Mutlu olunca insanın gerçekten yaratıcılığı düşüyor. Bunu daha önce de tecrübe etmiştim tabi. Yeni farkına varmadım ama bu aralar blogun durgunluğunun tek sebebi mutlu olmakla fazlaca meşgul olmamdır.
allısı morlusu kaça kilosu
Sanırım biraz Galatasaray'lı arkadaş edinmem lazım. Bir saattir Galatasaray'ın yeni formalarına bakıyorum. Özellikle mor olanına bakıp bakıp gülüyorum. Dalga geçmek istiyorum dalga geçecek Galatasaray'lı arkadaş bulamıyorum. Mor forma ne lan? Ahahahaha hatta lklfakjsdkasfjsfs evet böyle de güldüm şu blog hayatında.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Komedya zaman: 22:59 3 yorum var
Avaz Avaz...
Şimdi bir de böyle birşey var. Çok önceden almıştım ismi, tezahurat arşivi yapma amaçlı fakat birşey yapmadan durmuştu öyle. Tribün blogu yapmaya karar verdim. Genel olarak maçlardan sonra, arada da tribünü ilgilendiren bir durum olduğunda birşeyler karalayacağım. Ne diyelim, avaz avaz sesimiz yükseliyor tribünden, şampiyonluk hırsını yaşıyoruz yeniden...
Bloga katkılarından dolayı Evren ve Anti'ye teşekkürler...
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Fenerbahçe zaman: 15:29 1 yorum var
İlk Simpsonlar
Aranızda The Simpsons'ın birinci bölümünü anlatabilecek olan var mı? Öyle youtube'da falan aratıp izlemeden ama. Birkaç kişiye sordum kimse bilmiyordu. Ben de The Simpsons 1. sezonu indirmeye başladım. Aha bu da torrent linki.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Sinema-TV zaman: 01:02 2 yorum var
Mukaddes Pelinsu
Merhaba, benim adım Mukaddes Pelinsu. Babaannemin ısrarlarına dayanamayan ebeveynlerim Mukaddes ismini koymak zorunda kalmışlar. Düşünüyorum da iyi de etmişler. 50 yaşıma kadar bir Pelinsu olmanın gerektirdiklerini yaparak yaşar, 50'mden sonra da Mukaddes Nine olarak mahallenin çocuklarına kurabiye dağıtabilirim.
Kafama kurdele bağlamak şu yaşlarda beni arkadaşlarım arasında havalı gösterdiğinden şimdilik tarzım olarak bunu seçtim. İlerleyen zamanlarda bir dönem pop, bir dönem metal ve bir takım başka akımların etkisinde şekillenecek olan kişiliğim en nihayetinde bir Pelinsu olduğum için hassas ve duygusal, çıtkırıldım, çantasını dirsek içinde taşıyan, makyaj yapmak ve vitrinlere bakarak yürümek en büyük hobileri olan bir yapıya bürünecektir.
Hobiler demişken şimdi de hobilerim var. Boş zamanlarımda sağa veya sola bakmayı severim. Yeterince sağa baktığıma karar verdikten sonra kafamı sola çevirir biraz da sola bakarım. Arada göbeğime üflemek suretiyle beni güldürmeye çalışan insanları da ziyadesiyle komik bulurum. Evet, göbeğime üfletmek de hobilerimdendir. Henüz yürüyemediğim ya da elimi kolumu verimli kullanamadığım için pek fazla hobi seçeneğim yok. Emekleyebiliyorum tamam ama o da bir yere kadar.
Hepinize kucak dolusu sevgiler gönderirken nerde benim gibi bir bebek görürseniz göbeğine üflemeyi unutmayın derim. 14 yıl sonra Manyaqh Phelinn ve 20 yıl sonra da Sarı Şeker Pelinsu olarak görüşmek üzere. Esen kalın.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Komedya zaman: 00:48 1 yorum var
Lopez'in kalçalısı
Bir ara ne kadar meşhurdu Jennifer Lopez kalçası. Her büyük kalçalı Jennifer Lopez'e benzetilirdi. Haberler çıkardı gazetelerin 2. sayfalarında Jennifer Lopez kalçalarını bilmemkaç milyon dolara sigortalattı falan diye. Noldu şimdi? Yaşlanınca küçüldü mü Jennifer Lopez kalçası? Ya da Kim Kardashian çıktı mertlik bozuldu mu?
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Tespit zaman: 18:38 1 yorum var
bre berber
Berber sandalyesinde ülkeyi kurtaran adam; sana büyük saygım var. Omzuna deydirilme stresiyle, gırtlağına dayanmış bir usturayla ve berberin el hareketleriyle sağa sola yatan kafanla nasıl bu kadar bol cümle kurup bu kadar bol keseden atabiliyorsun şaşırıyorum. Fakat saygı duyuyorum.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Tespit zaman: 18:29 0 yorum var
zannedersem tek eksiğiniz yasaktı
Büyük üstad Şahin K'nın bir repliğinden arakladığım başlıkla yazıma başlamak istedim. O güzide filmde de Şahin Ağa sorar arabada giderken yanındaki hanımefendiye bir eksiğiniz yoktu değil mi keyfiniz yerinde mi gibi soruları hiç sıkıntı olmadığını öğrenince de başlığın orjinal halini sorar ve olayları geliştirirdi. Ben de şimdi hükümete bunu sorarak başlıyorum. Herşeyimiz tamamdı, işsizliği çözdük, ergenekondu, Kürt sorunuydu, üniversitelerin haliydi herşey çözümlendi tek eksiğimiz bu yasaktı. Şimdi muhteşemin muhunda bir ülke olduk işte.
Bildiğiniz gibi yarından itibaren cezaevleri, tımarhaneler,evler ve otellerin bazı odaları dışında tüm kapalı alanlarda sigara içmek yasak olacak. Eve otele zaten karışacak halleri yoktu da cezaevi ve tımarhanelere ayrıcalık tanınması sanırım sigara içen insan ya hapisliktir ya deli düşüncesi olabilir. Bir mekanın bahçesi olması da yetmeyecekmiş. Bahçenin üstü tenteyle kapalıysa yan cephelerinin yüzde 50 den fazlası açık olursa ancak kapalı alan statüsünden çıkıyormuş. Bu veriler ışığında keyifle sigara içerek oturabileceğimiz yer sayısında ciddi bir düşüş olacak. 7 yıldır bıkıp usanmadan keyifle gittiğim kafeye sanırım artık pek gidemeyeceğim. İnsan yarım saatte bir kalkıp dışarı çıkmak istemiyor haliyle. Hadi düz ayak kafelerde neyse de Taksim'de Kadıköy'de bir sürü apartmanın üst katlarında barlar, kafeler var. Adam her sigara içeceği zaman 5 kat inip çıkar mı? Ben söyliyim o 5 katı hiç çıkmaz gider açık havada bir yerde oturur. Peki o 5. kattaki mekan nolur? Oh ne güzel dumansız oturabileceğiz diyen birkaç dangalak yeni müşteriyle geçinmeye çalışır. Çoğu da pek fazla dayanamaz kapıya kilidi vurur.
Haydi olayın ekonomik boyutunu bir kenara koyuyorum. Zaman içinde göreceğizdir sonuçları. Avrupa veya ABD'de de bu yasaklar var ama batan işletme yok diye gelmeyin bana. Bizim millet farklı onlar farklı. Biraz halkını tanımak lazım. Bu halk keyifle oturamayacağı bir yeri tercih etmez. Neyse zamanla haberlerde battığı için ağlayan bar-cafe işletmecilerini görünce belki anlar sigarayla savaşan dangalaklar ne yaptıklarını. Asıl söylemek istediğim bu yasağı getirirken en çok sözü edilen sigara içmeyenlerin hak ve özgürlükleri meselesi. Tamam, saygı duyuyorum kendilerine içmeyebilirler, içmesinler de. Onların da sigara dumanı solumadan bir yerde oturabilme hakları ve özgürlükleri olmalıdır. Kimse kimsenin dumanını solumak zorunda değil. Fakat bu özgürlük benim bu salt keyiften değil fizyolojik ve psikolojik bir bağımlılıktan dolayı içmek zorunda olduğum sigarayı nerde içeceğime müdehale eden bir hale geliyorsa benim özgürlüğüme tecavüze başlamış demektir. Sigara içmeyen insanların özgürlüğünü gözetirken sigara içenlere böcek muamelesi yapıp "İçeceksen yürü git dışarda iç." demek tek kelimeyle faşizmdir. Bu çeşit faşizme hava faşizmi denebilir. Buradaki havalar hep benim. Ben kokusunu almayacak da olsam sen o havaya dumanını salamazsın, izin vermiyorum demektir.
Peki nasıl bir çözüm getirilmeliydi? Bunu söylememe bile gerek yok aslında hem sigara içmeyenleri memnun edecek hem de içenleri mağdur etmeyecek bir düzenleme nasıl yapabiliriz diye 10 dakika düşünselerdi şu sonuçlara varabilirlerdi. Öncelikle en basit yöntem tabi ki birçok yerde zaten çoktan uygulanan sigara içilen-içilmeyen bölüm ayrımının keskinleştirilmesi gerekirse araya camekan çekilmesi zorunluluğu ve havalandırma düzenlemesinin sıkı denetlenmesi yapılarak isteyen dumansız hava sahasında takılabilirdi istediği gibi. Daha ekstrem bir çözüm mü istiyorsunuz? O da basit. İçki her mekan satamıyor şu an değil mi? İçki ruhsatı denen birşey var ki almak için bir tarafını yırtıyor işletmeciler. Hayvani vergilerin dışında yakınlarda eğitim kurumu olmaması gibi bir çok özelliğe bakılıyor bu ruhsat verilirken. Sigara için de çok kolayca bu ruhsat uygulamasına geçilebilirdi. İsteyen işletme müşteri profilinin istekleri ve kar-zarar dengesine bakarak bu ruhsatı alıp almama kararı verebilirdi. Böylece sigara içmeyen biri sigara ruhsatı olan bir mekana girmek istediğinde karşılaşacağı dumanı bilir ya da tam tersi durumda sigara içen kişi dışarı çıkıp sigara içmek zorunda olacağını kabullenerek giderdi. Alan memnun satan memnun olurdu yani. Dediğim gibi bunları düşünmek çok zor olmasa gerek.
Sigara içip de kafası çalışan herkesin çok zamandır söylediği şeyleri bir kez de ben söyledim. Maksat fikrimiz belli olsun. Bu yasak nedeniyle sigarayı bırakmayı hiç düşünmüyorum ki inadına daha da çekici kılıyor. Umarım belli bir süre sonra geriye bakıp da "Lan sigara içenlerin insan haklarına tecavüz etmişiz." diye düşünür kural koyucular. Pek sanmıyorum ya neyse. Son olarak da "Okeye Beşinci" uygulamasını öneren Sağlık Bakanı Recep Akdağ'a bir kahveden gelen cevabı iletmek istiyorum.
-Sağlık Bakanı sigara içenler okeye beşinci bulup sigara içmeye gidebilir diyor, ne diyorsunuz?
-O zaman bakan beyi çağırırız beşinci.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Eleştiri zaman: 15:30 1 yorum var
gargara
Adnan Polat bir boğazını temizlese, şöyle kallavi bir balgam atsa ortaya çıkacak yeni ses tonuyla bırak GS başkanlığını kongre üyeliği bile yaptırmazlar.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Tespit zaman: 23:41 1 yorum var
Geber
İspanyol'ların gerizekalı ve orospu çocuğu olan kısmının her yıl katıldığı ve onlarca boğanın vahşice öldürülmesiyle sonuçlanan orospu çocuğu San Fermin festivalinde bu yıl bir orospu çocuğu ölmüş. Bir insanın ölümüne sevinilir mi demeyin. Bu orospu çocuklarının topu ölse zerre üzüntü duymam. Matador denen baş orospu çocuklarını zaten toplayıp yakmak lazım. Ağzımı da bozdum ama müstehak bu hayvanlara işkence etmeyi kültür sayan orospu çocuklarına.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Eleştiri zaman: 02:20 3 yorum var
güneşin sofrasındayım
Uzun zamandır konsere gitmiyordum. Hatta sanırım ta ne zamanki Woo Hoo konserinden beri. Lafı gelmişken Woo Hoo bu hafta yine Disko Kralı'ndaymış. Aferin kızlar. Bu uzun aradan sonra gittiğim konser de ancak Bandista olurdu. Şarkılarını bolca dinlememekle beraber hiç canlı izlememiştim. Uzun uzun anlatmak gereksiz. Tam anlamıyla güzel insanlardan müteşekkil bir grup Bandista. Bundan sonra nerde bulsam giderim sanırım konserlerine. Bandista'yı sevelim, sevdirelim.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Hayat zaman: 20:16 6 yorum var
iğrendim
Hatırladığım senelerde doğan kızlar büyümüş de - aslında yaşça hala büyümemiş de fiziken büyümüş - sevgilileri sandıkları adamlarla gece boyu takılıp sabaha kadar sevişir olmuşlar. 15 yaşında bir kızın bol dekolteli bluz ve topuklu ayakkabı kombinasyonuyla gezmesi beni hem şaşırtıyor hem de üzüyor. Eski kafalı bir adam değilim öyle ama herşeyin de bir vakti var. Aceleleri ne anlamıyorum ki. Onlara prim yaptıran mahalle delikanlılarına da diyecek söz yok. Kardeşi yaşında kızı yatağa atmak için bin takla atarlar gelip bize sevgilisinin resmini gösterdikten sonra. Delikanlılar işte.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Eleştiri zaman: 20:12 3 yorum var
bu ne şiddet bu celal
"Seni var ya öldürürüm ha! Linç ederim seni. Bir daha karşıma çıkma ibne." - Evimin önünde arkadaşına bağıran 10 yaşlarındaki bir kız çocuğu.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Tespit zaman: 20:09 1 yorum var
türkülerle türkiye
Fizy.com'dan benim kadar türkü dinleyen bir insan daha yoktur. Bir başladım Kalenin Bedenleri'nden en son Mardin Kapı Şen Olur'la bitirdim. Ara ara yapıyorum böyle türkülerle Türkiye'm turu. Bu seferkine Ceren'i de dahil ettim ki hiç şikayetçi değildi. Muhteşemin muhunda türkülerimiz var. Türkülerimizi sevelim, dinleyelim. Hep rock hep elektronik nereye kadar? He ben son zamanlarda onları da dinlemez oldum o da ayrı mesele. Varsa yoksa oynak civelek türküler. Sanırım amca olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyorum. 5 yıla kalmaz gömlek cebimde sigara taşımaya başlarım.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Hayat zaman: 01:26 0 yorum var
Rüya Bilmecesi 18
Çok uzun öyle dallanıp budaklanan, saçmalıklar içinde yüzdüğüm bir rüya değil bu seferki de çok gerçekçi olduğu için unutamadım yazmak istedim. Normalde gereksiz fiziki acıya pek dayanıklı bir insan değilimdir. Ha derseniz gerekli fiziki acı ne ki diye o başka bir yazının konusu olur. Bu acıya dayanıksızlık ve aslında pek istememem nedeniyle de hiç dövme yaptırmadım ve yaptırmayı da düşünmüyorum.
Fakat gel gör ki bilinçaltım nasıl bir şekilde dolmuşsa, rüyamda sırtımda kocaman bir dövme varmış da ben onu sildirmeye gitmişim. Çıkarıyorum adamın önünde tişörtümü. Elinde dövme yapma aletine benzer birşeyle geliyor sırtıma. Dızzzzzt diye bir sesle beraber resmen sırtımı binlerce kedi aynı anda tırmalıyor. Can acısından yumruğumu ısırıyorum falan ama dayanılıcak gibi bir acı değil. Çok şükür acıya daha fazla dayanmak zorunda kalmadan uyandım. Uyandığımda sırtım sızlıyormuş gibi hissediyordum.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Rüya Bilmecesi zaman: 01:03 0 yorum var
büyümeli
23-24 yaşına gelmiş insanların hala yazarken v yerine w kullanması, kelimeleri çarpık çurpuk yazması, 15 yaşında gibi cümlelerle MSN iletisi yazması beni derinden yaralıyor.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Eleştiri zaman: 00:44 0 yorum var
Kemer?
Kemer Country'yi iki yıl öncesine kadar Antalya-Kemer'de sanan tek insan ben değilimdir herhalde.
Çok uzun zamandır bu kadar süre evden çıkmadığım olmamıştı. Adeta bir huzur yuvası sandığım, akşamları ve gece yere su damlasa sesi duyulacak kıvamda olan sokağım meğer gündüz tam bir çocuk parkı, bir çarşamba pazarı veya ne bileyim bir gençlik piyasa mekanıymış. Gürültüden film izleyemiyorum ki camı, balkonu da kapatmak imkansız takdir edersiniz ki bu sıcaklarda. Ayrıca inanılmaz dakik bir patates soğancımız var. Adam tam 4'te sokağın ucundan giriyor, yavaş yavaş, bağıra bağıra ancak 4'ü çeyrek geçe gibi 50 metrelik sokağı geçebiliyor. İş disiplinine saygı duydum.
Ben bir Fransız kadını olsaydım kendimi çok kötü hissederdim. Fransız olman yetmemiş bir de kadın olmuşsun, en azından koltuk altını traş et be kadın!
Hulahop kelimesine hayranım.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Hayat, Tespit zaman: 02:22 0 yorum var
Seven Pounds
Yine Yiğit'in bir ara önerdiği, bir türlü izleme fırsatı bulamadığım bir filmdi Seven Pounds. Sonunda izledim ve iyi ki izlemişim demesem de izlediğime pişman da değilim. Ha eğer Pursuit of Happyness'ı izlememiş olsaydım "Oy babayn bu Will Smith ne güzel adammış." derdim ama işte o filmde zaten Will Smith'in neler yapabileceğini gördüğüm için pek şaşırtıcı gelmedi Seven Pounds'daki performansı.
Seven Pounds; içinde büyük bir pişmanlık taşıyan Ben Thomas'ın bu pişmanlıktan kurtulabilmek adına adeta bir kefaret ödeme çabasıyla tam bir meleğe dönüşme hikayesi. Çok fazla da anlatıp filmin süprizini ve tadını kaçırmak istemiyorum da çok içe dokunan bir hikaye olduğunu söyleyebilirim. Will Smith muhteşem bir performansla oynuyor yine. Kafasını eğişinde, Yes diyişinde bile bütünüyle Ben Thomas karakterinin acısını, hüznünü gösteriyor. Birazcık duygusal olan birini çok rahat ağlatabilir sadece bakışlarıyla. Kendisini zaten seviyordum bu rolüyle de sevgim perçinlendi. Umarım hep Pursuit of Happyness ve Seven Pounds gibi filmlerde oynamaya devam eder.
Filme yapacağım en büyük eleştiri kurgunun yavaşlığına olacak. Film son yarım saat hatta 20 dakikaya kadar bir türlü akmıyor. Tamam her saniyesinde Ben Thomas'ın acısını biz de yaşıyoruz tam olarak ne olduğunu anlamadan ama film bir türlü akmıyor. Hikayenin tamamını bir türlü anlatmadığı için de bir yandan neler olduğunu anlamaya çalışıyor bir yandan e hadi artık birşeyler olsun diyor insan. Sonlara gelince, konu bağlanmaya, süprizler ortaya çıkmaya başlayıncaysa o kadar güzel akmaya başlıyor ki bir anda film bitiyor. Keşke tempoyu daha iyi ayarlıyabilseymiş yönetmen.
Duygusal anlar yaşamak isteyen, Will Smith'i sadece bir aksiyon-komedi oyuncusu sanan varsa bu filmi kesinlikle izlemeli. Ortalara kadar sıkılıp kapatmadan dayanabilirseniz devamı rahat gelecektir. He bir de Rosario Dawson ve Woody Harrelson da filme çok iyi gitmişler acıyı desteklemişler özellikle Death Proof'un seksi kızı Rosario Dawson'ı böyle görmek çok şaşırttı. Woody Harrelson'sa hala gözümde bir Micky Knox'tur kör de olsa topal da.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Sinema-TV zaman: 02:05 0 yorum var
Somers Town
İngiliz sinemasının son zamanlarda çıkardığı en iyi yönetmen sanırım Shane Meadows. This İs England'la ödülleri toplamasının ardından o filmle tanımıştım kendisini. Ardından Dead Man's Shoes'u da izledim ki bundan sonra naparsa takip etmek gerektiğini anladım. Somers Town da bu güzel ağabeyin son filmi.
71 dakikalık, kısacık, sevimli, siyah-beyaz bir film Somers Town. This Is England'ın veledi Thomas Turgoose büyümüş de tek başına sokaklarda takılır, bira içer, zibidilik yapar olmuş. Gelecekte çok iyi oyuncu olacağı kesin olan bu çocuk bu filmde de gayet iyi. Tavırlarıyla olsun bakışlarıyla olsun karakterin hissini verebiliyor. Onun oynadığı karakter Tomo herşeyini geride bırakıp Londra'ya gelmiştir. Onun gibi yalnız bir göçmen çocuğu Marek'le tanışır ve dostluklarını izleriz. İngiltere'deki göçmenlik sorunlarına, erenliğe, yalnızlığa, aşka ve daha birçok konuya hiçbirinin içine tam olarak dalmadan kenarından ana konu olarak bellediği dostluğu destekleyecek şekilde dokundurmuş Shane Meadows. Filmin görüntüleri siyah beyaz ama içi gerçekten çok renkli.
Kısa bir vakitte güzel, iç ısıtan bir film izlemek isterseniz bulup izleyin bu filmi. Shane Meadows ismini de bir kenara yazın. Daha bakalım ne güzellikler çıkaracak piyasaya.
Yazan Conrad Bundy Etiketler: Sinema-TV zaman: 01:49 0 yorum var