tarzına hayran olayım

Bugün farkettim de ne zamandır bana hiçbir kız "Ne tarz müzik dinliyorsun?" diye sormadı. Bitti mi o soruyu sorma alışkanlığı? Kaçırdım ben onu da. Kolbastının ne ara popüler olduğunu kaçırmam gibi ve daha niceleri.

Hayat, Fenerbahçe

Az önce yazdığım postada etiket koyarken ne güzel oldu. "Hayat, Fenerbahçe" tersi de olur, "Fenerbahçe,Hayat". Burdan bu vesileyle Hayatım Fenerbahçe'ye saygılarımı ileteyim.

Tribüncülüğümün Kökeni

Geçen gün bir psikolog yardımı ve teşviki olmadan çocukluğuma indim. Çocukluğuma indim dediğim az sonra yazacağım çocukluk anım alakasız bir şekilde birden bire aklıma geldi. Bu durumda çocukluğum bana çıktı da diyebiliriz. Bu çıkışın üzerine bir psikolog edasıyla bu anının şu anki benliğime nasıl bir katkı yaptığını düşündüm ki sonuca varmam çok zor olmadı. Şu an iflah olmaz bir tribüncüysem böyle olmamda en büyük etken bu anıdır.

Sene muhtemelen 93-94. İlkokula başlayıp başlamadığımı tam hatırlamıyorum. Bir Ramazan ya da Kurban Bayramı'nın ilk günü. Her zaman olduğu gibi bayramın ilk günü sabahtan babaannemi ziyarete gitmişiz. Büyük amcamlar da bizim gibi sabahtan gelmişler. Büyükler kendi arasında sohbet ederken biz de benden 4-5 yaş büyük olan amcamın oğluyla muhabbet ediyoruz. Ne konuştuğumuzu hiç hatırlamıyorum ama bir şekilde konu Fenerbahçe - Galatasaray'a geliyor. Ben babam sayesinde kendimi bilmeye başladığım ilk andan beri Fenerbahçe'liyim. Amcamın oğlu ise sülaledeki tek yanlış yola sapmış insan olarak Galatasaray'lı. Bir şekilde hadi tezahurat kapışalım gibi bir muhabbet geliyor. Ben nerden bileyim o yaşta tezahurat falan. Ben başlıyorum. Klasik Yaşa Fenerbahçe şeklinde marşımızı söylüyorum zira bildiğim tek tezahurat o o yaştayken. Amcamın oğlu buna yumuşak bir karşılık veriyor sanırım ama hiç hatırlamıyorum ne söylediğini. Sıra bana geçiyor. Düşünüyorum düşünüyorum. Repertuarımı ilk turda bitirdim. Hiçbir şey yok aklımda. Napıcağımı düşünürken tezahurat uydurmaya başlıyorum. Arabesk, ahenksiz bir melodi ve "Burnu kırık Hakan'la mı, Kıçı kırık Okan'la mı, Sen kiminle Şampiyon olucan cimbom?" sözlerine sahip uydurma tezahuratımı söylüyorum. Amcamın oğlunun kahkahası hala gözümün önünde. Kahkahasını bitirdikten sonra sanırım Bora Öztoprak'ın bir şarkısının melodisine sahip "Oğuz Aykut İlker ibneler götler. Allısı morlusu kaça kilosu?" sözlerinden oluşan hardcore bir tezahuratı bağırarak ve el kol hareketleriyle destekleyerek yüzüme karşı söylüyor. Büyükler ibne ve göt kelimelerini duyunca noluyor diye geliyorlar yanımıza ve böyle kapışma benim ezilmemle son buluyor.

Şimdi düşününce sanırım şu an Fenerbahçe tezahuratlarının %99'unu ezbere bilip eşlik edebilmemde, tribün yapmayı bu kadar sevmemde, tribünde kendimi çok mutlu hissetmemde bu kötü anının büyük etkisi var. Teşşekkürler emmoğlu, sen yanlış yoldasın ama benim güzel bir yola girmeme sebep oldun.

Rüya Bilmecesi 17

Önceki postada iki rüya gördüğümden bahsettim ki ilkini de anlattım. Şimdi geldi sıra ikincisine.

İkinci rüyamı daha birkaç saat önce gördüm. Rüyamın başlangıcında geçenlerde Antalya'da tatile gittiğim yerdeyim. Şu an tam hatırlayamadığım birşeyler olduktan sonra kendimi bir helikopterde havalanırken buluyorum. Helikopterin arka tarafında oturuyorum. Yanımda birileri var ama hiçbirini tanımıyorum. Helikopter havalanıyor ve yavaş yavaş hızlanarak yol almaya başlıyor. Başta deniz üstünde giderken dağlara doğru yöneliyor. Bu arada oturduğum yerde iki yandaki kapı da açık ve haliyle rüzgar feci bir şekilde yüzümü acıtıyor. Helikopter tüm hızıyla dağların arasında ilerlerken açık kapılardan iki kişi uçarak giriyor. Girenlerden biri Yiğit. "Oh lan yetiştik." diyor sonra şöyle bir bakıyor içeri, "Oturacak yer yokmuş amuagoyim." diyip tekrar açık kapıdan uçuyor. Diğer adam da peşinden. Bir süre daha helikopter yola devam ettikten sonra dışarıda inanılmaz bir kar fırtınası başlıyor. Karlar açık kapılardan helikopterin içine doluyor ki o üşüme hissiyatını şu an bile hissediyorum.

Kar fırtınasının içinde nereye gittiğini bilmediğim helikopterimiz ilerlerken kapıdan uçarak beyaz bir kitle giriyor. Hafif silkelenince bu kitlenin karla kaplanmış Yiğit olduğunu görüyorum. "Götüm dondu oğlum az kay da ısınayım." diyor. Oturduğum yerde kayarak yer açıyorum. Oturuyor yanıma. "Sen nasıl uçuyorsun lan?" diyorum. "Bilmiyorum ki uçuyorum çok zevkli lan sen de gelsene." diyor. Gitmek, ben de uçmak istiyorum ama kollarımı kıpırdatamadığımı hissediyorum. "Kollarımı oynatamıyorum yoksa uçardım." diyorum. "İyi sen bilin." diyerek tekrar açık kapıdan kar fırtınasına doğru uçuyor. Yine bir zaman atlaması yaşıyoruz ve kendimi rüyanın başladığı yerde havuz başında buluyorum. Uçtaki bir tarafta şezlongda babam oturmuş gazete okuyor. Yanına doğru yürüyorum, tam varacakken uyanıyorum.

Rüya Bilmecesi 16

Uzun bir aradan sonra Rüya Bilmecesi serisine bir ekleme yapma ihtiyacı hissettim arka arkaya gelen kısa ama saçma sapanlıkta birbiriyle yarışan iki rüyamdan sonra.

İlk rüyam 2-3 gün kadar önceydi. Japonya'dayım. Muhtemelen Tokyo'da. Aşağı yukarı 100 katlı bir gökdelenin terasa yakın katlarından birindeyim. Bulunduğum salonun üç tarafı komple cam ve çevredeki gökdelenlerin aralarında kalan bölümlerden alabildiğine şehir manzarası göz kamaştırıyor. Benim gökdelenin hemen karşısında çok yaknda ve solunda biraz daha uzağında hemen hemen aynı boyda iki gökdelen var. Nedense yerde oturuyorum. Yanımdaki masada da Japon bir abla oturmuş birşeyler yazıyor. Ben öyle oturduğum yerden etrafı izliyorum. Birden çok şiddetli bir deprem olmaya başlıyor. Gökdelen bir sola yatıyor bir sağa. Resmen rüzgardaki ince ağaç gibi sallanıyor koskoca gökdelen. Gökdelen sola yatarken soldaki komşu gökdelene değecek kadar yaklaştığını görüyorum. Karşı tarafa baktığımdaysa gördüğüm manzara daha acayip. Benim gökdelen soldan sağa doğru giderken Karşıdaki gökdelenin camlarında fotoğraf karesi gibi bir geçiş yapılıyor. Bir camdaki manzarada Japon bir arkadaş iki hatunla yatakta çırılçıplak oturmuş sigara içiyor. Birinde geyşa kostümlü bir abla elinde tepsiyle masada çalışan adama birşey getiriyor. Birinde de genç bir Japon çift romantik bir ışı altında öpüşüyor.

O anda düşündüklerimi tam olarak hatırlayabiliyorum ki şöyleydi. "Ne rahat adamlar ama tabi alışıklar depreme. Binayı da ne sağlam yapmışlar ulan iki dakkadır sallanıyoruz yıkılmadı. Japon yapıyor arkadaş." Ben bu düşünceler içindeyken yanımdaki masada oturan Japon bayan birden kendini yere kucağıma atıyor. Ben daha onun şaşkınlığını atlatmamışken Türkçe konuşmaya başlıyor ve "Korkuyorum." diyor ve boynuma sarılıyor kucağımda otururken. Tüm hayvanlığımı ele alıp "Ulan bir de Japon olucaksın. Hiç Japon depremden korkar mı?" diyorum. Yine korkuyorum diyip sarıldığı boynumu öpmeye başlıyor. Bundan sonra sallanan gökdelende kısa bir öpüşme faslı oluyor ki ben de tam o anlarda uyandım. Uyanmasam muhtemelen rüyanın gidişatı fenaydı.

ÖSYM aklın yerinde mi?

Malum bir ay sonra üniversite mezunu bir adam oluyorum. Fakat öğrencilik bitmesin yahu yüksek lisans yapamazsam açık öğretime gireyim de takılayım diye düşünerek ÖSS'ye başvurmuştum. Tabi ben ÖSS için gereken parayı yatırmadan önce kimse bana gelip de "Abi açık öğretime direk kayıt olabilirsin ÖSS'ye gerek yok." demediğinden madem yatırdım parayı girer etrafı izler, takılır, iki soru çözer çıkarım diye düşüncelerle hazırlanıyordum 2009 ÖSS'ye.

Herşey dün sınav giriş kağıdım gelene kadarmış. Nasıl bir yerleştirme mekanizması uygulanıyorsa bu ÖSYM'de Zeytinburnu'nda oturan bendenizi İstinye'deki Sarıyer Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde sınava sokmaya karar vermişler. Sınavdan önce orda olmak gerektiğine göre benim en azından 6 buçukta evden çıkmam lazım bu durumda. Peki çıkabilir miyim? İmkanı yok. Gitti 40 lira ve eğlence fırsatı. Bir yandan da düşünüyorum ya gerçekten girmek zorunda olsaydım sınava? O saatte 2.5 saat yol çektikten sonra girilen ÖSS'den ne hayır gelirdi? ÖSYM'nin çok şakacı bir kurum olduğunu düşünmeye başladım. ALES'e de girdiğime göre bir daha da seninle işim olmaz ÖSYM.

Bandista

Kadıköy'lü grup Bandista'yı duymayan etmeyen kalmasın istiyorum. Dinleyin, dinletin. Güzel insanlar albümlerini internet sitelerinde paylaşıma açmışlar. " copyleft, bandista, 2009 | armağandır. çoğaltınız! dağıtınız" diye de belirtmişler. Albümde özellikle Haydi Barikata ve Hiçbirşeyin Şarkısı gerçekten muhteşem. Haydi herkes birbirine önersin bu grubu.

Aylayktumuvitmuvit

NTV'nin NBA maçları için yaptığı reklamda tekrar duyunca aklıma geldi de zamanında ne dinlerdim I like to move it'i. Resimde gördüğünüz kapağa sahip kasedi de almıştm hatta. İçinde bu I like to move it'te başka ne şarkısı vardı hiçbir fikrim yok. Düşününce eğlenceli de şarkı. O yaşlarda bir çocuk için ne dediğini hiç anlamadan sallayarak "ayn dis kombangiz umban cumban honomanidis holaa aylayktu muvit muvit" demek çok eğlenceliydi. Ha sanki şimdi farklı olur? Yine nakarat dışındaki kısımları sallarım. Neyse efendim velhasıl I Like To Move It güzel şarkıdır. Her daim dinlenir. Bu sahne de ölene kadar izlenir.

2005

20 Mayıs'larda bir tuhaf olurum ben. İçimden Cezmi Ersöz yazıları yazmak gelir. Ki yazmışlığım da vardır.

Ribak dediğin ayakkabıdır

Sevgili kızlar, bir gittim geldim sanki hepiniz Norveç'e iltica kararı almışsınız. Hepinizin dilinde bir Norveç, bir Alex, bir Fairytale... Hayır nedir ne değildir hiç de bakmadım, dinlemedim. Norveç'li bir genç Eurovision'u kazanmış. Hayırlı olsun. Kıskanmıyorum da bu kadar abartmanız garip değil mi sizce de?

Dear Facebook


Sevgili Facebook Yetkilileri;
Öyle kuru kuruya teşekkür etmekle olmaz. Biliyorum milyonlarca dolar kazanıyorsunuz bu işten. Çok yükseklerde gözüm yok. Şöyle üç beş birşey atsanız yeter. Malum önümüz yaz, kombine almak da lazım falan. Anlıyorsunuz durumu değil mi? Mailim sizde var, bir mail atın banka hesap numaramı göndereyim. Kendinize iyi bakın. Esen kalın.
Mehmet.

Turistik Gözlemler 1 - Cins-i Latifler

Turistik yörelerimizdeki eski doğu bloğu ülkelerinin vatandaşlığına mensup turistler üzerinde yaptığım gözlemler sonucunda edindiğim notları ara ara paylaşmak istiyorum. Ha tabi yazıya böyle girince böyle bir ömrü o otel senin bu tatil köyü benim gezerek geçen bir adam gibi göründüm ama tespitlerimin hepsi sadece bir bölgede yapılmış olup ziyadesiyle genelleme içerecektir. Farklı örnekler gördüm diyen varsa, "Yok arkadaş ben Bodrum'a gittim böyle değil." "Alanya'da hiç böyle davranmıyorlar." diyen olursa yorumlarımız açıktır.

İlk tespitim haliyle bu turist arkadaşlarımızın bana göre karşı, karşı cinse göre hemcinsleriyle ilgili olacak. Eh sağlıklı bir Türk erkeğinden başkasını beklemek de hayalcilik olurdu sanırım. Çoğunluğunu Rus ve Ukrayna'lı kardeşlerimizin oluşturduğu bu kadın turistler gözlemlerime göre 3 ana grup altında toplanabilir. Kısaca toplayalım.

1)Biblolar (Taşbebekler, Koyköşeyeseyretler) : Bu grubun içinde yer alan hanımefendiler dış görünüş itibariyle adeta bir peri kızı veyahut bir denizkızı edasındadırlar. Ortamda bulunduklarında ister istemez insanın gözünü çekerler üzerlerine. Havuz voleybolunda hakemlik yaptıklarında oyuncularda konsantrasyon namına birşey bırakmayıp topun kafaya göze gelmesine neden olabilirler. İç güzellikleri hakkında bir yorumda bulunamayacağım zira sırf bu gözlemleri yapabilmek için yanaştığım tek biblo maalesef tek kelime İngilizce konuşamıyordu. Burdan yola çıkıp da genelleme yapıp hiçbiri İngilizce konuşamıyor diyemem. Konuşanı vardır elbet. Bu grup üyelerinin ilişkileri de genelde diğer turistlerle diskoda sürtünmek, animatörlerle işi pişirmek şeklinde özetlenebilir. Animatör ya da bu grubun erkeği olan bir birey değilseniz karşılarında şansınız çok düşüktür.

2)Mehpareler (İyiailekızları, eğlenilicekdeğilevlenilicekkızlar) : Mehpareler soğuk ülkelerinden kalkıp orada tüm yıl boyunca sadece 24-30 gün arası gördükleri güneşe bir 7 gün daha ekleyebilmek için aileleriyle birlikte sıcak denizlere inen gençlerdir. Yaşları genellikle 15 - 21 arasında değişir. Dış güzellik konusunda Biblolar'la yarışamasalar da saf görünüşleri, yer yer şirinlikleri ve uysal yüzleriyle benim gibi seksilikten çok tatlılık arayan beylerin dikkatini daha çok çekerler. Tüm bu çekiciliklerinin yanında ailelerine karşı inanılmaz bir disiplinle sadakat gösterirler. Sabah erkenden kalkıp kahvaltılarını yapar, denize - havuza gider, öğle yemeği yer, anneleriyle birlikte aktivitelere katılır, geç olmadan evlerine gider, akşam yemeği ertesinde animasyon izler, animasyondan sonra da 1-2 saat çay bahçesinden hallice havuzbaşında oturup meyve kokteyli içer, babalarının uykusu gelince de odalarına gidip uyurlar. Tüm bu saydıklarım arasında yanlarında anne veya babaları olmadan yaptıkları hiçbirşey yoktur. Bu yüzden bu grup üyelerinin neredeyse hiç sosyal bir ilişkisi olmaz sizin de yaklaşmak için fırsatınız olmaz.

3)Akbabayemleri (Çürümüşler, Kızabazanlar) : Diğer iki grubun üyelerine baktığımızda bu gruptakilerin onlarla aynı ülkelerin nüfusuna kayıtlı olduklarına inanmak çok zordur. Çoğunlukla evde kalmış, evlenip boşanmış, ülkelerinde sıfır talep gören bahtsız kadınlardan oluşurlar. Hasbelkader ülkemize geldiklerinde genellikle ya yalnızdırlar ya da bir başka Akbabayemi'yle beraber gelirler. Nerde aktivite varsa bunları orda bulursunuz. Sürekli meydandadırlar. Selülitli basenlerine bakmadan dikkat çekebilmek için g-string bikini giymekten kaçınmazlar. Geceleri diskoya topuklu ayakkabıyla geldiklerinden tüm gece tabanları yara olana kadar yalınayak dans eder, gece sonunda keçe gibi tabanlarıyla bir akbabanın odasına giderler. Akbaba ya da sırtlan olarak tabir ettiğimiz erkek kitlesi bunlara "Hiç yoktan iyidir." gözüyle bakarlar ve elde edilebilirlikleri bardan bira almaktan kolay olduğu için tercih sebebi olurlar. Benim gibi midesine düşkün olanlar ise dans ederken üstüne üstüne gelen Akbabayemleri'nden tuvalete doğru ince ince kaçar.

Ölmedim

Ceren merak etmiş, belki başka eden de olmuştur sanmam ya. Kaçtım öyle bir. Geri döndüm. Ölmedim.


Düştük yine yollarına
Sevdamızı haykırmaya...

Sagopa Kezman

Dünyaca ünlü Sırp rapçi Sagopa Kezman "I hate you all motherfuckers" isimli dünya turnesi kapsamında bir konser vermek için geldiği İstanbul'da fotoğrafçımızın gözüne sigara tutarak ağlamasına neden oldu. Kezman bunun üzerine yaptığı açıklamada "Hacı malbuş var mı? Valla üç aydır Maltepe içiyorum." dedi. Maltepe'ninse Gold olduğu dikkatli gözlerden kaçmadı.

Dipnot: Fikir dün Yoğurtçu'da kulağıma çalındı.

çorplama

Bugün yıllar (4 yıl) sonra ilk kez ÖSYM'nin muhteşem kutucuk işaretlemeli sınavlarından birine girdim. ALES denen bu Akademik Personel ve Lisans Üstü Eğitim Sınavı olayına ÖSS'ye yeni hazırlanmış birisi girse 2 saatte 160 net yapıp çıkar ama işte yıllar insanı paslandırmış. Sayısalda bu nasıl çözülüyodu lan diye düşünmekle geçti sınavın yarısı.

Sınavdan aklımda kalan en komik şeyler de, çorplama diye bir işlem uydurup onunla ilgili soru sormaları ve resmen bildiğimiz mayın tarlası oyunuyla ilgili 3 soru olmasıydı. ÖSYM bir insanı 3 saat sınavda tutmanın fazlasıyla sıkıcı olduğunu farkedip sınava oyun koymuş. Çok yaratıcı.

gaz debriyaj fren, canımıniçi zeki müren

Şimdi anlatmaya çalışacağım şeyi aslında çok da emin olmadığım bir benzetme üzerinden giderek anlatmaya başlamak istiyorum. Ehliyetim var fakat bir otomobilin işleyişiyle ilgili veya genel özellikleriyle ilgili zerre bilgim yoktur. Gaza basarsan gider frene basarsan durur. Düz vitesse vites değiştirirken debriyaja basmak gerekir. Tüm bilgilerim bundan ibaret der benzetmemi yapmaya geçerim.

Ben yeni tanıştığım kişilerle yaptığım muhabbette sıkışmış bir vites kolu veya eskimiş bir debriyaj pedalıyım. Karşımdaki insan muhabbetin direksiyonunu ele almış basıyor gaza, bir yerde muhabbet kitleniyor, vites değiştirmesi gerekiyor. Orda bana soruyor mesela "Memleket nere?" diye. Ama dedim ya sıkışmış vites kolu veya eskimiş bir debriyaj pedalı olduğumdan karşımdakinin sorusunu cevapladıktan sonra "Ya sen?" diye soramıyorum. 10-15 saniyeyi bulan sessizlikten sonra sormam gerektiğini farkedip karşı tarafa aynı soruyu yöneltiyorum ve sürücü kişi vitesi değiştirmenin verdiği rahatlıkla tekrar gaza basıyor. Bu her vites değişiminde böyle böyle sürüyor. Ve ne yazık ki muhabbet otomobillerinin vitesi 5'le sınırlı değil. Yağlayın lan beni.

Sözüm Sana TV Sektörü

Annemler içerde bir dizi izliyor bilmiyorum hangi dizi olduğunu. Zerre de merak etmiyorum zira odama gelen seslerden fazlasıyla tiksindim. Burdan tüm senaristlere, yönetmenlere, yapımcılara, kanal sahiplerine sesleniyorum. Ha dinlerler mi dinlemezler mi onlara kalmış.

"Allah aşkına yazdığınız, çektiğiniz, yayınladığınız dizilerde 5 yaş civarı çocukları konuşturmayın. İki saattir salonda şımarık bir velet var gibi geliyor. Tutup bacağından duvara vurmak istiyorum mamafih o sadece bir dizi karakteri. Onu yaratmak, konuşturmak sizin elinizde. Tabi tam tersi de. Allah'ın adını verdim ikinci yolu seçin. Sağlıcakla kalın."

bikinili pozları için tıklayınız

Bugün fark ettim de ne kadar çabuk unutuyoruz bazı şeyleri. Daha 1 yıl ancak oldu "Bikini giy Ahmet Çakar!" diyeli.

Katmer

Güzeldir iştiyakınla, yanmadadır bu gönül
Ey güzel taze yağlı, nefis kaymaklı katmer
Kalmadı billah sabır, bir nebzecik tahammül
Gel ey canların canı, gönül dermanı katmer

Kayarak merdanede, süzülür de çıkarsın
Yeşil fıstık içinde, iştahları açarsın
Çiğnedikçe ağızda, lokum olup akarsın
Gel ey yeşil fıstık, taze kaymaklı katmer

Çok incesin şeffafsın, zarif bir gelin tülü
Lale gibi rengin var, sanki has bahçe gülü
Seni nasıl vasf'edem, acizdir kalem dili
Gel ey canların canı, gönül dermanı katmer

Haşa dünya taamı, cennet-i âlâ malısın
Şeker desem ne mümkün, belki oğul balısın
İhsanı bol tanrının, kullarının yadısın
Gel ey canların canı, taze kaymaklı katmer

Şiir kimin bilmiyorum, bayağı bir araştırdım ama şairini bulamadım. İkinci Bahar'da Şener Şen okuyordu. Ayıptır söylemesi bugünkü kahvaltımı katmerle yapınca yazasım geldi. Katmere şiirler şarkılar değil destanlar kitaplar yazmak istiyorum. Duvarlara katmer yazmak, uçak kiralayıp gökyüzüne "Katmer sana canım feda" yazdırmak istiyorum.

kemal ortak parantezinde yazarlar

Birşeyler yapmak, birşeyler yazmak istiyorum ama o kadar bilmiyorum ki ne olduğunu. Yapacak işler var aslında. Pazar günü ALES var mesela daha ne sorduklarını bilmiyorum adamakıllı. Bugün bir kitap alayım çözümlü dedim dünyanın parası. Sahaflara gitmek lazım yarın. Sonra biraz çalışmak falan. Birşey değil işe yarar puan yapamazsam verdiğim paraya mı yanayım sabahın 9.30 unda sınava girdiğime mi karar veremiyorum.

Türk Edebiyatı'na sardım son haftalarda biraz geç de olsa. Kemal'lere başladım. Orhan Kemal'le yaptım girişi Kemal Tahir'e geçtim. Yaşar Kemal'e de gelir sıra elbet. Adamlar ne güzel yazmış yahu. Özellikle Kemal Tahir - Yorgun Savaşçı ve Orhan Kemal - Cemile mutlaka okunmalı. Sinema kitabı okumaktan imanım gevremişti iyi geldi roman okumak.

MSM de bitti geçtim sınıfı. Eksikliğini hissediyorum şimdi. Haftasonları sabahın köründe kalkıp gitmek zorunda olmamak tuhaf geliyor. Ciddi ciddi bağımlılık yapmış. Keşke 12 ay devam etseydi. Böyle de hasta ruhlu, tatil istemeyen bir öğrenciyim. Ne yapayım çok seviyodum. Ekim'e kadar bekle şimdi işin yoksa.

Mazorgazm noldu diye soruyor herkes. Ben de soruyorum kendime Mazorgazm noldu diye. Keşke vakit olsa da o da bitse. Vakit yaratılır belki de keşke şu uyuşukluk geçse.

 


Templates Novo Blogger 2008