Biraz uzun bir yazı olacak ama okuyun bak sıkılmazsınız valla. Söz veriyorum lan. Sabah Beşiktaş'tan Koç Üniversitesi'ne doğru yola çıkarken nerden bilebilirdim ki böyle garip sahnelerin içinde bulunacağımı. Efendi efendi bekledim otobüsümü, geldi 25T bindim.
Uzun bir yolculuktan sonra etrafta Sarıyer yazıları görünmeye, otobüs her durakta biraz daha boşalmaya başlayınca ilk defa gittiğim için şoföre danışmaya karar verdim. "Usta Koç Üniversitesi'ne gidicem de son durakta mı ineyim?" soruma tüm otobüslerin ön sıralarının demirbaşı olan modern gibi, CHP'ye oy veren, "Ah o eski İstanbul" diye hayıflanan teyze güruhu bir anda seferber oldu. Her kafadan çıkan ayrı sesler arasından bişeytaş konutları kelimesinden başka birşey çekememiştim ki yine ön sıraya yakın oturan bir hanımkızımız imdada yetişti de "Ben de o tarafa gideceğim. Benimle gelin." teklifiyle beni yardımseverlikten yanıp tutuşan teyze ordusundan kurtardı.
Kurtarıcı genç bayanla otobüsten indik minibüse doğru gitmeye başladık ki bir tuhaflık hissettim. Adını bile bilmediğim, zerre çekici de bulmadığım bu kızımız sürekli bir muhabbet açıyor, garip garip bakıyordu. Tamam, belki insanlıktandı, belki sadece çok geveze bir insan evladıydı ama ben yine de kıllanmıştım. Yapacak birşey de olmadığından bu otobüsteki kurtarıcımın kurlarına çapraz şekilde kırmadan karşılık verdim. Minibüs inekler, koyunlar, tarlalar arasından geçerken ben hı hı, hı hı şeklinde şu an pek de anlamadığım bir muhabbet içinde "Vay anasını lan inek var. Buralar da İstanbul. Vay vay." şeklinde düşüncelerdeydim. Neyse ki geveze bayan Koç Üniversitesi'ne gelmeden indi de bir süre doğa içinde kafamı dinledim. Sonunda dağları tepeleri aşan minibüsümüz Koç'a varmıştı. Sınır kapısındaki adeta gümrük memuru edasıyla minibüse giren güvenlikçi okul öğrencisi olmadığım için beni nazikçe güvenlik kulubesine davet etti.
Kulubede derdimi anlatmam çok zor olmadı ama daha önce Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Yiğit'le birlikte başımıza gelen olay beni burda yalnız yakaladı. Okulda bir Kısa Film Festivali düzenleniyordu fakat kimsenin bundan ve birbirinden haberi yoktu. Tam da yemek vakti oraya vardığım için yarım saatten fazla bir süre güvenlik kulubesinde içeri giren çıkan arabaları kestim. Dört güvenlikçi kendi aralarında hiç anlamadığım mevzularda geyik yaparken, güvenlikçilerden biri aynı anda önündeki bilgisayara okula giren tüm araçların plakaları ve neden geldiğini insanüstü bir hızla giriyordu. Takdir ettim abiyi. Ayrıca ben bu kadar çok arabalı öğrenci görmemiştim hayatımda. Hele boya küpünden henüz çıkıp BMW'ye binmiş bir Merve vardı ki adının Merve olduğunu nerden biliyorsun derseniz plakası MRV'ydi derim.
Sonunda güvenlikçiler birileriyle irtibat kurabilmişti ve okul sınırlarına girme vizesini almıştım. İçeri giren araçlardan birine otostop çekildi, uyuz, kaknem bir teyzenin arabasına bindim. Arkadaş öyle bir okul yapmışlar ki dış kapıyla binalar arasına üç futbol sahası konur kalanına da gecekondu mahallesi yapılır. Neyse sonunda indim kaknem teyzenin arabasından. Güvenlikçi kardeş karşıladı. Z48 diye bir yere gitmemi söyledi yaptı tarifini, düştüm yola. Kısa bir yürüyüşten sonra Z48'i buldum ama bu Z48 içinde 4-5 öğrencinin bir hocayla Türkiye-AB ilişkileri, Brezilya-ABD ilişkileri gibi çok fena hararetli mevzularda tartıştığı bir sınıftı. Kapıdan kafamı uzatıp, bana dönen "çok önemli işler başaracağım ben" bakışıyla dolu gözleri görünce korkup geri çektim kafamı. Binanın duvarında İdari Bilimler Fakültesi yazısını görünce yanlış bir yerde olduğumu anlayıp çıktım dışarı.
Biraz gezineyim belki yanlış bir yerden girmişimdir dedim ki bir süre sonra okulda kaybolduğumu, aynı yerde dönüp durduğumu farkettim. Öğrencilerden birini tuttum Çok da entel, sanatsever görünümlü bir kardeşi seçtim ki festivalden haberi vardır yardım eder diye. Festivalden haberi olmadığı gibi daha kendi okulunun öğrenci dekanlığının yerini de bilmiyordu. Bu sefer temizlikçiyi çevirdim. Öğrenci dekanlığı nerde birader diye soruma tüm yardımseverliğiyle cevap verdi el-kol-parmak kombinasyonuyla desteklediği bir tarifle beni tekrar yola düşürdü. Bu sefer girdiğim binanın duvarında kocaman REKTÖRLÜK yazıyordu. Utanmasam rektörün odasına çıkıp "Al ulan şu filmi" diye suratına atıcaktım DVD'yi. Rektörlükte de bir süre takılıp yanlış yerde olduğumu anlayınca çıktım dışarı. Beni Z48'e yollayan güvenlikçiyle karşılaştım. Derdimi tüm detaylarıyla anlatınca beni Efsun Fırtına diye bir hanımın odasına yolladı. Sayın Efsun Fırtına belki ismini google'da aratır da buraya gelirsin, ismin ne güzel öyle yahu. Al koy Harry Potter'a Hogwarts İstanbul Şube Müdürü.
Efsun Hanım'ın da olaydan hiç mi hiç haberi yoktu. Yazının sonunda bu habersizliğinin garipliğini de anlayacaksınız. Neyse yine de Efsun Hanım tüm güleryüzüyle Öğrenci Merkezi -3 e gitmemi tavsiye etti. Açlıktan mideme kramplar girmeye başlamış bir haldeyken, öğrencilerin tıka basa yemek yediği kantinler, yemekhanelerden geçip -3 e ulaştım. Etrafta in cin top oynuyordu ama bir kapının yanında gördüğüm yazı doğru yerde olduğumu hissettirdi. "Tiyatro Kulübü". Hemen yanındaki kapı ise "Fransızca Kulubü". Tamamdı kulüp odalarının bulunduğu yere gelmiştim. Artık tek yapmam gereken Sanat Kulubü odasını bulup filmi vermekti. Buldum da. Çok artist bir grafiti şeklinde Art Club yazan kapıyı çaldım ve açtım.
Kapıyı açmamla beraber yaklaşık 20 güzel bayan yüzü bana doğru döndü. Başlarında da kafasında kalan üç beş tel saç kıran girmiş pamuk tarlası gibi olan kanı çekilmiş bir amca vardı. Kızların bakışlarının şaşkınlığı içinde kaçıp kaçmamayı düşünürken gözlerim tüm hızla kızları taradı ve aralarında çirkin olmadığına kanaat getirdi. Cennet gibi bir kulüpmüş bu, Sözüm sana Yiğit Bey, bırak sinema kulübünü Art Club adı altında Güzellik Salonu açalım. Neyse çekingence bu hurilere de derdimi anlattım ama onlardan da hayır yoktu. Bir süre daha bakabilmek için şansımı zorladım ama sorabileceğim şeyler bitmişti. Eee nasıl gidiyor dersler de diyemezdim. Çektim kapıyı çıktım. Tekrar Efsun Fırtına'nın odasına gitmeye karar verdim. Bayan Fırtına - Eskiden Dedektif Fırtına vardı bir de. - odasından çıkmış telaşlı hareketler içindeydi. "Eee ben -3" dememe kalmadı ki "Bilmiyorum, bilmiyorum. Allah'ım herkes herşeyi bana soruyor." diye tüm isyanını bir garip bencileyin üstüne kustu.
Azimliydim, bu filmi festivale verecektim. Efsun'un isyanından sonra o katta biraz gezineyim dedim. Kapılardaki isimlere bakarak yürümeye başlamıştım ki, odalardan birinde güvenlik kulübesinde bu işle o ilgilenebilir belki diye ismi geçen bir bayanın ismini gördüm. Bu odanın Efsun Fırtına'nın odasının iki yanında olması da işte az önce yazdığım gibi Efsun Fırtına'nın festivalden habersiz olmasının garipliği. Ayrıca sürekli Efsun Fırtına yazmak istiyorum. Ne güzel isim yahu. Neyse, daldım odaya ve "Şuraya bırakabilirsin." bugün duyduğum en güzel cümle oldu. Bu yazdıklarımın çok çok özetini o güleryüzlü melaikeye de anlatıp binadan çıktım. Bir sigara yaktım. Nasıl zevkli geldi o sigara anlatamam. Belki de anlatmışımdır.
17 Kasım - Rüya
5 yıl önce
8 yorum var:
işte biz lojistikçiler bu yüzden varız. böyle de pay çıkarırım kendime.
şaka maka çok azimliymişsin. ben senin yerinde olsam çoktan vazgeçip evin yolunu tutmuştum. filmi de merak ettim ayrıca.
evet işte herkes benim gibi akılsız değil tabi filmi bıraktığım yerde bir sürü kargo poşedi vardı.
eve dönmek olur mu yahu gitmişim ta karadeniz kıyılarına.yol 2 saat. filmi de izleticem izleticem az kaldı.
okurken yoruldum yemin ederim :D
Efsun Fırtına artık herkese efsun deyuu deyuuu dolanacak.Aranızda bişey mi oldu itiraf et:d
allahımm :D çok şükür :D
ben de yaşarken çok yoruldum.
perikızı, efsun fırtına kariyer planlamakla meşguldü. filmi verdikten sonra gel efsuncuğum bana da bi kariyer planlayalım diycektim ama koç üniversitesi beni çok yormuştu.
kızlar sana hasta ahuahua, yanılmaktalar!
kampüsü karışık olmayan uni, var mı acaba? öğrencilerin navigasyonu gelişsin, dimaları açılsın diye mi böyle quest tarzı, ordan orayası bol yerleştiriyorlar binaları anlamıyorum... neyse geçmiş olsun.. umarım kazanır filmin, bişey kazanılıyosa.. ;)
PS: hiç sıkılmadım hakkaten, sözünün eriymişsin:))
Yorum Gönder