Biz Vefaspor'luyuz Ulan!

Muhteşem taraftardan bir kesit :)

Amatörden Bank Asya'ya 2

Vefa maçı bitince Çağatay, Sirius ve Kaptan Orta Kapı'yla vedalaşıp Kasımpaşa'ya gidecek otobüslerin gelmesini bekleyen Karşıyaka'lı arkadaşların arasına karıştık. Aralarından biriyle olan tribün-olaylar muhabbeti eğlenceliydi. Karşıyaka - Karagümrük kardeşliği de gerçekten çok ilginç gelmiştir bana. Bir İzmir takımı İstanbul'a deplasmana geliyor, taraftarları belki de İstanbul'un en belalı semtlerinden birinde konaklıyor. Neyse efendim güne geri dönersek, iftar saati yaklaşınca herkes yolluklarını yaptırır. Biz de dönerlerimizi yaptırıp otobüsleri beklemeye başlarız.

Otobüse bindiğimizde hala iftar olmamıştı ve biz de ayıp olur diye yiyemiyorduk yemeğimizi ama otobüsün arkasından burnumuza gelen kokular pek de böyle bir hassasiyete gerek olmadığını anlatıyordu. Bir yandan elimizde dönerlerimiz, tıklım tıklım bir deplasman otobüsü Unkapanı köprüsünü geçtik. Taşlama ihtimaline karşı cam patlamasın diye millet camlara yüklenirken Yiğit'in elinden dönerle camı tutuşu gerçekten güzel bir sahneydi. TRT'nin önünde otobüslerden inip stada doğru inmeye başladık. Polisin gerçekten çok iyi aldığı önlemler sonucunda stad girişine inen bayırdayken üst yoldan gelen birkaç taş dışında hiçbir olay olmadan turnikelere geldik. Turnikeler tabi ki bir süre sonra patladı, büyük bir yığılmayla stadın içine attık kendimizi. Kasımpaşa'nın stadı gerçekten güzelmiş. Zeminiyle olsun, tribünleriyle olsun çok modern bir stad. Adı hariç sevdim. Maçın başında KSK tezahuratlarının iyi duyulduğunu söylüyorlar ama sonra performans düştü.Bu arada ilk yarının sonlarına doğru KSK tribününe tek başına yollayan deli bir anda ortamı gerer ama gerginlik çabuk atlatılır. KSK golünün gelmesiyle ortalık yıkılır. Stadda Karşıyaka marşları inlemektedir. Fakat Kasımpaşa durumu eşitleyince Karşıyaka tribünlerinin performansı iyice biter. Karşılıklı atışmalar başlar. "Dışarda kaçanın....." . Atar-giderlerle maç 1-1 sona erer. Kasımpaşalıların maç bittikten sonraki "Recep Tayyip Erdoğan" tezahuratı da maça Karşıyaka tribününden girmekle ne kadar iyi bir seçim yaptığımı gösterir.

45 dk'lık bekleyişten sonra yine polisin büyük önlemleri ve çevik kuvvet eşliğinde staddan çıkıp bayırı yukarı yürümeye başlarız. Bayırın başına çekilmiş olan KSK otobüslerine İzmir'li kardeşler biner biz de iki İstanbul'lu polis kordonundan sıyrılıp Şişhane'ye yürürüz. Biz yürürken otobüsler yanımızdan geçerken gördüğümüz üzere birkaç taşlama sonucu kırılan otobüs camı dışında büyük bir olay olmadan gergin bir maç biter. Bir günde iki güzel maç geçirmiş yorgun bünyeler kendini eve atar.

Amatörden Bank Asya'ya

Dünkü programımızı yazmıştım. Akşama da maçların hikayesini yazarım demiştim ama bugüne kaldı artık sağlık olsun. Çok güzel bir gün olduğunu belirtip yazıya geçebilirim.

Sıkıntılı havayla evde yeterince daralan bünye biraz da erkenden atar kendini dışarı. Vefa Stadı'na vardığımda bazıları evinden daha yeni çıkarken bazıları daha otobüstedir. Etrafta gezinmeye başlayınca Karşıyaka'lıları görürüm. Karşıyaka - Karagümrük kardeşliği sonucu akşamki maç için İzmir'den gelen Karşıyakalılar Karagümrük'ün içinde, lokalinde konaklamaktadırlar. Ortam tamamen yeşil-kırmızı-siyah. Vefa maçı başlamaya yakın Yiğit gelir stada tam o anda liseden arkadaşlarla karşılaşırız gireriz stada. Vefa atkılarımızı da boynumuza takmayı unutmayız tabi ki. Maç hazır beklerken maça girelim demiş olan Karşıyakalıların Vefa'ya verdiği destekle başlar. Bu sırada Sirius aramıza katılır. Oyun ortada giderken ne yazık ki göremediğim ve sanırım çevremdekilerin de görmesine engel olduğum bir golle Vefa'mız 1-0 öne geçer. Maç devam ederken Yiğit Karşıyaka'lı biriyle muhabbeti koymuştur. Hedef belli, akşamki maça KSK tarafından gireceğiz. Bu arada Vefa'mız bir gol daha bulur 2-0. Golü atan oyuncunun sevinci gerçekten görülmeye değerdi. Devre olur, çıkıp dışarıya akşamki maç için
biletlerimizi alırız. Yine bir atkı alışverişi yaptıktan sonra tekrar tribün. İkinci yarı sıkıcı bir oyunla başlar. İyice sıkılan ve tribün yapmak isteyen bünyeler daha fazla dayanamaz. Çoluk çocuğun elinde oyuncak olmuş davul Kaptan Orta Kapı'ya geçer. Önce 6-7 kişiyle tezahuratlara başlarız. Bizim sesimiz adeta bir çağrı gibi olmuştur. Karagümrük gençleri, Vefa'lı amcalar da bize katılır. İkinci yarı gayet güzel bir tribün oluşur bir anda. "Buraya buraya bizim takım buraya!" Vefa 2-0 galip.

Günün ikinci yarısına ikinci yazıyla devam edelim de yazı çok uzun gözüküp göz korkutmasın.

mini mani "mim"i mo

Bir mimlenme vakasıyla daha karşı karşıyayız. Bu sefer pası Mutlu Ceren Cangöz'den aldım yazının sonunda başkasına atarım. Bakıyoruz konumuz neymiş? Vazgeçtiğiniz hayalleriniz. Lan hayalden neden vazgeçeyim ki diye düşünerek başlıyorum ama dur bakalım çıkar belki birşeyler. Hmm.

Mesela 10 yaşımdayım. Basketbola yeni başladığım zamanlar. İBB'ni minik takımında oynuyorum, yaşıma göre boyum uzun olduğu için de birazcık sivrilmişim. Bizi bir gün topladılar Ülker'e seçmelere götürdüler. Seçmelerde sanırım dikkat çektim antrenör anneme gelsin bu çocuk bikaç kez daha antrenmana çıksın demiş. Seçildim gibi birşey yani. Fakat salak çocuk aklı; o gün seçmeden sonra Ülker'in yıldız ya da genç takımının antrenmanını izlerken hocalardan birinin bir çocuğu tokatladığını görürüm. Vay efendim gitmem ben böyle yere. Tabi İBB'de el üstünde tutuluyoruz. Canım istediğinde gidiyorum antrenmana. 10 yaşındaki Mehmet bu sahne üzerine Ülker'e gitmeye korkar. Halbuki de nasıl hayal kurmuştum ilerde Fenerbahçe'ye transfer olurum diye. Neyse efendim birkaç yıl geçer aradan bu sefer Ülker'deki ismimi, numaramı bulan Vefaspor çağırır beni. Gideriz, bu sefer daha aklım başımda ya. Kabul ederim tekliflerini, ilk transferimi yapıp Vefaspor'da oynamaya başlarım. Hayaller geri döner tabi Fenerbahçe'de oynuyorum, Galatasaray maçı 10bin seyirci önünde Abdi İpekçi'de. Farkı açmışız son saniyelerde alley-hoop'la tribünleri iyice coşturuyorum. Formamı atıyorum tribünlere, kucaklaşıyoruz. Tezahuratlarına katılıyorum. Tabi bu hayallere ulaşmak için çok antrenman yapmak, çok çalışmak gerektiğini de çabuk farkediyorum. Fazla disiplinli çalışmaya yatkın olmayan bünyem antrenmanlardan bıkıp 2. sezonda isyan ediyor. Kulübü bırakıyorum. Hayallerden de vazgeçmiş oluyorum.

Evet basketbolcu olup Fenerbahçe'de oynamaktan başka vazgeçtiğim bir hayalim gelmedi aklıma. Daha önümüzde çok vakit var neden vazgeçeyim ki ama? Yazıyı bitirirken pası Jitterbuggin Bats'e atıyorum. Hadi yaz bakalım sen nelerden vazgeçtin.

Futbol Pazarı

Bir pazar gününü daha futbolla geçirmek için arkadaşlarla yola düşüyoruz. Yiğit, Kaptan Orta Kapı, Vamos Bien'in sevilen yüzü Çağatay ve belki zaman zaman blogda yorumları da olan Sirius'la birlikteyiz. Güzel bir gün olacağını düşünüyorum. Programımız şudur:

16.00 Vefaspor - Bağlarbaşı (Vefa Stadı)
20.00 Kasımpaşa - Karşıyaka (RTE Stadı)

Bizce çok güzel bir program oldu. Gönül ikinci maça Karşıyaka tarafından girip adrenalin yaşamak isterdi ama sanırım biletleri bitmiş. Neyse sağlık olsun. Akşam maçların hikayesini taşırım bloga. Yine "Futbolu sevmiyorum ama yaşasın tribün kültürü!" diyerek yazıyı bitireyim.

Temassal Flört

Mesela otobüstesiniz, otobüs biraz kalabalık gibi ama tam da böyle konserve halinde değil. Yanınızda hoş bir kız ya da kızsanız hoş bir erkek var. Tanımadığınız biri tabi ki. O da sizi hoş bulmuş olacak ki aslında hareket edebileceği bir alan varken etmiyor ve bir şekilde temasta kalıyorsunuz. Omzunuz sırtına deyiyor, kolunuz koluna deyiyor vs. İki taraf da bundan rahatsız olmuyor ve teması kesmiyor. İki taraftan biri durağı gelince iniyor ve bu kısa ilişki de böyle bitiyor. İşte ben bu flörtsel durumlarda çok eğleniyorum.

Not: Bu durum kesinlikle ford/fordçuluk değildir. Ford dediğiniz şey kız tarafının rızası dışında gerçekleşir. Benim anlattığımda alan memnun satan memnun. Gençler birbirini beğenmiş, birbilerine temas etmek istemişler. Evet durum budur.

Jean

-Jean Amerika'nın şalvarıdır.
-Eee?
-İşte şalvar abi.
-Yani?
-Böyle hani giymemeliyiz bence.
-Sebep?
-Jean Amerika'nın şalvarıdır.
-Yürüyün gidin lan manyak mısınız arkadaşım? Reklamsever bir insan olarak beni reklamdan soğuttunuz. Aklınızı başınıza devşirin. Jean Amerika'nın şalvarıdır diye reklam mı olur lan? Amerika'da bir giyim firması da şalvar Türkiye'nin jeanidir dese nolurdu? Ben söyliyeyim hiçbir şey olmazdı. Çünkü öyle saçma sapan şey olmazdı. Sinirleniyorum muntazaman.

Süper

Sabah saatleri, bu saatlerde işler yoğun oluyor hep. Yine yoğun. Uluslararası bir şirkette çalışıyorum. İlerde bir gün başka bir yere geçmek istediğimde CV'mde ışıl ışıl parlayacak bir şirket. Kendimi de beğendirdim galiba. Bazen kullanıldığımı hissediyorum ama yok yok. Müşteriler beni çok seviyor. Birçoğu mekana arabasını park eder etmez beni istiyorlar. Eh istemekte haksız da sayılmazlar.

Haklılar tabi ki. Tabi ki beni isteyecekler. Ağzımdan çıkan herşey süper. Şimdiye kadar süper olmayan bir hizmet verdiğim olmadı. Tam da istedikleri gibi. Dolayısıyla memnun olup yine beni istiyorlar. Yine bazen kullanıldığımı hissettiğim gibi ağzımdan çıkanların bana ait olmadıklarını, sanki başka bir yerden geldiklerini de hissediyorum ama yok yok. Bu kadar süper şey benden başkasının üretimi olamaz.

Ahmet Ağabey var birlikte çalıştığımız. İşe ilk başladığımdan beri elimden tutar. Bir yerlere geldiysem onun da payı vardır bunda. Müşterilerle genelde birlikte ilgileniriz. Fakat anlamıyorum bütün işi ben yaparım parayı ona verirler. Daha şimdiye kadar bir bahşiş bile aldığımı hatırlamam. İşte bu yüzden bazen kullanıldığımı hissediyorum. Biz burda müşteriye süper hizmet verelim parayı Ahmet Ağabey alsın oh ne ala.

Yine bir gün müşteriye hizmetimi sunuyorum. Süper hizmetimi. Dedim ya süper olmayan bir hizmetim yoktur benim. Neyse efendim, ağzımdan süper şeyler çıkarken birden kitlendim. A-a gelmiyor. Zorluyorum, ıkınıyorum yok. Ağzımdan tek birşey çıkmıyor. İşte o an o süperliğin benim olmadığını ilk hissettiğim andı. Ahmet Ağabey yetişmişti hemen beni müşterinin önünden alıp o ilgilenmişti. O gece hep o anı düşündüm. Neden kitlenmiştim?

Ertesi gün içimi dolu dolu hissediyordum. Sabah yoğunlukta yine işe başladık. Ahmet Ağabey daha uyanamamıştı galiba, sersem gibiydi. Müşteriyle ilgilenirken yine elimden tuttu ama elimi erken sıktı. Bütün üstü başı ağzımdan gelen süper sıvıya bulanmıştı. "Amına koduğum pompası." dedi. Çok kırıldım. O an kaçıp gitmek istedim işyerinden. Hortumum izin verseydi sessizce ağlayabileceğim bir yere kaçardım. Kaçamadım.

Sürttür

50 küsür yaşlarındaki iki amcanın muhteşem diyaloğu:

-Abi dilim sürçüyor.
-Diline sürteyim.

Ti-Ti

Bir marka düşünün ki bir araştırma yapılsa ülkede en nefret edilen marka çıkabilir. Bir de reklam şirketi var. Bu markanın yöneticileri gelip bu reklam şirketinden yeni tv reklamları için fikir proje vs istiyor. Kreatif grup başlıyor çalışmaya, düşünüyorlar taşınıyorlar kesin bir sürü fikir buluyorlar. Bir tanesi de alalım başlı başına bir antipati abidesi olan yazar-oyuncu bir kadını, yanına da M. ve F.'siyle birlikteyken göze hoş gelen ama yalnız başına iticilikten iticiliğe koşan bir müzisyen koyalım. Bunlar seri reklamlar halinde kah birbirlerine iğrenç espriler yapsınlar, kah bağıra bağıra izleyenin sinir sistemine tecavüz etsinler.

Bu fikir de diğer fikirlerle birlikte nasıl oluyorsa kreatif direktörün de masasından onay alıp geçiyor. Firmaya sunum yapılmadan önce muhtemelen şirketin genel müdürü de bakıyor ve bu fikrin hangi akla hizmet yazıldığını sormayıp onayı basıyor. Firmanın yetkilileri sunumu dinleyip nasıl bir kafa yüksekliğindeler, nasıl bir ruh halindelerse bu fikri seçiyorlar. Hiç kimse durumun garipliğinin farkına varılmıyor. Metin yazarları reklamı daha antipatik hale nasıl getiririz diye çalışarak metinlerini yazıyor. Set kuruluyor, oyuncular oynuyor, kameralar çekiyor. Bütün aşamaları tamamlanan reklam tv kanallarına yüklü miktarda para ödenerek veriliyor.

Şimdi soruyorum, arkadaşım iyi misiniz? Zaten nefret edilen bir markayı neden böyle bir reklamla iyice tiksinilecek hale getiriyorsunuz? Kafanız güzeldi desem öyle olsa eminim çok daha iyi fikirler çıkardı. Harcadığınız paralara yazık. Ayrıca da nasıl insanlar reklam ajanslarında vs. çalışıp para kazanırken ne beyinler işsiz geziyor bunu da anlıyoruz. Neyse efendim sözün özü, senden ölesiye nefret ediyorum TürkTelekom, ne kadar uğraşırsan uğraş daha fazla nefret ettiremezsin parana yazık.

Kazım Kanat

İzlerken en çok eğlendiğim spor yazarlarındandı. Özellikle Ahmet Çakar'la olan atışmalarını izlemek adeta komedi filmi hissi veriyordu. Kızamıyordum bu adama ne kadar yanlış konuşsa da. Farklı bir havası vardı. Safçaydı falan ama iyi niyetliydi ve aklından geçeni konuşuyordu. Bu yaştan sonra küpe takıp tvye öyle çıkmaya başlamıştı. Kanseri yenmişti ama zatüreye yenildi. Beni sabah sabah çok üzdü. Başımız sağolsun, mekanın cennet olsun Kazım Kanat.

Ders

Aynı yıl içinde hem Denizel Makro Algler hem de Film Grameri dersleri alacak olan tek kişi benim değil mi?


Futbolu sevmiyorum ama yaşasın tribün kültürü!

Mamamimi mimi maykrofon şov

Joleney hanım mimlemiş. Bu mimi de kim çıkardı acaba? Bu maili 50 kişiye gönderirsen pandalar halay çekecek mailleri gibi ilerliyor. Neyse zinciri bozmak ayıp galiba bozmayalım o yüzden.
1-blog yazmaya ilk ne zaman başladın?
2007 sonuydu. Aralık gibi. Önce Maybe hanımın blogunda konuk 1-2 şey yazmıştım. Sonra neden ben de yazmayayım ki bir blog diyiverip başladım. Aaa bakın şimdi blogun adı konusunda da Maybe'den yardım almışımdır burda onu da açıklıyayım. Ayrıca taktikler falan da vermişti de pek uygulayamadım gidiyoruz öyle.

2-blog yazısı konularının belli bir çizgide olmasına özen gösteriyor musun?
E tabi bi tarz yaratmak lazım bir yerde. Gerçi zaten anlatmak istediğim şeyler genel olarak aynı tarz olduğu için konular belli bir çizgide ilerliyor. Misal bir Rüya Bilmecesi etiketim var ki herkes okumalı herkes gülmeli. Onun dışında Fenerbahçe çizgisinde gidiyorum tabi ya nolacaktı? Genel olarak çizgim şudur ki okuyan sıkılmasın. Ben bir bloga baktığımda 10 dk mı verip bi yazısını okuyup sıkıldıysam küfrediyorum yazara. Ağzım bozuktur benim.

3-blog yazmayı ne kadar sürdüreceksin?
Nasip kısmet meselesi bunlar. Durup dururken oh my god artık kendimi inzivaya çekmeliyim, havuçlarım kanıyor, bütün dünyanın yükü sırtıma bindi diyip de blogu kapatmam. Yazma sıklığım düşer belki ama yine de blogger denen olay sürdükçe bu blog açık kalacaktır. Ara ara girer yazarım birşeyler.

4-blog yazmak senin için eğlenceli bir uğraşken,şimdi artan bekleyiş yüzünden zorunlu bir hal almaya başladı mı?
Yok öyle birşey. Ayrıca kim o bekleyiştekiler? Bi mail falan atsalar da gözlerinden öpsem. Öyle fan derecesinde takipçilerim olduğunu sanmıyorum. Ha bir ara bi isimsiz gelmişti o da sonra noldu kim bilir? Velhasıl, aklıma birşey gelince girip yazıyorum işte. Ha eğer derseniz ki biz hayranınız her gün yaz ama gel bak arada da görüşelim bi bira ısmarlayalım takılalım falan. Valla yazarım her gün en az 3 yazı. Bunu yaparım.

5-blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor musun?
Uuu nelerden feragat etmiyorum ki? Bazen sıçmıyorum desem inanır mısınız?
İnanmazsınız. İnanmayın tabi lan manyak mıyız? Ben buraya yazı yazmak için sıçmayacağım siz de buna inanıcaksınız. Çatır çatır afedersin.

Eveet bir de şimdi benim mimlemem lazım sanırsam. O zaman Postacı Ceren olsun,
Kaptan Orta Kapı olsun bi de Laf-ı Güzaf'cığım olsun.

Mahalle

Bu yazıyı aslında dün yazacaktım ama o kadar üşendim ki bugüne kaldı. Zira önceki gece benim evin olduğu sokakta oturan bir adam evinde kendini öldürmüş. Allah rahmet eylesin ne var bunda diyebilirsiniz tabi ama durun okuyun. Dün Yiğit'le konuşurken tekrar hatırladım da normal bir mahalle gibi görünen mahallemde bu olay bir değil iki değil.

Sene muhtemelen 1994-95. Sakin bir Pazar sabahı kahvaltı yaparken cam kırılması sesleri eşliğinde bir çığlık ve ardından güm diye bir ses gelir. Çocuk aklında yer eden ama fazla düşünmeyince hatırlanmayan bir manzara. Yan binanın önünde yerde kanlar içinde yatan bir adam. Sonradan öğrendiğimize göre karısıyla kavga ederken artık canına tak etmiş koşa koşa kendini camdan aşağı atmış. Allah rahmet eylesin.

Önceki olaydan 3 ya da 4 yıl sonra. Karşımızdaki eski gecekondu satılmış yerine işhanı dikmek üzere hafriyat çalışmaları başlamıştır. Kepçeyi kullanan kendinibilmez ve artık sorumsuz sorumlular kimse kazılan yerin bitişiğindeki binanın temeline doğru kazarlar. Bir öğledensonra çığlıklarla cama çıkarız. Bitişikteki binanın temelinden yandaki çukura doğru topraklar, betonlar düşmektedir. Neyse ki olacak olanın habercisi olur bunlar da ev boşaltılır. 5-10 dakika geçmeden büyük bir gürültüyle, gözlerimin önünde ev çukura doğru yıkılır. Bütün mahalleyi gri toz bulutu kaplar. Neyse ki bu sefer ölen ya da yaralanan yok.

Yine tam tarihini hatırlayamıyorum ama lisedeyim. Yani bi 5-6 yıl önce diyebiliriz. Akşam ders çalışırken dışarıdan feryatlar ağıtlar gelmeye başlar. Yine meraklı mahalleli camlardadır. Ambulans sireni duyulur. Olay kısa sürede tüm mahalleye yayılır. Bizim evin bitişiğindeki evde oturan yeni evli genç kadın çöpü bırakmak için aşağı indiğinde yoldan geçen bir şerefsiz kadının kolundaki bilezikleri görür. Kadını bayılttıktan sonra bodruma indirip, tecavüz ederek öldürür. Suçlu halen yakalandı mı yakalanmadı mı bilmiyorum.

Evet aklımdan en sıcak şekilde yer eden olaylar bunlar. Tabi ara ara çıkan şiddetli kavgaları hiç saymıyorum. Son olayda intihar eden adamcağızın da borçları varmış, dayanamamış. Bu da böyle moral bozucu bir yazı olsun. İdare edin.

Ne bayrammış arkadaş

Bayram gelmedi daha evet ama ben şimdiden bıktım bayramdan. Önce çikolatasıydı, lokumuydu şimdi de bayram tebrik kartları. Şirket müşterilere şirin gözükecek diye yapmadığı maymunluk kalmadı. Adamların alıp "Aa kart yollamışlar." dedikten sonra çöpe atacağı bir zarf ve kart için şimdi burda yazıp da şirketin finansal sırlarını açığa dökemeyeceğim yüklü miktarlarda ödeme yapıp, bunlardan 20.000 (yirmibin) tane satın alıp, bir de bunları bir gün içinde Anadolu ve İstanbul'daki merkezlere dağıttıran şirkete Allah akıl fikir versin.

Emokid


Bir emonun gerçekten emotional olduğu tek an; yaz boyunca özenle uzatıp tüm sinir bozuculuğuyla tek gözünü kapattığı saçlarının okulların açılma vakti geldiğinde berber zeminine düştüğü andır.

Ankara'ya

Ankara'ya deplase oluyoruz. 2 gün yokum ortalıkta. Şimdi "Sanki her gün 10 yazı yazıyordun da iki gün yokum diyorsun." diyebilirsiniz de tabi. Birşey diyemem haklısın ağbi derim. Ağbi derim ama ağabey yazmam. Ağabey ne yahu? Abi de iyidir ama en iyisi ağbi. Neyse koptum gittim konudan. Evet Ankara'ya. Alınan duyumlar önemli ve güzel şeyler olacağı yönünde. Umarım tribünde de sahada da keyifli ve mutlu biten bir deplasman olur.

Yeni Kitap

Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 100 Fırça Darbesi

Hayatı seviyorum ama yaşamaya üşeniyorum. Ha bu demek değil ki intihar etmek istiyorum. Yapman ben öyle saçma şey. Sadece aklıma geldi öyle. Ben de anlamlı gibi görünen cümleler kurabiliyorum.

Akıllı ol İETT

Güya İETT okullar açılınca ilk 3 gün sabah ve akşam saatlerinde bedava taşıyacaktı yolcuları. Evet, taşıyor taşımasına da 2 haftadır takip ettiğim üzere hiç aksatmadan her sabah 06.52'de durağımda olan otobüs neden iki gündür gelmiyor? Bedava gideceğim yere servisi kaçırıp işe geç kalmamak için taksiyle gidiyorum. Bu ne lan? Akıllı ol İETT!

26.03.2000


Galatasaray'ın en iyi olduğu dönemler, maçı da sanırım az çok herkes hatırlar yoğun Galatasaray ataklarıyla geçmişti. Ama işte Samuel Johnson'ın frikiği çıldırtmıştı bizi. O hafta okula rahat gitmiştik. Atkımızı bağlamıştık boynumuza, cansın beybi falan diye gezmiştik. Kadrolara da dikkatli bakalım. Çok değil 8 yıl önce kadromuzda Serkan Özsoy, Ömer Karabacak, Gökhan Bozkaya gibi kişiler varmış. Serkan Özsoy'u biraz hatırlıyorum altyapıdan çıkmıştı ama şimdi nerdedir bu insanlar bilemem. Bir tarafta Hagi bir tarafta büyük yetenek Oulare. Şu maçı da kazandık ya Galatasaray'a karşı nasıl yenildik geçen sene hala aklım almıyor. Linki gönderen ve yazı fikri veren Sirius'un da dediği gibi "Şu maçta 6 (kulaklar çınlasın) yemedik bir de üstüne yendik ya.İnanması acayip zor." gerçekten de çok zor.

Uncle

"Geçen yıl Dorock'a gidiyorduk da çok kafa şişiriyor. En iyisi Şahika falan yine."

"Kiev deplasmanına gidelim mi? Deplasman bahane Ukraynalı'lar şahane."

"Lübnan kızları güzel oluyormuş diyorlar doğru mu?"

Bu ve buna benzer sözleri söyleyen kişi üniversite öğrencisi birisi falan olmalı değil mi? Fakat 45 yaşındaki amcamın sözleridir bunlar. Zaman zaman Fransa'dan aldığı konser DVD'lerini izletmişliği de vardır. Bir insan hem Dow-Jones vs borsaları deli gibi takip edip, borsadan para kazanıp hem de Linkin Park falan dinler mi? Oluyor işte. Seviyorum seni amca.

Diycey koppar bizi

Minibüsler Maybe Hanım'ın uzmanlık alanıdır ama ben de nacizane bir tespit yapayım. Minibüs şoförleri dünyanın tek mobil dj'leridir.

Rüya Bilmecesi 11

Uzun zaman olmuştu Rüya Bilmecesi serisine yazmayalı. Son gördüğüm rüyayı toparlayabildiğim kadarıyla yazmaya çalışayım.

Rüyanın başlangıcında şehir içinde çok yüksek bir -nasıl anlatsam bilmiyorum- tarihi eser gibi bir şeyin tepesinde uyanıyorum. Etrafa bakıyorum biraz, aşağı inmem için hiçbir yol yok. Yakınlarda bir tren istasyonu görünüyor. Aşağıdaki insanlardan yardım istiyorum. Seferber oluyorlar nasıl indirsek diye. Sonra birisi "Atla birşey olmaz güven bana" diyor. Nasıl güveniyorum bilmem bırakıyorum kendimi aşağıya. Gerçekten de havada süzülüyorum. Süzüle süzüle aşağı iniyorum. Atla diyen adamın yanına gidiyorum nasıl oldu bu diye. Burda olur böyle şeyler umursama diyor. "Peki ben nasıl çıktım oraya?" diye soruyorum. "Dün gece çok sarhoştun. Sonra sızdın birden orda uyandın olur böyle şeyler." diyor. Sonra tekrar sızıyorum.

Bu sefer uyandığımda büyük bir hastane avlusu gibi bir yerdeyim. Aşırı steril ortam, mavi ışıklandırmalar. Beyaz önlüklü birisi geliyor yanıma üzerimde yaptıkları araştırmaları tamamladıklarını çok ilginç bir hastalığım olduğunu ve sızıp farklı bir yerde uyandığımı söylüyor. Tedavi olabilmem için de büyükannemin değişmesi lazımmış. Büyükanne diyorum çünkü anneanne mi babaanne mi bilmiyorum öyle bir büyükannem varmış ve kendisi Yahudi'ymiş. Hem de en cimrisinden. Bu cimriliğini bırakırsa ben de düzelirmişim. Öyle diyor doktor bey.Tekrar sızıyorum.

Bu sefer uyandığımda çok görkemli bir malikanenin dış demir kapılarının önündeyim. Tam ayılırken kapılar açılıyor. Yaşlı bir kadın bahçeden bana doğru yürüyor. Ben de onun yanına gidiyorum, meğer meşhur büyükanne kendisiymiş. Sarılıyor bana alnımdan öpüyor. "Senin için değiştim evladım." derken arkama bakıyorum malikanenin önündeki yolda bir araç konvoyu var. Büyükanne; "Herkesle aramı düzelttim, Filistin'den bile gelenler var." diyor. Görüntü adeta jimmy jible çekiliyormuş gibi yukarıya doğru çıkıyor. Kuşbakışı malikanenin bahçesi, önündeki araba konvoyu ve bana sarılmış büyükanne görüntüsüyle adeta bir Hollywood filmi sonu gibi rüya bitiyor.

Ufaklık

Cüsse olarak sumo güreşçisinden hallice kişilere "ufaklık" , "minik" gibi lakaplar takmak başka milletlerde de var mı acaba?

Erkan Bey

Şirkette Erkan diye birisi var ki geçen gün gayet ciddi olarak söylediklerini bloga taşımalıyım.

"Sahurda uyandım, apartmandaki tüm daireleri ziyaret etim, hepsinde çay içtim. Dün akşam da teraviyi (burayı hatırlayamıyorum)'da kıldım, bu akşam (yine hatırlamıyorum tabi ki)'da kılacağım. Eee kardeşim bu sene free son Ramazan'ım, seneye evleniyorum. Tadını çıkaralım değil mi? Gülme Mehmet ciddi söylüyorum."

İlahı Erkan. Tanıştığımızda da "Ben bu şirketin en matrak elemanıyım." demiştin de hı hı evet demiştim.

Sedat Kapurtu

Çılgın Sedat'ı anmıştım birkaç gün önce. Ne olduğunu merak etmiştim. Yorumlara eklenen bir haberde Zeytinburnuspor'la sözleşme imzaladığı 35 yaşından sonra futbola başladığı yazıyordu. Gerçekmiş yahu. Yani saygıdeğer Çılgın Sedat Bey'in soyadı Kapurtu mu bilmiyorum da Zeytinburnuspor 1 Eylül'de 35 yaşında ve ismi Sedat olan başka birini transfer etmemiştir sanırım. Fotoğrafa dikiz.

Dehele

-İyi günler efendim dieyçel ekspresten arıyorum.
-...
-Dehele efendim kargo şirketi.

Koleksiyon

Michael Phelps kızları evine madalya koleksiyonunu göstermeye çağırsa ya.

Çılgın Sedat


Çılgın Sedat'a ne oldu ya? Akıllandı mı? Hastaneye mi yattı?

Sen beni Ataköy'de bir yata,
Tarabya'da bir kata,
Bir de beş para etmez bir cep telefonuna ulan..

 


Templates Novo Blogger 2008