyoruz ve takımımıza güveniyoruz. Saldır Vefaspor.

Edit:
Son iki muhtemel rakibimiz : Servergazi Belediyespor, İrem Tekstilspor

Kaynak: YHA

Yaz Geldi

Yazın gelmekte olduğunu bugün tişörtle gezdiğimde değil televizyonda dondurma reklamlarını görünce anladım. Bu yaz da millet birbirinin aşkıyla eriyecek galiba. İnsan sloganda yenilik yapar yahu.

Rüya Bilmecesi 6

Garip rüyalar serisine devam, evet. Daha önce de içinde futbolcular geçen rüyalar görmüştüm ama hep Fenerbahçe'li futbolcular ve sadece futbolcular olmuştu. Bu seferki bambaşka...

Odamda uzanıyorum, zap yaparak televizyona bakıyorum. Aniden büyük bir gürültüyle duvarın içinden geçerek odanın içine bir taksi giriyor. Noluyor lan, nasıl yani demeye kalmadan taksinin kapısı açılıyor ve beyaz saçlı amcamız odamın ortasına teşrif ediyor. Karl Heinz Feldkamp. Şaşkınlığımı atmaya çalışırken şoför de iniyor arabadan ve ikisi de bana doğru yürümeye başlıyorlar. "Ulan şortla mortla ayıp oldu 80 yaşında adama." diye düşünürken Kalli, Almanca bağıra çağıra el kol hareketleriyle birşeyler anlatıyor bana doğru. Haliyle hiçbir şey anlamıyorum. Taksici lafa giriyor. "Kardeş ben karşının taksisiyim. Herifi havaalanına götürüyordum. Kaybolduk. Bi yardım ediver." diyor. Bu sırada Feldkamp bağırıp çağırmaya devam ediyor. Neyse ben taksici olmuş havaalanını bilmiyor düşüncelerini bir kenara bırakıp önce Kalli'ye İngilizce sakin olmasını, şoförün yolu kaybettiğini, şimdi yardım edeceğimi söylüyorum. Sakinleşiyor. Taksiciye de yolu anlatıyorum.Teşekkür ederek geldikleri gibi bir anda kayboluyorlar. Uyanış.

Pompa

Argo bir başlık oldu ama söyleyeceğim şey garip bir takıntımla ilgili. Birşey için mutfağa giriyorum mesela çöp atmak için. Çıkarken sürahiyi dolu görürsem su içmeden çıkamıyorum. Susamış olmasam da en az bir bardak içiyorum. Başka zaman su içmek için gidiyorum. Sürahi boş oluyor, içmeden çıkıyorum. Damacanayı pompalamaya üşeniyorum galiba. Halbuki kolum da kuvvetlidir.

Bilim

"Mitokondriyal matrikste piruvat dehidrogenaz tarafından katalizlenen reaksiyonlar dizisi ile karbondioksit ve asetil-CoA oluşur."

"Glikozun glikuronik asit üzerinden oksidasyonu sonucunda açığa çıkan L-ksilüloz, ksilüloz 5-fosfat'ın öncü molekülüdür."

Sevgili Türk bilim insanları,
Daha üniversitedeki ders notlarına böyle cümleler yazarsanız öğrencilerin çoğunluğu mezun olduktan sonra bilim kitaplarına elini sürmez. Ayrıca anlatım bozukluklarını ve noktalama işaretlerini de buraya geçirirken ben düzelttim. Katalizlenen yerine hızlandırılan, oksidasyon yerine oksijenle yanma yazsanız ölür müsünüz? Veya reaksiyon yerine tepkime? Böyle anlatımlar yaptıkça ve olayları basite indirgemedikçe ülkede bilim neden ilerlemiyor diye ağlamaya hakkınız olmadığını düşünüyorum.

To Be Continued

Bu sezon Avrupa'da bize yaşattığın heyecan ve sevinçler için, özellikle de Chelsea gibi bir takıma karşı yarı finali kaçırmanın üzüntüsünü yaşattığın için tüm Fenerbahçe'liler gibi sana teşekkür ederim Fenerbahçe'm. To be continued...

Not: Fotoğraf Fenerbahce.org'dan alınmıştır.

Burcu

Koç,Boğa,İkizler diye giden şu burçlar meselesi ne kadar büyütülüyor. Alt tarafı yılın belli dönemleri belli isimlere bölünmüş adına da burç denmiş. Şu tarihte doğarsan şu burçsun denmiş insanlara. Bir de sanki o tarih aralığında doğan herkes incelenmiş, birlikte yatıp kalkılmış gibi burçların özellikleri sıralanmış. Neymiş balık romantikmiş, ikizler gevezeymiş diğerleri hakkında çok da fazla bilgim olmadığı için pek örnek veremiyorum. Ha aklıma gelmişken koç inatçıymış. Daha bir ton özellik. Peki ne gerek var?

Hadi manyağın biri ya da birileri böyle bir sınıflandırmaya gitmiş, bu sınıflandırmayı ciddiye alan milyonlara ne demeli? Ekseriyetle kızlar oluyor bunlar. "Ayy ikizler misin?" derken suratını ekşiten kız görmeye çoktan alıştım. Evet ikizlerim, birileri öyle demiş o yüzden öyleyim. Benim suçum ne ki? Birileri 19 Haziran'da doğanlar İkizler değildir Maymun'dur deseydi, farklı özellikler sıralasaydı yine aynı tepkiyi alır mıydım? Bence almazdım.

Bir de çiftleştirme mevzusu var ki hepten anlaşılmaz. Boğa kadınıyla balık erkeği uyumludur. Yok oğlak erkeğiyle koç kadını bol bol didişir. Bu arada tabi bu çiftleştirmeleri de tamamen uydurdum zira hiçbir bilgim yok bu konuda. Nerden biliyorsunuz yahu? Diyelim İkizler'le Aslan anlaşamaz demişler -dememiş de olabilirler- ben bir Aslan'la evlensem, ömür boyu mutlu yaşasam ne olacak? Lütfen arkadaşlar böyle sınıflandırmalara kanmayalım, gereksiz insanlara itibar etmeyelim. Ayrıca sana sesleniyorum Rezzan Kiraz; bırak bu işler,hepsi senin başnın altından çıkıyor biliyorum.

Alma - Verme

Şimdi dile getireceğim bahtsızlığımı yaşayalı aslında çok oldu ama anlatmayı unutmuştum. Alışverişten ölesiye nefret eden bir insan olarak şimdiye kadar hep alışverişlerimi anneme yıkmış sadece gidip " Tamam, güzel" diyip alıp çıkmış biriydim. Birkaç hafta öncesine kadar. Yırtık olmayan ayakkabım olmadığını pek sevgili arkadaşlarımın ısrarla suratıma vurmaları üzerine yeni bir ayakkabı almaya karar verdim. Yanıma da bu pek sevgili kız arkadaşlarımı alarak bir gezmeye çıktım. Bu gezmede ilk şanssızlığımızı yaşadık tabi hemen. Bana beğendikleri ve fiyatı da çok uygun olan gömleğin sadece small bedeninin olması belki de ertesi gün olacak şeyin habercisiydi.

O gezinin sonunda gerçekten çok beğendiğim bir ayakkabı buldum. Lakin yanımda uygun kredi kartı olmadığı için alışverişi ertesi güne bıraktım. Ertesi gün büyük bir hevesle ilk defa kendi başıma bir giyim eşyasını beğenip almaya gittim tabi. Girdim mağazaya, çıktım üst kata. Bütün muhteşem kendime güvenimle "Şunun 44'ünü deneyebilir miyim?" soruma "Sadece 46 var." cevabını alacağımı nerden bilirdim. Eh başıma iki gün arka arkaya böyle olaylar geldikten sonra bir daha alışverişe gider miyim ben? Gitmem, giyerim yırtık ayakkabılarımı, delik ve paçası kopuk pantolonlarımı, koltuk altı yırtık sweatshirtlerimi. Yaşasın salaş oh.

Kabız

Yine bir sınav dönemine daha geldik. Şu sınav dönemlerinde inatla sınavlar dışında evden çıkmıyorum ve güya sabahtan akşama kadar çalışacağım diye planlar kuruyorum. Gel gör ki evde ne kadar boş vakit geçirecek iş varsa yapıyor zamanımı olabildiğince boşa harcıyorum. Hayır mesela bir film izlesem, ne bileyim kitap okusam, birşeyler yazsam falan ne de güzel olacak. Sanki böyle şeyler yaparsam çalışmıyormuşum da yapmayınca çalışıyormuşum gibi bir his oluyor. He bi de evden çıkmayınca yazıcak birşey bulmakta fazlasıyla zorlandığımı farkettim. İlerde benim kıçım ev görmez bu gidişle.

Alıştık

Bugün Fenerbahçe'miz bir kupayı daha müzesine götürdü. Bayan basketbol takımımız Opel Türkiye Kupası'nı üç günlük bir periodun sonunda önce Mersin Büyükşehir Belediye'yi sonra Galatasaray'ı, finalde de Botaş'ı devirerek kazandı. 5. kez üst üste kazanılan bu kupayla toplamda da 8'e ulaşan Fenerbahçe'miz kupayı en fazla kazanan takım olma ünvanını da kazandı. Alıştık artık kraliçelerimizin kupalarına. Tebrikler Fenerbahçe.

Not: Fotoğraf Basketbol Federasyonu'nun sitesinden alınmıştır.

Şizo

Arkadaşlarımdan birisi ya bir şakayı gereksiz uzatacak kadar salak ya da fena halde şizofren. Tamam zaten pek aklı yerinde bir arkadaş olduğunu kimse iddia edemez ama hasta olduğunu da bilmek istemiyorum. Delilikleri vardır, gökte uçan kuzular görür, inadını kırmanın hiçbir yolu yoktur. Fakat hayali arkadaş sahibi olacak kadar ileri gittiğini hiç düşünmemiştim. Hala da şaka yaptığına inanmak istiyorum. Seviyorum da keratayı, müşkül durumdayım.

Hurda Demir Bakır

Birkaç gündür fena halde Levent Yüksel, Sezen Aksu, Yonca Evcimik vs dinlemeye başladım. Tabi sadece bunlar değil bunun dışında blues, pop, disko müzikleri, balkan havaları falan da dinliyorum bolca. Neden yazdım şimdi bunları? Gelmek istediğim nokta şudur ki; eski zamanları hatırladıkça neymişim ben diyorum. İyi ki zihnim berraklaşmış, zevkim kendine gelmiş.

Belki bunu okuyacak olan bir kısım tepki gösterebilir. İçten içe veya dıştan dışa küfür de edebilir bana. Eskiden hemen hep metal dinleyen bir insandım. Siyah giymeyi bir tarz sanardım. Bilmezdim ki yaz günü siyah kot ve t-shirtle gezmek kıçımdaki terlerden başka birşey kazandırmazmış bana. Bangır bangır müzikler beyin hücrelerimi öldürmekten başka birşey vermezmiş o güzelim kıvrımlı organıma. Neyse ki büyüdüm de ne yaptığımın farkına vardım. Geçici duyma ve düşünme bozukluğuna yol açacak müzikler dinlemeyi bıraktım. Beş duyumuzun üçüne yüksek desibeli, karanlığı ve çoğu mensubunun uzun süre yıkanmayan uzun saçlarından çıkarttıkları kokuyla tecavüz ettiği bu müzik tarzını neyse ki bıraktım.

Şimdi çözüm önerime gelirsek; bence metalcilik küçük yaşta yapılan askerlik gibi bir görev olmalı. Belli bir yaşa kadar -18 olabilir, uygundur- bu görev idame ettirilir, sonra da büyümenin verdiği parlaklıkla mutlu bir hayata yelken açılabilir. Zevkler ve renkler diyen çıkacaktır elbet, renksiz bir şeyin nesinden zevk aldıklarını anlayamamakla birlikte onlara sevgilerimi iletirim. Taviz verin, yumuşayın.

Lüküs kamarada kimler oturur?

The First

İlkler önemlidir. Hem insanların hayatlarındaki ilkler hem de dünyadaki ilkler her zaman ya o insan için ya da tüm insanlık için unutulmaz olmuştur. Özel hayatlardaki ilkler hakkında fazla konuşamam tabi. Herkesin ilk seferi kendine. Dünya tarihindeki ilklerden dem vurmak istiyorum.

Mesela uzaya ilk çıkan kişi (Yuri Gagarin) tüm dünyada bilinir. Veya ilk Dünya Kupası'nı kazananın Uruguay olduğunu futbolla az çok ilgilenen kişiler bilir. Dünya üzerinde gösterilen ilk film (Trenin Gara Girişi) ve yönetmeni (Lumiere Kardeşler) bellidir. Daha da abartı örnek vermek gerekirse dünya tarihinin ilk resmi-milli futbol maçı (1872'de İskoçya - İngiltere Yer:Glasgow Maç Sonucu: 0-0) bile bulunabilir. Merak ettiğim daha farklı ilkler. Aşağıda maddeleyeceğim ilklerle ilgili sorularımı şiddetle merak ediyorum.

*Google'da ilk kez "Porno" yazıp kim entera bastı?
*İlk kez kim "Atamayana atarlar." dedi?
*İlk kez kim gazetedeki fotoğraflara sakal bıyık çizdi?
*İlk kez hangi öğrenciye göre hoca ona taktı?
*İlk kez hangi sarhoş "Ben sarhoş değilim." dedi?
*İlk kelime esprisini kim yaptı?

Daha aklıma gelirse sorarım. Sizin de varsa meraklarınız yorumlayın anacım.

Gaflik

Bugün sokakta misket oynayan çocuklar görüp "Hadi Üsküp" "El uzatmak yok." dediklerini duyunca nasıl mutlu oldum anlatamam. Yanlarına çömelip biraz ütmek istedim gençleri ama gafliğim yanımda değildi.

Terfi

Birisi Google'a "3. Lige terfi maçları ne zaman olacak" diye sorup bloga gelmiş. Cevap verelim bari, bu amatör meraklısı ziyaretçimiz tekrar gelirse cevabını bulsun. İlk maçlar 30 Nisan'da oynanacak. İkinci 2 Mayıs üçüncü 4 Mayıs. Sanırım tüm maçlar aynı saatte oynanacak. Yerler henüz belli değil belli olunca onu da yazarım.

Birgün

Birgün ben de öyle acayip yazılar yazacağım ki afallayacaksınız. Entel şiir desen değil, bohem yazı desen değil, Bukowski soslu şöyle bol hedonist yazılar olacak. Çok şaşıracaksınız çok. Birgün, ama bugün değil.

Kukiiz

Oh mis. Afiyet olsun Mişka.

Rüya Bilmecesi 5

Rüya Bilmecesi serime devam ediyorum ancak bu sefer saçma bir rüyayla değil. Belki de hayatımda ilk defa rüyamda uyumadan önceki gün yaşadıklarımı neredeyse birebir yaşadım. Yine maç öncesi Fasıl'dayım, içiyoruz. Stada giriyoruz. Yarım Fenerbahçe logosunu aşağıdan kapatmaya çalışanlarla yukarıdan mücadele ediyorum. Ve ilk gol, nasıl olduğunu göremiyorum yine golün. İkinci gol, 5 sıra aşağı uçmuşum birinin sırtında oturuyorum. Sonunda üçüncü gol, göz yaşları yine doluyor gözlerime. Mutlu bir şekilde dolu gözlerle uyanıyorum.

Günün şarkısı İzel'den geliyor Bitmesin Bu Rüya

The Rising Sun 2

Yine güzel oldu be. Unifeb - CK ortaklığı daha çok güzellikler gösterecek. Yarı finalde ne yapsak?

The Rising Sun

Ne Desem Boş... Bir Tanesin Fenerbahçe'm...

Not: Fotoğraf Fenerbahçe.org'dan alıntıdır.

Ellen Page

Bu kadar tatlı bir insan olmamalı. Gerçekten haksızlık. Hem diğer bayanlara hem de bana. Bugün yolda görsem evlenme teklif ederim. Bir ömür değil iki üç ömür bile geçer bu şirin şeyle.

Şampiyon

Bir kupa da erkek voleybol takımımızdan geldi. Fenerbahçe'miz Voleybol Erkekler Türkiye Kupası' nı Arkasspor'u 3-1' kazandığı maçın rövanşında İzmir'de de 3-0 yenerek kazandı. Tebrikler tüm oyuncularımıza ve teknik kadroya. Her Zaman Her Yerde En Büyük Fener

Yedik

Evet 1 Nisan'ın bitmesine 3 buçuk saat kala son dakika golünü yedik. Golü atan oyuncumuz Ekmekçioğlu Tuana. Ekmekçioğlu Tuana. Ekmekçioğlu Tuana. Teşekkürler 12 numara.

Saldır!

Yarın sabah erkenden evden çıkacağım ve sonra da eve uğramadan maça gideceğim için şimdiden yazayım maçla ilgili yazıyı. Sevilla'yla rövanş maçından önce de içimde bir rahatlık vardı. Hiç endişelenemiyordum. Nolur diyen arkadaşlara da hiç düşünmeden "Eleyeceğiz." diyebiliyordum. Bugün de aynı hisler var içimde. Çok rahatım. Kazanıcağımızı hissediyorum. He ayrıca yine maç öncesi gözleriniz Telsim'de olsun. Güzel şeyler olabilir. Saldır Fener!

1 Nisan

Bir 1 Nisan'ı daha şakalanmadan ve şaka yapmadan atlattık galiba. Son dakika golü atan olursa acımam söverim.

Vefaspor

Dün hayatımda ilk defa hiç beklemiyorken kendimi bir yönetim kurulu toplantısında buldum. Takım elbiseli amcaların yanında küpeli sakallı iki zibidi olarak Yiğit'le pek bir sırıttık ama çok sıcak karşıladılar. Çok ilginç bir ortam oluyormuş bunu da yaşamak lazım tabi. Sanırım artık bir yönetim kurulu üyesi oldum. Bana da bağırırlar mı "Yönetim uyuma, taraftara sahip çık." falan diye. Vallaha sahip çıkarım.

Hay Allah

Birileri formasını giyer kapalının önüne dizilir, birileri havalimanına karşılamaya gider, ne nefret birikmiz içinizde arkadaş. Bu kadar ezilmeyin. İnsanda biraz gurur olur.
Not: Alttaki fotoğraf Milliyet.com.tr'den alıntıdır.

 


Templates Novo Blogger 2008