Duvardaki İz

Salonun içinde amaçsızca dolaşıyorum. Ne kadar da büyük bir salon. Baba, her zamanki koltuğunda göbeğine düşen gazeteyle uyuyakalmış. Anne, mutfakta muhtemelen patlıcan veya kabak kızartması yapıyor. Aylardan ağustos ve günlerden pazar. Bu ortamda kimse benimle ilgilenmeyi düşünmüyor bile.

Salonun içinde amaçsızca dolaşıyorum. Bu amaçsızlığımdan sıkıldığımı hissediyorum birden. Babayla biraz yakınlaşmak istiyorum. Yanına gidiyorum, kulağına uyan demek isterken gözlerini açmadan beni savuşturuyor. Bu sırada yanlışlıkla da kulağına vurdu. Şapşal adam. Halbuki sadece sıkılmıştım, uyansın da biraz sohbet edelim istemiştim. Kalbimi çok kırdı. Salonda daha fazla durmak istemiyorum

Mutfak salon kadar büyük değil tabi ki. Yine de bana çok büyük geliyor. Zaten şu dünyada herşey çok büyük değil mi benim için. Evet, anne patlıcan kızartması yapıyor. Yardım etmek istiyorum. Patlıcanlardan birini tavaya atmak için dokunduğumda anne de kalbimi kırıyor. "Git be pis musibet!". Peki, giderim. Bu evde daha fazla istenmediğimin farkındayım. Sanırım artık gitme vakti geldi.

Gitmeden önce son bir kez babaya uğramak istiyorum. Ne kadar da büyük salon git git bitmiyor. Baba hala aynı duruşta uyuyor. Elveda demek istiyorum uyandırıp. Burnuna dokunuyorum. Hımfs hımfs yapıyor ama gözlerini açmıyor. Yine kulağına "Uyan" diyorum. Yine eliyle beni kovmaya çalışıyor. Öteki kulağın geçiyorum. Duvara yakınım. Bu sefer "Uyan" dileğimi yerine getiriyor. Gözlerini açıyor, ne kadar mutluyum. Göz göze geliyoruz. Bir tuhaf bakıyor sanki. Gözlerinden sonra son gördüğüm şey üzerime doğru gelen gazetedeki Tayyip Erdoğan'ın fotoğrafı. Duvardayım, kalbim çok kırık.

1 yorum var:

kezban paris'te dedi ki...

böcek olarak uyanan gregor samsa'dan sonra, sinek olduğunu sanabileceğimiz conrad bundy'nin hazin hikayesi!
üzüldüm çok

 


Templates Novo Blogger 2008